
Ray Bradbury
ABD’li yazar Ray Bradbury 22 Ağustos 1920’de Illinois’de dünyaya geldi. Biz onu en çok 1953’te yayınlanan ünlü romanı Fahrenheit 451‘le tanıyoruz. Oysaki kendisi çok üretken bir yazar. Yüzlerce hikaye yazmış ve çocuk kitapları, tiyatro oyunları gibi alanlarda da eserler vermiş.
Ray Bradbury, İthaki Yayınları’ndan çıkan Fahrenheit 451’in önsözünde romanı beş kısa hikâyesinden yola çıkarak nasıl yazdığının sergüzeştini anlatırken kendi yaşamını da satır aralarına yerleştirir. Önsözü okurken en az romandan aldığım keyfi almıştım ve şöyle demiştim, “Bizim Ray epey muzip bir adammış!”
Şimdi o yaşama biraz göz atalım. Hikâye yazmaya on iki yaşındayken başlar ve uzun süre sadece kısa hikâyeler yazar. Bu hikâyelerden biri ilk kez basıldığında yirmi yaşındadır. Kitaplar onun için bir tutkudur. Dokuz yaşındayken vaktiyle İskenderiye Kütüpnaesi’nin yandığını duyup ağlayan Bradbury çocukluktan, hatta kütüphaneden ödünç aldığı kitapların ağırlığı kendi ağırlığından fazla olduğu kadar küçük yaşta olduğu zamanlardan, beri kütüphanede olmaktan daha zevkli bir yer hayal edemez. Ailesi iki yıl boyunca ülkeyi dolaşırken mola verdiklerinde Ray Bradbury’nin yaptığı ilk şey her nerdeyseler oaradaki kütüphaneye koşmak olur. Bu koşturmalar sırasında on iki yaşlarında bir çocuktur.
Liseyi bitirince eğitimine devam edemez. Ancak kütüphanesinden vazgeçmez. Sokak köşesinde kitap satar ve şehir kütüphanesine giderek orada kütüphaneye gelenlerin not alması için verilen küçük kağıtlara hikayeler yazar. Fahrenheit 451’de geçen şu satırları okurken aklımın bir köşesinde Ray Bradbury’nin bu sarsılmayan azmi vardı. “Kitaplarda bir şeyler olmalıydı, hayal edemeyeceğimiz şeyler, kadının yanan bir evde kalmasını sağlayacak şeyler; orada bir şeyler olmalı. Bir hiç için kalmazsın.”
Kitaplardaki her ne ise Ray Bradbury neredeyse doğuştan diyebileceğimiz bir seziyle onu fark etmiştir ve küçük kağıtlara yazmaya devam eder. Kendi ifadesiyle 28 yaşındayken kütüphaneden çıkar. 30 yaşına geldiğinde yazmak için gereken büroyu tutacak parası yoktur. Kaliforniya Üniversitesi’nin kampüsünde dolaşırken – bana sorarsanız kütüphanesinin yolunu arıyordur – bir yerlerden gelen daktilo seslerini duyar ve kiralık bir daktilo odasını keşfeder. Sevinçten çıldırmış halde yazmaya başlar. Bu arada hikâyeleri zaman zaman bazı dergilerde yayınlanmaktadır. Başlangıçta Fahrenheit 451’i yayınlatacak bir dergi bulamaz. Sonunda genç bir editör kitabı satın alır.
Ray Bradbury’nin yazmaya, kitaba, kütüphaneye, kitapçıya – eşiyle bile bir kitapçıda tanışır – olan tutkusunu bizzat kendinden okuduğumuzda Fahrenheit 451’i de başka bir gözle okuyoruz. Kısıtlı imkânlara rağmen, küçük kağıtlarda bile olsa kendine bir yol bulan, hiç pes etmeyen ve tüm bunları anlatırken satırlardan yayılıp bizi bulan iyimserlikten anladığımız gibi umudunu kaybetmeyen yazma tutkusunu okuduğumda karşımda bir an on iki yaşında kütüphaneye koşan, gözleri parlayan küçük Ray Bradbury canlandı. Belki de bu sebeple yazıyı yazarken isminin geçtiği yerlerde ondan sadece Ray diye bahsetmek istedim. Şimdi diyebilirim belki, iyi ki yazmışsın Ray!
Ray Bradbury birkaç yıl önce, 2012’de aramızdan ayrıldı. Bize okunacak pek çok kitap bıraktı. Bizde de basılan birkaç tanesinin ismini belirtip noktayı koyuyorum: Mars Yıllıkları, Karahindiba Şarabı, Sonbahar Ülkesi, Resimli Adam, Şimdi ve Daima, Deliler Mezarlığı…
“Kitaplar, tören alayı büyük bir gürültü içinde caddede ilerlerken, Sezar’ın kulağına ‘Unutma Sezar, sen de ölümlüsün!’ diyen proleter muhafızlarıdır.”
Yoruma kapalıdır.