Yüz Kitap etiketiyle okuyucuyla buluşan Richard Yates‘in Yalnızlığın On Bir Hali, Amerikan Rüyası’nın o altın yıllarında New Yorklu sıradan insanların hayal kırıklıklarını anlatıyor: Ofis çalışanları, ikinci sınıf dergilerde didinen yazar namzetleri, savaş gazileri, ölümsüzlük arayan taksi şoförleri, kronik tüberküloz hastaları ve hayatlarındaki tatminsiz kadınlar, öğretmenlerinden utanan öğrenciler.
Sizlere kitap hakkında The Guardian’da yayımlanan bir inceleme yazısının çevirisini sunuyoruz.
Mutsuzluk Konusunda Müthiş Bir Yetenek
(Nicolas Lezard –– 21 Ocak 2006’da The Guardian’da yayımlanmıştır.)
Çeviren: Barış Cezar
İlk kez 1962’de basılan bu öykü kitabı, Amerikan tarihinden belli bir dönemin bir kesitini alıyor – tatminsiz gaziler; kariyerin alt basamaklarında tutunmaya çalışan ve beğenmedikleri ama daktiloculuktan kazandıkları olmasa aç kalacaklarıkadınlarla evli genç erkekler; istemedikleri işlerde kısılıp kalmış hırslı genç yazarlar; yemekten önce içilen yavan martiniler, caz barlar ve öğrencilerince hor görülen öğretmenler. Bunların tek istisnası iki zenginve genç Amerikalının Cannes’da takıldıkları “Müthiş Bir Caz Piyanisti”, ama onlar da Yates’in bıkkın ama külyutmaz gözünü diktiği herkes kadar kusurlu, kendini kandırmış ve manevi açıdan yoksullaşmış durumda. Öykünün sonundaki belirleyici olay ırk ilişkilerine dayanıyor ve o denli acımasızca ve birebir şekilde gözlemlenmiş ki okurken içimin bir tuhaf olduğunu hissettim. Hatta, o kadar acı vericiydi ki sanırım öykünün sonunu biraz hızlı geçmiş bile olabilirim.
Bu öykülerdeki yeteneğe hayran olmamak elde değil, ki gerçekten de büyük bir yetenek söz konusu. Yates’in öyküler pek insanı güldüren cinsten olmayabilir (gerçi deneyimlerini edebileştirmesi için genç bir yazarla anlaşan bir taksi şoförünün anlatıldığı “Yapı Ustaları” adlı son öyküde acı bir mizah var)); ama belli bir dünyayı ve onun yarattığı zihniyeti o kadar tasarruflu, o kadar ikna edici bir şekilde tarif ediyor ki kutu kutu ağrı kesici veya jilete uzanan elinize hâkim oluyorsunuz. Tüberküloz koğuşundaki bir adam hamile olduğunu öğrendiği (ve çocuğunun babasının ismini vermeyi reddeden) kızına bir mektup yazmaya çalışıyor: “Şu yaşlı baban artık pek bir işe yaramıyor olabilir, ama onun da kendine göre bildiği şeyler var elbet, hem hayat hakkında hem de önemli başka bir konuda, o da şu” – tam burada Yates araya giriyor: “Mektup burada kalmıştı.” İnsana ıstırap çektiren bir ân, hem komik hem de hiç komik değil; ayrıca tam da Yates’ten beklenecek bir şey.
Yates kendi yazdıklarındakine benzer bir yaşam sürdü – zaten bunun dışında pek bir şey hakkında yazmadı. 1992’de amfizemden öldüğünde, hiçbir eserinin baskısı yoktu.Bir yönü muhtemelen tarihin kendisine davranma şeklinden memnun olurdu. “Zora Doymam”da, kendi başarısızlıklarını sezebilen ve onlardan tuhaf bir şekilde keyif alan bir adamın iç dünyasını şaşırtıcı derecede ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Ama Yates’in dehası da burada yatıyor: insanların mutluluğunun çok keskin bir analizi. “Yapı Ustaları”nın anlatıcısı, “ama kelime seçiminde adaletli olmanın ne anlama geldiğini şimdi artık daha iyi biliyorum ve bana bunu öğretenlere minnettarım,” diyor.Orada anlatıcı iddia ettiği kadar adaletli olmayabilir fakat Yates’in esas kaygısı dili bu şekilde adaletli ve dürüst kullanmak, ki karakterlerinin manevi tükenmişliklerini bile anlatırken öykülerinin bu kadar doyurucu ve zengin olmasının nedeni de bu.Belki de böyle anlatınca bu öyküler o kadar çekici gelmeyebilir, ama sizi temine derim ki öyleler: Okurken ümitsizlikle inlemek isteyebilirsiniz, ama bunlar yapacak başka işleriniz varken bile gizli gizli okumaya devam ettiğiniz türden öyküler. O kadar iyiler.