“Yalnızca oldukça sade gibi görünen paragrafları ilginç şekillerde bitirmiyor, oldukça normal görünen hikaye akışını da birden epey anlamsız gelebilecek bir sürprizle sona erdiyor; o sürprizden sonra hikaye akışının da aslında yeterince nevrotik olduğunu fark edebiliyoruz.” (Türk okurundan)
Böyle anları çok yaşamadığım için yaşadığım zamanlarda bu anların tadını çıkarmaya özen gösteriyorum. Ama tabii böyle anların geldiğini nasıl bilebilirim: anın sonunda. Göl, bittiği andan itibaren dakikalarca boş boş durup içerisinde yaşattığı yumuşak darbelerin etkisini hissettirdi. Öyle bir şey ki, yaşasanız tanıdık gelir. Sonunu hiç beklemediğiniz bir yerde bitiren ama bunu hiç hissettirmeden -yavaşça akan bir kurgu içerisinde- yapan bir kitap. İşte bu yüzdendir ki bitirdikten sonra nereden nereye geldiğinizi hazmetmeniz için biraz zamana ihtiyaç duyarsınız.
Jean Echenoz, 1947 yılında doğmuş Fransız bir yazar. Zihinleri altüst ettikten sonra yerine oturup sakince getirdiği son hali seyrediyormuş gibi hissettiren, akıl almaz kurgusuyla okurlarının gözünde “haddinden fazla iyi” bir yazar olarak görülmekte. Yazdığı ilk romanı ile Fènèon ödülünü almış ve bununla birlikte eserleriyle bolca ödül toplamış nadir yazarlardan biri olmuştur. Fènèon ile başlayan ödüllerinin ardından saygın edebiyat ödülleri olarak kabul edilen Mèdicis, Novembre, Goncourt, BnF, ve Marguerite Yourcenar ödüllerinin de sahibi olmuştur. Jean Echenoz’un kaleme aldığı orijinal ismi Lac olan 1989 basımlı ve Grand Prix ödüllü kitabı, Göl ismiyle Ketebe Yayınları tarafından şubat ayı itibariyle çıktı. Fransızca aslından çevirisini Mehmet Emin Özcan üstlenmekte.
“Konuları için okuduğumuz kitaplar var, yazarları için okuduğumuz başkaları var. En iyisi elbette ikisini birleştirmek.
Benim durumumda, yazarı için bir Jean Echenoz okunur. Stili gösterişli, beklenenin dışında; metaforu keskin, ince ve çağrıştırıcı. “Göl” kuralın bir istisnası değildir. Ustanın yazısını ve onu çekici kılan her şeyi buluyoruz.” (Fransız okurundan)
Göl, isminin metaforik etkisini gördüğümüz eşsiz bir roman. Gençken okuduğumuz kitaplarda beklenmedik bir şeyler yaşadığımızda kendi aramızda “denizde yüzdük de bir kaşık suda boğulduk” derdik. Göl ismi tam da bu söylemimize atıfta bulunuyor gibi. Denizde yüzdünüz diye sevinmeyin, bir gölde boğulmanın keyfi de bir başka oluyor der gibi sanki Jean Echenoz.
Franck Chopin, böcekbilimci bir casus. Hikayesine konuk olacağımız Clair ailesinden Bay Clair’in kaybolması ve altı yıl ortalıklarda gözükmemesinin ardından Bayan Clair, Franck Chopin ile aşk yaşamaya başlar. Fakat iki insan birbirlerinin vücutlarında dahi bilmedikleri noktaları yokken hayatları hakkında hiçbir şey bilmiyordur. Bu durumda ileride birbirlerini bir işte karşı karşıya getirdiğinde aralarındaki aşkın kuvvetinin bir önemi kalacak mı bilinmez.
Albay Seck tarafından emir alan Franck Chopin’in en çok tercih edilmesinin sebebi ajan olarak sinekleri kullanmasıdır. Evinde birçok sinek yetiştiren Chopin, her birine özenle bakar ve besler. Saniyelik çiftleşmelerini dahi hayranlıkla seyreden bu adam adeta mesleğine aşıktır. Üstelik bu meslek aşkını casusluk üzerinde kullanmakta da ustadır. Sineklerin vücutlarına yerleştirdiği mikrofonlarla dinlemek istediği kişinin odasına rahatlıkla sızabilmektedir. Hem sinekleri bilirsiniz; öldürseniz ölmezler, kovalarsınız bitmezler. Bence ajan olarak seçilebilecek en mükemmel canlı olmakta Chopin yanılmış olamaz. Fakat tabii Göl kitabı sayesinde benim de hiç hazzetmediğim bu hayvanlar hakkında öğrendiğim şeyler oldu. Mesela vücutlarında mikrofon taşımaları için hayvanları özenle seçen Chopin, bu görev için güçlü sinekleri tercih ediyor. Mikrofon yerleştirilmiş sinekler takip edeceği kişi için aralarında görev dağılımı yapabiliyor. Biri etraftaki sesleri alırken biri o kişiye yakın duruyor. Olur da bir gazete darbesi ya da tokatla öldürülürlerse vücutlarındaki mikrofon birkaç saat daha kayıt alabiliyor.
