“Yoksulluk bendeki bazı özellikleri o derece keskinleştirmiştir ki, bunlar benim başıma adeta dert açar, evet, ne çare, böyle bu! Ama faydaları da vardır bunun, bazı hallerde bunların bana yardımları dokunur. Yoksul aydın, zengin aydından çok kuvvetli görür. Yoksul, her sözcüğü kuşkuyla dinler; attığı her adım, onun düşünce ve duygularına böylece bir görev, bir iş yüklemiş olur. Onun kulağı deliktir, duygusu ince; o tecrübelidir, ruhu yanık yaralarıyla doludur…” (Açlık, sayfa 125)
Duyduğunuz bu kırılma sesi, beraber nefes aldığımız dünyada onlarca belki de yüzlerce insanın hayatından geldi. Knut Hamsun’un 1920’de Nobel ödülü kazanmasına vesile olan Açlık kitabı birçok insanın hayatında ilk gençlik ve yetişkinlik arasındaki kırılmaz camı yazdığı cümleleriyle kırmıştır. Kitap bittiğinde insanın yaşına yaş eklenir, gözlerine sis, içindeki tozpembe hayallere bolca gerçeklik ve acı eklenir.
Knud Petersen 1859 yılında kitaplarının da arka planını oluşturacak yerde, Norveç’te doğar. Terzi olan bir babanın 9 kişilik ailesinin bir üyesi olan Knud, hayatta kalmak için emeği akan bir su gibi boca etmeyi çok küçük yaşta öğrenir. Eğitimine bir rahip okulunda başlar fakat yoksulluk babasının boğazını sıkmaya başladığında eğitimini yarıda bırakıp işe başlar. Tüccarın yanında tezgâhtarlık, bir başka tüccarın yanında kalfalık, gemilerde yer temizleyicisi, müdür yardımcısı, yol yapımında işçi ve daha birçok işte hiç gocunmadan yer alır. Her işinin yanında nefes aldığını hissettiği o eylemi de gerçekleştiriyordu: yazmak. Kalfalık yaptığı işinde tüccar kızına âşık olması cümlelere döküldü ve Esrarengiz Adam kitabına dönüştü. Müdür yardımcısı olduğu sıralarda ise kütüphane ile tanışan Knud, ruhundaki açlığı kitaplarla doyurur. O kadar çok okur ki bir süre sonra gözleri bozulur. Bir işten başka bir işe geçerken mücadele ettiği yoksulluk ve para sıkıntısı kendisini bazen açlıkla sınamasına neden olacaktır. Bu açlık deneyimi Açlık kitabını doğurur. Duraksadığı her yerde şiirler yazarak mola verir. Knud’un hayatı ile ilgili bir şeyler okurken Artun Gebenlioğlu’nun bir yazısına denk geldim. Knud’a tam da uyacak bir tespitte bulunmuştur:
“Edebiyat insanlığın aynasıdır. Yaşamı ve içinde bulunduğumuz dünyayı anlamlandırma çabamızın bir ürünü ve yansıması olarak ortaya çıkmıştır, bu da edebiyatı varoluşumuzun manasını irdeleyecek ya da manasızlığını yüzümüze vuracak en kesin araç yapar. Aynı zamanda tarih, felsefe ve sosyoloji gibi beşeri bilimlere kurgusallık bünyesinde yer verebilmesi edebiyatı daha da kudretli hale getirir. Bazı yazarlar dönemin ruhunu okur ve edebiyatın hamuruna alışılmadık biçimlerde şekil vererek yeni akımların öncüsü olurlar.” (Agos, 2016)
Yazmaktan ve bir şeyler anlatıyor olmaktan aldığı mutluluğu kaybetmek istemeyen Knud Petersen, gittiği yerlerde konferanslar vermeye çalışır. Yazar bu eylemi ile yazdıklarını dünya için kalıcı hale getirmeye çalışır. Konferanslara pek gelen olmaz, yazdıklarını da çok okuyan olmaz. Her değerli yazar gibi o da değerini öldükten sonra görenlerdendir. Soyadını Hamsun olarak değiştirerek yazılar yazdığı bir dönem, gazeteye gönderdiği yazıyı basan editörün azizliğine uğrar ve adı Knut Hamsun olarak yazılır. Bu yanlış hoşuna gitmiş olacak ki değiştirmek istemez.
