Kitap okumanın yarattığı mutluluk hangi kelimelerle tanımlanabilir? Hangi güzel kelimeler yeterli olabilir kitapların yarattığı duygu dünyasını tanımlamaya?
Üstelik okuduğunuz kitap bir de sizin söyleyemediklerinizi söylemişse, bağlanmak için bir başka neden daha elde etmiş olursunuz.
İşte gönülden bağlanacağınız bir kitap: Fahrenheit 451
Kitap zevki, kişiden kişiye farklılıklar gösterse de Fahrenheit 451 kimsenin okumaktan pişmanlık duymayacağı kitapların arasında yer almaktadır. Şüphesiz bilim kurgu tarzında yazılmış olması da kurgudaki etkiyi arttırmaktadır.
“Yakmak zevkti.” diye başlar kitap. Etkileyici bir başlangıç, kitabın içeriğini net bir şekilde ortaya koyar.
Başkahramanımız Montog; itfaiyeci olarak çalışmakta, evli ve mutlu bir bireydir. Hayatının üzerine düşünmediği için kendini, işini, evliliğini sorgulamamış; doğal olarak mutsuz olabilecek hiçbir durumla karşılaşmamıştır. Yaşadığı iki olay onun duygu dünyasını derinden etkilemiştir. Dönüm noktası olarak nitelendirilebilecek bu iki olay, Montag’ın kendisiyle yüzleşmesine neden olmuştur. Komşusu –kendisini 17 yaşında ve çılgın olarak nitelendiren- genç Clarisse McClellan , Montag’ın ‘kendine dönmesinin’ ilk basamağı olmuştur. Genç kız, Montag’ın günlük yaşamda dikkat etmediği küçük ama çok önemli noktaları ona sormuş, Montag’ı bu sorularla oldukça şaşırtmıştır.
“Sen şehrin ilerisindeki yerleşimsiz bölgede 65 metrelik panoları hiç gördün mü? Panoların bir zamanlar yalnızca 6.5 metre boyunda olduğunu biliyor muydun? Fakat araçlar hızlı gitmeye başlayınca, reklamların daha uzun süre görülebilmesi için panoları uzattılar.
Montag birdenbire güldü. ‘Bunu hiç bilmiyordum.’ dedi.”
Gerçekten de bilmiyordu Montag. Görmemişti, düşünmemişti, yaşamamıştı hayatı tam anlamıyla. Sadece işine ve eşine karşı sorumluluklarını yerine getirmişti. Amirlerinin ve eşinin mutluluğu ona yetmişti. Ancak Clarisse, Montag’ın diğer itfaiyecilerden farklı olduğunu hissetmekteydi. Ona söylediği her şeye şaşıran bu masum adamın diğer itfaiyeciler gibi kötü, bencil olması imkânsızdı. Clarisse, haklı çıkacaktı şüphesiz. Montag, Clarisse sayesinde görecek, hissedecek ve anlayacaktı yaşamı. Nitekim Montag’ın itfaiyecilerden ve evlerinin duvarlarında gösterilen saçma sapan eğlence programlarının müptelası olan diğer insanlardan farkını Clarisse şu cümlelerle ortaya koymuştur:
“Nasıl başladı bu? Nasıl girdiniz bu işe? Bu işi nasıl seçtiniz ve bu mesleğe sahip olmayı nasıl düşündünüz? Siz diğerlerine benzemiyorsunuz. Birkaçını tanımıştım, biliyorum. Konuşurken yüzüme bakıyorsunuz. Dün gece ay hakkında bir şeyler söylediğimde aya baktınız. Diğerleri bunu asla yapmazdı. Diğerleri ben konuşurken terk edip giderdi. Ya da tehdit ederlerdi. Kimsenin bir başkasına ayıracak zamanı yoktur. Bana katlanan ender kişilerden birisin. İşte bu yüzden senin itfaiyeci olman çok garip. Sana pek uymuyor, her nasılsa.”
