“Bir zamanlar duymuştu, insanın her hücresi yaşamı boyunca defalarca yenileniyordu, öyle ki birkaç yıl içinde asıl bedenden geriye hiçbir şey kalmıyordu. Yani bir anlamda küçük çaplı bir yeniden doğuştu bu. Peki parçalarımız sürekli değişim halindeyse, bütününde bir sürekliliğin varlığını kabul etmek mümkün müydü? Zaman geçtikçe aynı kalan, kökünde ve temelinde değişmeyen öz müydü?” (sayfa 34)
Sanat, insanın bünyesine bir kez girdiği zaman fütursuzca çoğalan insan hücreleri gibi karşı konulmaz bir güce sahip olur. Beethoven’ın sağırken yine de besteler yapması, Van Gogh’un istediği kırmızı renk için kanını kullanması, Frida Kahlo’nun omurgasının kırık olmasına rağmen yattığı yatağında çizimler yapmaya devam etmesi ne içindir? Sanat gerçekten hissedenler için bir sığınak olmuştur. Sanatı böylesine içinde büyütebilmiş insanlara “sanat için değer mi?” denmez. Yaptıklarına çoğu zaman akıl sır ermez.
Özellikle böyle zorlu bir süreçten geçiyorken hepimizin isteklerinde ilk madde sağlık olarak güncellenmiş durumda. Sanatseverler için ise bu cevap yaşayacakları gün sayısından daha fazla eser üretme isteği olacaktır.
“Biz burada ilerleme kaydedemezsek, dışarıda dünya daha yavaş döner.”
“Dilerim yakında tamamen durur.” dedi Mahler. “O zaman pek çok şey kendiliğinden hallolur.” (sayfa 46)
Robert Seethaler’ın yazmış olduğu Son Senfoni, Timaş Yayınları’nın Dünya Edebiyatı Dizisi arasında mart ayı kitabı olarak yerini aldı. Almanca aslından çevirisini Regaip Minareci, editörlüğünü Ayşe Tuba Ayman ve kapak tasarımını Barış Şehri üstlenmiştir. Robert Seethaler’ın Son Senfoni‘si yayımlanmış ilk kitabı değildir. Bundan önce Toprak ve Bütün Bir Ömür kitapları da Timaş Yayınları tarafından yayımlanmıştır.
Robert Seethaler, önceki kitaplarında dokuduğu “ölüm” temasını Son Senfoni için de gerçekleştirmiştir. Yine Neokuyorum.org’da inceleme yazısını yazdığım Toprak kitabı için şunları söylemişim:
“Ölüm ne zaman birisine uğrasa bizim için hep erken bir ölüm olarak nitelendirilir. “Çok erken gitti.”, “Daha yaşayacaktı.” Ve daha zihnimize yer etmiş birçok cümle kurulmuştur ölenin arkasından. Peki ölüm bir son mudur? Robert Seethaler cümleleriyle bize ulaşırken aslında bir yolculuk bileti de uzatmış elimize. Ölülerin bulunduğu toprağın altına yolculuk bu. Çünkü onlar toprağın altında rahat uyumaları için sessizliğe terk edildiklerinde bizim onları terk ettiğimiz gibi terk etmiyorlar kitapta. Yattıkları toprağın üstünde kim geziniyor, mezarına gelip üzerine toprak atanlar ne düşünüyor, bunca zaman hayatlarında neyi yaptılar, neleri yapamadılar anlatıyorlar.”
Yazarların hayatları ile kitapları arasında bir bağın olmadığını söyleyenlere katılmıyorum. Yazar zihninde ne yaşar ve hayatında ne kadarını görürse onu yazacağı kitaba aktarır. Belki yaşadıklarının tersini belki de yaşadıklarının ta kendisini kitabında buluruz. Robert Seethaler da yaşadığı hayatta ölümden korkmamanın geriye kalan zamanımızı daha iyi değerlendirmenin en iyi yolu olduğunu göstermiştir. Eğer yazdıklarının tersine ölümden deli gibi korkan ve ölümden başka hiçbir şeyi düşünemeyen biri ise kendisi için en iyi öğretmeni de içinde bulduğunu yazdığı kitaplar sayesinde rahatlıkla söyleyebilirim.