Timaş Yayınları’ndan ilk basımı 2009 yılında ve Behçet Necatigil çevirisi ile yayımlanan Göçebe kitabı aynı karakteri büyüten üç kitabın birleştirilmiş halidir. Knud Petersen kitabın ana karakteridir. İsim tanıdık geldi mi? Knut Hamsun’un ta kendisi! Doğaya ve yalnızlığının kucağına açılan yolda yürüyen Knud Petersen düzenli şehir hayatını bırakarak kuzeye göç eder. Burada bilgisini, üstün eğitimini gizleyerek bir köylü olmaya ve göze batmamaya çalışır. Gerçekte eğitimini tamamlamamış olan Knut Hamsun, kendisini okullarda okutmuştur bu kitabında.
“Evinizin içinde birinin sıkıntı çektiğini bilmek, kaşınan bir yeri kaşıyamamak gibi bir şey.”
Timaş Yayınları’ndan ilk basımı 2010 yılında Behçet Necatigil çevirisi ile yayımlanan Dünya Nimeti kitabı bu sefer doğaya sığınan birinin hikâyesinden çok doğayı daha düzenli, faydalı bir hale çevirmek için uğraşan çiftçinin hikâyesini konu alır. İşlerini yoluna koyduktan sonra artık bir aile kurmak ister ve kendisine bir eş bulur. Bu sırada ektiklerinin karşılığını aldıkça kendisini doğanın tanrısı olarak nitelendirir. Doğan bir çocuğunun tavşan dudaklı olmasının üzerine eşinin çocuğunu öldürmek istemesi ve eşinin hapis hayatındaki yalnızlığı da hikâye içerisinde yerini alır.
“Bir erkek kadının korkularını duymuş, tarifsiz acıları duymuş, onun ıstırap çığlıklarını koparmış mıdır?” (sayfa 342)
İnsanın hiç akıl sır erdiremediği konuların işlendiği kitapları bir kenara bırakan Knut Hamsun herkesin en az bir kere ağrısını taşıdığı ameliyatlı yerlerine değiniyor. Bu yaranın yerini biliyoruz konunun özünde. Yoksulluğu, yalnızlığı, çiftçiliği, doğayı, sıkıntıyı, huzursuzluğu, geçim derdini, evliliği, çocukluğu, çocuk yetiştirmeyi, bilgiyi, bilgisizliği,aşkı, gizli bakışmaları, yürekteki sızıyı, kavuşamamayı… Bir gün elimizi cebimize atarız ve cüzdanın evde kaldığını fark ederiz, adı yoksulluktur. Son anda planlarımız iptal edilir ve evde kalmak zorunda kalırız, adı yalnızlıktır. Yürüdüğümüz yolda taşların arasında kafasını uzatan o hırçın bitkilerin başlarını aşina renkler arasındaki zıtlığından fark ederiz, adı doğadır. Canımızın içinden parçalar alarak kendisini yaratan çocuğumuzun geleceğini iyiye doğru gitmesini isteriz, adı çocuk yetiştirmedir. Aslında en küçük yapıtaşlarımızda bu kelimelerin hepsinin ışıklarını yaktık veya üstlerine bastık. Büyük düşünmeye gerek yok, Knut Hamsun içimizi biliyordu. Çünkü kendisi daha büyüklerinde yüzmeyi öğrenmek için boğuluyordu.
Karakterlerin aynı olduğu fakat başka pencerelerinden bakmayı öğrettiği Pan, Benoni ve Rosa kitapları değişmez yol arkadaşı Behçet Necatigil tarafından dilimize çevrilerek Timaş Yayınları tarafından yayımlanmıştır.
Pan, Edvarda ve Teğmen Glahn arasındaki hikâyeyi konu alır. Edvarda Mack adında iş adamının kızıdır. Sözüm ona istediği her şeyi elde edebilecek kuvveti olan bir kadındır. Teğmen hariç… Gözü de gönlü gibi açık olan eski asker Teğmen Glahn namı diğer Pan başka kadınlara da ilgi duymaktadır. Dışarıdan bakıldığında çapkın bir beyefendinin yaptığı ahlaksızlıklar silsilesi gibi gözükse de Knut Hamsun doğanın getirdiği değişikliklerin bir insan üzerindeki somut değişiklikle göstermeye çalışmaktadır. Mevsimler geçtikçe, insanların arzu ettiği insanlar da değişecektir. Fakat gariplik şudur ki böyle düşünceye sahip bir adamın, doğayı seven, doğal ve içgüdüleri kuvvetli birisiyle iyi anlaşacağı tahmin edilmesine rağmen Pan, kültürlü ve sosyal bir başka deyişle şehir kadınları arasında dolanıp durmaktadır. Edvarda’ya rastladığı bir gün onun hayatında derin izler bırakacaktır. Bir tezatlığın hikâyesi olan Pan, kendisini ifade etmek yerine bir mevsim değişikliği içinde yağmurlarda sizi ıslatıp rüzgârlarda kurutacak bir kitap oluveriyor.
