Kadının Adı Yok, Aslında Aşk Da Yok, Aşk Gidiyorum Demez, Aslında Özgürsün. Dört farklı kitap ve tek bir konu; kadın. Aralarında en çarpıcı olanı, benim de en çok etkilendiğim, yayınlandığı zaman da çok büyük ses getiren Kadının Adı Yok romanı. Yazıldığı dönemin hatta günümüz şartlarının dahi üstünde bir açık sözlülük ve ileri görüşlülük …
Kahramanımız bir kadın, aslında tüm kadınların birer kahraman olduğunu anlamanız için yaşadıklarını anlatıyor ve ezilen hor görülen eşitsizliği yaşamının her anında hisseden isimsiz birçok kadını temsil ettiği için kitaptaki kadının adı hiçbir yerde telaffuz edilmiyor. Birçok kız çocuğu gibi küçük yaşta erkeklerden farklı muamele görmeye başlıyor. Yazılı bir kural yok ama farklı giyinmek, farklı yürümek, çocukken oynadığı erkek arkadaşlarına farklı davranmak, babası yaşında heriflerin tacizlerine sessiz kalmak, çalıştığı işlerde erkeklerden az para almak, terfi alırsa bunu kadınlığı yüzünden değil çalışkanlığı yüzünden aldığını ispatlamak, her daim erkelerin bir adım arkasında yol almak, hem iş kadını hem evinin kadını olmak, mutlaka çocuk doğurmak ve bir de hayatındaki erkekleri her zaman mutlu etmek zorunda kalan isimsiz onca kadından sadece biri.
Bu kadınlar bir anda çocukluktan kadınlığa geçiyor, bu kuralları alınlarına kazınmış gibi uyguluyor, uygulamayan hemcinslerini de yalnızlık ve dışlanmışlıkla tehdit ediyor. Yani toplum kadınları özgürlükten “korumak” maksadıyla yaşamlarına duvarlar örüyor kadınlar da korunma ihtiyacı adı altında özgürlüklerinden feragat ediyor. Okurken çok distopik gelebilir ama Türkiye’de ve dünyada binlerce kız çocuğu okula gönderilmiyor, kadın ve erkeğin iş hayatında eşit konuma gelebilmesi için 117 sene gerekiyor (Dünya Ekonomi Forumu 2016 Raporu), binlerce çocuk gelin var ve aynı şekilde yüzlerce kadın psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalıyor ki çoğu bunun farkında bile değil, ve yine binlercesi o yukarıda saydığım maddelere uymadığı için katlediliyor. Duygu Asena okurken içinde yaşadığınız kalıplara yukarıdan bakabiliyorsunuz, yaşadığınız birçok şey size normal gelirken aslında anormal bir normale hapsedilmiş olduğunuzu görüyorsunuz.
Kadınların kişiliğinin bekaret, evlilik ve çocuk sayısıyla ölçüldüğü, anneliğin çocuğunu bırakıp işe gitmek ya da işini bırakıp çocuğuyla ilgilenmek arasına sıkıştırıldığı, mutluluğunun dört duvar arasına ve tek bir erkeğe bağlı olduğu bir dünyada yaşadığını henüz görmeyenler için çok aydınlatıcı kitaplar. Katledilen kadınlar için anıtsayaçlar kurulmuş bir ülkede yaşıyorken (2017 yılında öldürülen kadın sayısı bugün itibariye 267) bu kaderi değiştirmekte en önemli işin yine kadınlara düştüğünü düşünüyorum. Henüz Duygu Asena okumamışsanız, bu alıntılar umarım fikrinizi değiştirir ve feminizmin “bayan değil kadın” cümlesinden çok daha somut çok daha önemli bir şey olduğunu, aslında hepimizin farklı yerlerde aynı senaryolara maruz kaldığımızı, saygı görebilmek için önce kendimize ve farklılıklarıyla tüm insanlara saygı göstermemiz gerektiğini anlayabilirsiniz ve okumaya başlarsınız.