Jean Echenoz, alışılmışın dışında bu kurgusuyla elbette büyük risk almış. Böyle kurguların tutup tutmayacağı tamamen okurun görüşüne bağlı. Kurgu eğer çok büyük ve gerçeği gölgeleyecek derecede hayali olur ise okuru sıkabilir hatta kitabı yargılamasına dahi sebep olabilir. Fakat Göl gibi nadir eserlerde bu kurgu öyle gerçekçi bir hayal üzerine kurulmuştur ki “Yoksa?” ikilemine düşürür ve gerçek olabilme ihtimalini düşünürken sizi çoktan içine alarak etkisini gösterir.
“… -sinekler hakkında sonunda her şeyi öğreneceğiz, öyle ki söylenecek yeni bir şey kalmayıncaya dek, belki de çoktan her şeyi öğrendik; bu da Chopin’in tıpkı sinekler gibi büyük bir cama yapışmış halde neden bütün gün boş durduğunu açıklardı.” (sayfa 34)
Jean Echenoz, çarpıcı kurgusunun yanında betimlemeleri için de iltifat toplayabilir benden. Hiç uğraşmadan bir cümlesiyle içine alan yazar, belki de kurgusunun bu denli güzelleşmesinin nedenlerinden biridir. Chopin’in Suzy Clair ile geçirdiği vakitlerde Suzy Clair’i yakın merceğe alan yazar, onun melankolik geçmişine ve hayatta kalmak için kocası olmadan yaşamaya çalıştığı altı yıla okuru konuk eder. Suzy Clair, bunca yılı küçük oğlu Jim ile birlikte göğüslemiş ve bir şekilde yaşamına devam etmeye çabalamıştır. Fakat yine de Suzy Clair ne zaman sahneye çıksa arkasından getirdiği bulutlarıyla hüznünü de yanında taşımakta.
“Suzy elbette küçükken deli değildi, sadece vücut organlarına isim veriyordu: O zamanlar karnının adı Simon’du, karaciğeri Judas, akciğerler Pierre ve Jean. Kalbi istediği gibi kimlik değiştiriyordu, önce on dört yaşlarında onu ilk öpen Robert isimli birinin kimliğini almıştı.” (sayfa 61)
Zaman ilerledikçe teknolojinin hayatımızdaki yeri kaçınılmaz oldu. Bu durum polisiye kitaplarda telsizler, arabaların arkasına kurulan sistemler, kontrol mekanizmaları, dahice teknolojik ürünlerle kendini hissettirmeye başladı. Fakat Göl kitabı 1989 yılında çıkmış bir kitap olmasına rağmen sinekleri ileri teknolojik bir ürün olarak kullanmayı düşünmüş ama bir yandan telefon kulübesindeki telefon ahizelerinde konuşmadan anlaşma yapıldığını da göstermiştir. Bu sayede Göl, mide hareketini hızlandıran heyecan ile kendisini okutmayı yeniden başarmaktadır.
“Chopin kulübeye girdi. (…) Ama ahizeyi kaldırmadı; bakışlarıyla Suzy Clair’in numarasını çevirdi sadece. Cebinden mavi bandı çıkarıp beceriklice bir parça kopardı, telefonun altına yapıştırdı, sonra kabinden çıktı.
Sinemadan çıktıktan sonra arabasına dönmeden önce telefon kabinine uğradı. Telefonun altında parmaklarının ucuyla yoklayıp bandı buldu, metalden daha kaygan ve ılıktı. Tırnak ucuyla çıkardı, dikkatle baktı: rengi değişmişti. Alışılmışın şifreye göre bunun anlamı bandın alındığıydı, bandın sarı oluşu Albay’ın o akşam bir öncekiyle aynı yerde ve saatte görüşmeye geleceğini gösteriyordu.” (sayfa 75)
Göl için ne söylesem, bana hissettirdiklerini nasıl tarif etsem bilemiyorum. Bunun için onlarca yorum okudum. Kimler, neler söyleyebilmiş diye araştırdım durdum. Çünkü öyle bir his ki sanki bir başkası okusa başka bir ayrıntıyı fark edecekmiş ve işin seyri değişerek çok başka bir şeye dönüşecekmiş gibi. İşte bunun için yorumlar arasında kendimi kaybettiğim anda bir yorum ile yeniden kendimi buldum. Fransız bir okurunun yorumu ile Göl için düzdüğüm methiyelere noktayı koyuyorum. Yazıya başladığım zamanki hayranlığım bitirdiğim anda bile üçe katlanmış durumda. Lütfen okuyun ve kaybolanlar arasında kendinizi bulun.
“Bir kez daha, ilk satırlardan itibaren büyünün etkisindeyim. Bir kez daha, bu casuslar ve karşı casuslar hikayesinin inceliklerini gerçekten takip etmedim, mollerle ikiye katlandı, şifreli randevular ve kayıp kocalar… ve bir kez daha, önemli değil.
Bu özel üslup, hikaye ile biraz mesafe yaratır. Sanki karakterlerin dekorları ve evrimleri naif bir gözle, ona sunulan sahneleri tarafsız ve dolaylı olarak gözlemleyerek incelenmiş gibi.” (Fransız bir okurundan)
İyi okumalar.
- Jean Echenoz – Göl
- Ketebe Yayınları – Roman
- Çeviri: Mehmet Emin Özcan
- 140 sayfa