“Bu bizim işin. Düzeleceği yok. İster inan, ister inanma; ben şimdi yürüyorum ya, bir taraftan da üşüyorum. Sadece yakınında bulunmam bile, sırtımdan aşağı bir ürperti duymama yetiyor. Saadetten.” (sayfa 59)
Fakat derseniz ki Knut Hamsun’un aşk konulu kitabı daha güzel yakışır doğaya. O halde sizi şöyle Victoria adlı kitabının başına alalım. İki gencin arasındaki aşkı konu alan Victoria için mendiller yanınızda bulunsun. Cümlelerin nerenize oturacağı belli olmaz.
“Hayır, hayır, yine de bir başkaydı aşk. Dünyadaki her şeyden başkaydı aşk. Aşk, bir ilkbahar gecesinde bir delikanlının bir çift göz gördüğü zaman dünyaya geldi, bir çift göz. Delikanlı dondu kaldı ve baktı. Delikanlı bir ağız öptü, kalbinde iki ışık karşılıklı birleşir gibi oldu; bir güneş bir yıldıza doğru parlıyordu. Delikanlı kendini bir kucakta buldu; artık bu koskoca dünyada başka bir şey duymuyor, görmüyordu. Tanrı’nın ilk kelamıdır aşk. Tanrı’nın zihninde beliren bir düşünce. Tanrı: “Nur olsun” deyince aşk doğdu. Tanrı yarattığı bunca şeyi mükemmel yarattı, yarattığı bunca şeyi olduğu gibi bıraktı. Ve aşk, dünyanın kaynağı, dünyanın sultanı oldu; ama aşkın yolları çiçek ve kanla doldu, çiçek ve kanla doldu.” (sayfa 45)
Yazarın Benoni adlı kitabı Timaş Yayınları’ndan henüz yeni çıkmıştır. 2019’da aramıza katılan ve elinden tutan çevirmeninin değişmediği bu kitabın Norveç’te yoksulluk içerisinde yaşamaya çalışan Benoni isimli beyefendinin bir avuç yemek, başını sokacağı bir ev için kapısını çaldığı insanın kendi hayatını değiştirmesi üzerine kurulu hikâyesi anlatılır. Mack adındaki bu gönlü bol adamın Benoni’ye balık tutma görevini vermesi üzerine Benoni’nin başarısı bir ün yaratır. Önü açıldıkça isteklerindeki açlık da kendisini gösterir. Bir dedikodu olarak yayılan Mack’in vaftiz kızı Rosa ile aşk iddiaları gerçeğe dönerken Benoni Rosa’nın yaşama şekline ayak uydurmak adına büyük bir ev yaptırır, özel çatal bıçaklar alır. Bir güvercin yuvası yapar. Rosa başlığı altında her şey Rosa nasıl hoşlanırsa öyle yapılmıştır. Ta ki Rosa onu gençliğinde içindeki ateşi yakan o adam ile kaçarak Rosa için yapılmış o evde Benoni’yi yalnızlığı ile tanıştırana kadar. Parası, işi, ünü, kıymeti, güvenilirliği, evi, piyanosu, özel çatal ve bıçakları olan Benoni’nin yalnızlığı da yanında hayatın bir promosyonu olarak hediye edilmiştir sanki.
“Rosa…”Zaten mesele ne harflerde, ne de kelimelerde!” diye ilave etti.
“Ya neyde?”