Bu sözler Montag’ın amansız bir düşünce hastalığına’tutulmasına neden olacaktır. “Bu toplumda neden kitapların olmadığını, kitap bulunan evlerde sadece kitapları yakmak varken evlerin de tamamen neden yakıldığını, insanların neden eğlence programları dışında herhangi bir televizyon programı izleyemediğini” bugüne kadar düşünmediğini fark etmiştir. Bunları düşünmek onun için şüphesiz çok tehlikelidir. Bu düşüncelerle boğuşurken kitap bulunan bir evi yok etmeleri için alarm gelir. Eve gittiklerinde her zamanki gibi evin boş olmasını beklerken bir kadın karşılamıştır itfaiyecileri. Kadın çıkarılan yangına rağmen evi terk etmemiştir. Kitaplarıyla kül olmayı tercih eden kadın sayesinde Montag, artık ‘ne olmak istediğine’ karar vermiştir. O evden göğsüne birkaç kitap saklamayı başararak ayrılır. Ancak kadının ölümü Montag’ı derinden sarsar. Clarisse’den sonra onu etkileyen ikinci olaydır bu. Artık işe gitmemeye karar verir. Bu, rahatça uygulanabilecek bir karar değildir şüphesiz. Karısı çılgına döner, amiri Yüzbaşı Beatty evine kadar gelir ve ona kitaplarla ilgili bir nutuk çeker. Toplumun, kitaplara bakış açısını anlayabilmek adına toplumun bir bireyi olan ve onu çok net bir şekilde temsil eden Montag’ın karısı Mildred’in sözlerini paylaşmamın açıklayıcı olacağını düşünüyorum. Montag, kitaplarıyla yanan kadından ne denli etkilendiğini karısıyla paylaşmaya çalışırken karısı şu sözleri haykırır Montag’ın suratına:
“O benim için bir hiç; o kitaplara sahip olmasaydı. Onun sorumluluğu, düşünmesi gerekiyordu. Ondan nefret ediyorum. O seni etkilemiş ve bundan sonra olacakları biliyorsun, dışarı atılırız, evsiz, işsiz, hiçbir şeysiz kalırız.”
Montag taşıdığı ruhla nasıl acı çekiyorsa karısı da taşıdığı ruhla o kadar toplumun doğrularına hizmet etmektedir aslında.
Montag, artık eskisi gibi olamayacaktır. Gerçekten hisseden, duyan, yaşayan bir birey hâline geldiği için ne karısının yanında kalabilir ne de itfaiyeci olmaya devam edebilir haldedir.
Yüzbaşı Beatty, Montag’ın yaşamına kaldığı yerden devam edebilmesi için insanlık tarihinin acıklı hikâyesini anlatır uzun uzun ona:
“Okullardan araştırmacılar, eleştirmenler, bilginler ve simgesel yaratıcılar yerine; koşucular, atlamacılar, yarışçılar, aylaklar, aç gözler, kapkaççılar, uçucular, yüzücüler çıkınca ‘entelektüel’ sözcüğü de hak ettiği üzere bir küfür haline geldi. Her zaman bilinmeyenden korkarsınız. Sınıfınızdaki her soruya cevap veren, özellikle ‘parlak’ arkadaşınızdan, kurşundan putlar gibi oturan diğer tüm öğrencilerin nefret ettiğini eminim hatırlarsın. Saatler sonra bile dövmek için, canını acıtmak için seçilen kişi o parlak çocuk değil miydi? Elbette oydu. Hepimiz birbirimize benzemeliyiz. Hiç de anayasanın dediği gibi, kimse eşit ve özgür doğmamıştır, herkes eşit yapılır. Her insan bir diğerinin sureti olunca herkes mutlu olur, ortada çekinilecek, korkulacak, herkesin kendisini yargılamasına yol açacak dağlar yoktur.”
“Politik bakımdan mutsuz bir adam istemiyorsan, kaygılandıracak bir soruda ona iki bakış açısı verme, birini ver. Daha da iyisi hiç verme. Onlara yarışmalar düzenle, en popüler şarkıların sözlerini, devletlerin başkentlerini veya Iowa’da geçen yıl ne kadar mısır yetiştirildiğini bilerek kazansınlar. Onları patlamalarına neden olmayacak bilgilerle doldur, öyle lanet olası ‘olaylarla’ tıka basa yap ki, kendilerini bilgileriyle gerçekten ‘zeki’ hissetsinler. Sonra düşündüklerini hissedecekler, hiç kımıldamadan hareket ettikleri hissine kapılacaklar ve mutlu olacaklar.”
Ne çok şey var bu kitaba dâir anlatacak. Ancak lezzet alacağınız noktaları size bırakma adına kitabın devamını anlatmamayı tercih ediyorum. Naçizane fikrim olarak bu kitabı okuduktan sonra 1966 yılında François Truffaut tarafından çekilmiş filmi izlemenizi öneririm. Ancak filmin Değişen Dünyanın İnsanları’adıyla piyasaya sürüldüğünü bildirmek isterim.
“Bir kitap okudum hayatım değişti” sözünü haklı çıkaracak bu kitapla sizi baş başa bırakıyorum.
- Ray Brandbury – Fahrenheit 451
- İthaki Yayınları – Roman
- 240 sayfa
- Çevirenler: Zerrin Kayalıoğlu / Korkut Kayalıoğlu