“Ya kaçmasaymış Zeliha? Ya ömrünün sonuna dek o sevmediği tiksindiği adamla çocukları uğruna ve çocuklarını suçlayarak yaşasaymış bir ölü gibi… Bana çok şey borçluymuş… Bana çoğu kişi kızıyormuş ama kızanlar ya erkekler ya cesareti olmayan kadınlarmış…
Oysa artık o da inanıyormuş, insanlar mutlu olmadıkları ortamdan kaçıp gidebilmeliymiş, yaşam insana geçici olarak verilen bir armağanmış, güçlü olmak gerekirmiş bu mutlulukmuş.
Ve kadınlar, ilk yedikleri tokadı mutlaka fark etmelilermiş.”
“Çalışmak istiyor ama kocası istemediği için çalışmıyor,arkadaşlarıyla tiyatroya gitmek istiyor ama kocası istemediği için gitmiyor, yazmak istiyor kocası istemediği için yazmıyor, mini etek giymek istiyor ama kocası istemediği için giymiyor. Bir insan bir şeyler istiyor ama başka bir insan onu engelliyor. Bunun adını da beraberlik koymuşlar ya da yuva demişler… Bu yuvalar ne zaman gerçek bir yuva haline gelecek yani özgürleşecek? “
“Pek çok çalışan anne, pek çok annesinden ayrı yaşayan bebek var. Onların sağlıksız büyüyeceği düşüncesi neden doğru olsun? Benim annem çalışan bir kadın olsaydı daha bağımsız, daha özgür, daha güvenli bir insan olurdu mutlaka. Bu da bize yansırdı… Belki sevmediği kocaya bağlı, ürkek, mutsuz annenin varlığı kardeşim ve bende ayrı ayrı da olsa olumsuz, çelişkili etkiler yarattı. Baskıcı ve sahip bir baba ile bağımlı ve ürkek bir anne yerine ayrı dünyaları olan, bağımsız yaşayan, birbirlerine mecbur oldukları için değil birbirlerini sevdikleri için beraber olan bir anne baba elbette daha iyi çocuklar yetiştirirdi.”
“Yaşamımın hiçbir anını boşa geçirmedim. Hepsinden yararlandım, bir şeyler öğrendim. Şimdi yaptığım tüm yanlışları da görebiliyorum. Ama tümü de benim yanlışlarımdı, kimseye bir zararı dokunmadı onların. Birilerini incittimse de, incitmek için yapmadım. İncineceksiniz, inciteceksiniz. Durmadan özveride bulunmak mutluluk sağlamıyor, ne bulunan için, ne de bulunulan için. Ama demek ki eş olmak bir gereksinim, hep aynı kişiyle birlikte olmak, adının onunla birlikte anılması, aynı şeyleri düşünmek, aynı şeylerden hoşlanmak, tartışmak, güzellikleri, acıları paylaşmak bir gereksinim. Gecelerden bir gece, sabaha karşı sıkıntı içinde uyanıp elimi yanımdaki boşlukta gezdirip, çarşafın üzerini hafifçe okşadığımda, yüreğime, beynime ve bedenime hak verdim. Evet bir şeyler eksik ve ben o eksiklikle yaşayamıyorum, özgürlüğün bedeli yalnızlık olmamalı. Hiç kimseden, hiçbir şey beklememek, başını kimsenin omuzuna dayayıp ağlayamamak, kaskatı olmak, duygusuz görünmek.. Bu mu, özgürlük bu mu olmalı? “
“Bunca yıllık yaşamımda bir tek şunu öğrendim… Şu reçeteyi: mutlu olmadığın ortamdan kaç git. Bunun için de güçlü ol, kendi kendine yet. “
- Kadının Adı Yok – Duygu Asena
- Doğan Kitap – Roman
- 184 Sayfa