“Gözlerinden bellidir Cevriyem sende kara sevda var…”
Şarkısını dinlediğimiz, filmini izlediğimiz Fosforlu Cevriye’nin romanını okuyalım mı? Buyurun okuyalım.
Fosforlu Cevriye, Suat Derviş’in (1903 – 1972) en bilinen romanıdır. 1944-45 yıllarında tefrika edilir, sonra 1968’de roman olarak basılır.
Önce Suat Derviş hakkında iki kelam edelim. Suat Derviş otuza yakın romanının yanı sıra pek çok hikâye de yazmış bir yazar olmasının yanı sıra Avrupa’ya muhabir olarak giden ilk kadın gazetecidir. Aynı zamanda ilk basın sendikasının kurucularından birisidir.
Şimdi gelelim hüzünlü bir roman olan Fosforlu Cevriye’ye. Cevriye bir hayat kadınıdır. 1940’larda İstanbul sokaklarında yaşar. Karakollara düşer, meyhanalere gider, sokaklarda gezer. Ailesi yoktur ama dostları vardır. Hayal meyal hatırladığı adam babası mıdır? O da bilmez. Bildiği hayat, sokaklarda yaşanan ve kendine has kuralları olan hayattır. Eline uyuşturucuyu tutuşturan adamı tanır tanımasına ama hapse girme pahasına adını vermez mesela. Onun bildiği hayat böyledir. Sonra bir gün Cevriye’nin ezberi bozulur. Çünkü adını bile bilmediği bir adama aşık olur. Siyasi suçtan aranan ve saklanan bu adam, Cevriye’ye hayatında ilk defa bir hayat kadını olarak değil, insan olarak davranır. Saygının, merhametin, karşılıksız iyiliğin şaşkına çevirdiği Cevriye için bu adam artık hayatta kaybettiği her şeyin simgesidir.
Karakolda Ayna Var, Kız Kolunda Damga Var, Gözlerinden Bellidir Cevriye ve Sende Kara Sevda Var isimli dört bölümden oluşan romanda Cevriye’nin aşkını ve yaşamını okuruz. Dünyayı, hayatı ve aşkı 1940’larda yaşayan bir hayat kadınının gözünden görürüz. Bizden çok da uzağa düşmez Cevriye. Bir yandan da o yılların İstanbul’unda dolaşırız. Canımın içi İstanbul kimbilir ne güzeldir o zaman.
Özellikle Türk romanlarında en sevdiğim şey olan romanı sosyolojik bir belge olarak okuma kısmına gelince, Fosforlu Cevriye’den çöp kayıklarını öğrendim efendim. Cevriye romanın bir yerinde çöp kayıklarına bakar ve yoluna devam eder. Romanı okursanız ve merak ederseniz, ben araştırdım, söyleyivereyim. Osmanlı döneminde çöpler, kayıklarla denize atılırmış. Yani dönemin çöp kamyonlarıymış onlar. Bu adet 1940’ların ortalarına kadar devam etmiş. Osmanlı döneminde endüstriyel üretim, kimyasal madde vs. olmadığı için, yani çöpler organik olduğu için bunu yapmakta bir sakınca yokmuş. Ancak sanayileşmenin artan etkisi ile birlikte çöplerin de yapısı değişince ve denizleri kirletebilir hale gelince artık denizlere atılmamış ve çöp kayıkları da ortadan kalkmış.
Fosforlu Cevriye naif, hüzünlü, buruk bir hikâye; sevmek kolay Cevriye’yi. Ben sevdim. Siz de sevin isterim.
- Fosforlu Cevriye – Suat Derviş
- İthaki Yayınları
- 272 sayfa