“Bana bir kez gerçek anlamda baksaydın, o zaman beni görürdün.” (sayfa 87)
Son Senfoni, ancak yarıladığım vakit biyografi olduğunu anladığım bir kitap olmuştur. Bu konuda Robert Seethaler’ın bir olay örgüsü kurmak yerine zaman çizelgesinde bir ileri bir geri gidip karmaşa yaratarak etkileyici bir kitap yazmış olduğunu düşünüyorum. Bir önceki paragrafta beste yazarken bir sonraki paragrafta orkestra önünde şeflik yapan Mahler’i anlatmakta ve aradan geçen zaman yılları geride bırakmaktadır. Ünlü ve genç besteci Gustav Mahler’in piyano odasında çıkardığı bestelerden Viyana Kraliyet Opera müdürlüğüne, sevdiği kadın Alma ile tanışmasından kızlarının hastalıkta verdiği savaşı nasıl gözlemlediğine kadar birçok konu içerisinde dolaşmaktadır. Yani Gustav Mahler’in hayatı ile iç içe geçmiş müzik tutkusu nasıl birbirlerini beslerken bir yandan da sömürmekte sorusunu sormamıza ortam hazırlamıştır.
“Müzik, soluk alabilen ve ağırlıksız bedeni bütün odayı dolduruncaya kadar yayılabilen bir canlıymış gibi karanlıkta onun varlığını hissediyordu Mahler.” (sayfa 14)
Tıpkı Son Senfoni kitabı gibi bir kurgu içerisindeymiş hissi vererek dünya için bir şeyler yapmış iki bilim insanını anlatan Ödül kitabı da Timaş Yayınları’ndan 2020 yılının haziran ayında çıkmıştır. Böylesine önemli insanların hayatlarındaki bir parçanın edebiyat ile harmanlanarak anlatılıyor olması bence akıldaki kalıcılığını arttırmakta. Neticede dünyanın gelişmesine veya insan ruhunun kendisini bir ölçüde iyileştirmesine yardımcı olmak için uğraşmış insanların unutulmamasını önemli buluyorum.
Huntington hastalığı ile yaşamaya çalışan Gustav Mahler artık ayakta o kadar kolay duramıyordur. Büyük bir aşk duyarak evlendiği karısı Alma hep yanındadır. Fakat Gustav Mahler biliyordur ki artık önünde çok da uzun bir ömür yoktur. Durum böyle olunca güzeller güzeli karısı Alma, çevresinde bulunan diğer erkeklerin tekliflerini almaya başlamıştır. Nasıl bir kaderdir bu? Alma, ilk kızı Maria’yı da difteri hastalığından kaybetmişken sıradaki kocası Mahler midir? Üstelik onunla birleştirdiği hayatı boyunca Mahler konser verirken otelin boş masalarında bir camın arkasından bakarak bütün bir ömrünü geçirmemiş midir Alma? Ortak bir hayatın tek başına kalmış ruhu Alma, sırf Mahler’e olan bağlılığından dolayı ondan kopmayı düşünse dahi bir türlü hayata geçirmemiştir. Geçirememiştir.
“Kadın şimdi orada oturmuş bekliyordu, tıpkı çocukluğundan beri yaşam geçip giderken bir şeyi ya da birini beklediği gibi… Alma, “yarı yaşanmış” yaşamından söz ederken sıklıkla böyle derdi.” (sayfa 17)
Bir deniz yolculuğunda başlayan yaşamın parçası bir deniz yolcuğunda son bulmuştur. Denizin dalgası misali nereye gittiğimi bilmeden okuduğum Son Senfoni, keşke biraz daha tanısaydım dediğim bir insan ile tanıştırmış oldu. Gustav Mahler, Robert Seethaler sayesinde tanıdığım ve kitabı kenara koyduğum anda dinlemeye başladığım bir besteci olarak hayatıma imzasını atmış bulundu. 9. Senfoni onun için son senfoni olduğunu bilmeden kendisini doğurmuş oldu. Gustav Mahler bu dünyadan gitmiş olsa dahi 9. Senfoni’si notalarında onu tekrar tekrar yaşatmaya devam etmektedir.
“Susuzluktan ölmek korkunç olmalı, diye düşündü. Ancak her ölüm korkunçtu. Sen nasıl ölmek isterdin?” (sayfa 13)
İyi okumalar.
- Robert Seethaler – Son Senfoni
- Timaş Yayınları – Roman
- Çeviri: Regaip Minareci
- 128 sayfa