Herhangi bir alayı önlemek için, kısaca, “Manasında!” cevabını verdi Rosa.” (sayfa 87)
Benoni kitabında aşina olduğumuz Rosa, adını verdiği kitabı ile Knut Hamsun’a başka bir pencereden bakmayı öğretmiş ve Knut Hamsun da gördüklerini bize anlatmıştır. Timaş Yayınları tarafından 2020’ye giriş hediyesi olarak gelmiş gibi 2020’nin yayımlanan ilk kitapları arasındadır. Behçet Necatigil çevirisi ile dilimize çevrilmiştir. Karakterler aşinadır. Rosa, Benoni ve Edvarda… Benoni kitabında anlatıcı tıpkı Benoni gibi yoksulluğundan bıkmış bir adamdır. Mack’in yardımını almak için kapısını çalmak ister fakat evde bulamaması üzerine Benoni’ye gider ve onun yardımcısı olarak yanında çalışmaya başlar. Rosa için o evi aslında anlatıcı inşa etmiştir. Bu sırada gördüklerini anlatır. Benoni’nin yalnızlığına arkadaş olurken geçmişine yolculuğunu da o yapar. Fakat Rosa kitabında anlatıcı değişir. Bu sefer direkt Benoni’nin kapısını çalan genç adam bir ressamdır ve kendisine yardımcı olmasını ister. Benoni kapısını açar. Genç adam Benoni ve Rosa’nın ilişkilerini Rosa’ya olan gizli hayranlığı ile harmanlayarak bizlere anlatmaktadır. Benoni parasından, ününden bir şey kaybetmemiş aksine daha da ilerlemiş ve Mack ile ortak olmuştur. Hatta Rosa’yı evlenmeye kabul ettirmek için Edvarda ile yakınlaşan Benoni gözü açılmış ve hayatı istediği gibi yaşamanın sırrını çözmüştür sanki. Fakat insanın elleri ve cepleri dolu olsa dahi hayatında karşı koyamayacağı olaylar olmaya devam edecektir. Belki de bu şekilde Knut Hamsun, yoksulluğun ve sefaletin hayatında olmadığını hayal ettiği vakitlerde nelerle karşılaşacağını görmüştür.
“Üzgündü; sesinde o tatlı kadife yumuşaklığı. ‘İnsan, hayatın bütün oyunlarını oynar: Bir de bakar ki tek başına kalmıştır!’ diyordu.”
Islak bir yolda yürüyorum. Havadaki hafif serinlik ve ferah kokuya bakılacak olursa yağmur daha yeni durmuş olmalı. Fakat yürürken yağmurun yağdığını nasıl fark etmedim bilmiyorum. Bir yol ayrımına denk geliyorum. Her ikisi de uzun ağaçlardan ve kendi üstünlüklerini ilan etmiş otlardan oluşuyor. Daha karar vermeden bir yolu seçmiş gibi yürümeye başlıyorum. Hayır, bu yürümem için yapılmış bir yol değil, kuralları çiğnemiş gibi hissediyorum, bir de otları. Çünkü yolların aksine dümdüz yürüyerek otların arasına dalıyorum. Yürüdükçe tanıdık bir şeylere rastlıyorum. Yanımda yalnızlığımın elini tuttuğunu fark ediyorum, ağaca çıkmaya çalışan acıya selam veriyorum. Çok sever acı her şeyi tepeden görmeyi. Aşk tüm bu ormanı aydınlatıyor. Fakat ben karanlığı daha çok seviyorum. İşte Knut Hamsun cümlelerini zihnimde anlamlandırdığımda böyle bir sahneyi yaşıyorum. Doğaya koşmama gerek kalmıyor çünkü zaten içinde yer alıyorum. Ona ev sahipliği yapan ben değilim, o beni hayatına kabul ediyor. İtiraf ediyorum yalnızlığımı hiç bu kadar sevmemiştim. Knut Hamsun kendi hayatında da bana seçtirdiği yolu seçmiş ve yürümüş. Kurallara uymamış, dilediği otu sevmiş ve acı içinde sohbet ederken başka bir dünyaya gitmeye karar vermiş. Bu doğa onu kabul etmeyi bırakmışsa başka bir doğa ona kucak açmıştır. Bazen betonların içindeki hayat yorduğunda Knut Hamsun dibe vurmama yardımcı oluyor. Çünkü gerçek hayat orada yaşanıyor. Bunu yaparken uzun betimlemelere ve yorucu yolculuklara başvurmuyor. Bazen yüklemlere gerek duymadan noktayı koyuyor. Duruyorum. Başımı kaldırdığımda bu hayat Knut Hamsun ile tanışmama vesile olduğu için teşekkür ediyorum. Şimdi yazıyı onun da kitabını bitirdiği cümlelerle bitiriyorum:
“Bunları da vakit geçirmek, oyalanmak için yazdım. Ne ona ne şuna faydam var benim, fakat bunları hatıralarımdan ve küçük küçük kâğıtlardan derledim; bu iş için öyle büyük bir pazarlık gerekmedi bana. Öyle işte.
Bu sayfalar pek çok kişiden söz ediyor, ama benim için yalnızca tek bir kişidir sözü edilen.” (sayfa 222)
Diplerde karşılaşmak dileğiyle.
Not: Timaş Yayınları’nın Göçebe, Dünya Nimeti kitaplarının yeniden basımlarında ve Rosa, Benoni kitaplarının basımlarında kullanılan kapak çizimleri Barış Şehri imzası taşımaktadır.