Çocuk edebiyatı alanında verdiği eserlerle tanıdığımız Tuğba Coşkuner ile karantina günleri, çocuk edebiyatı ve çocuk-kitap ilişkisi üzerine konuştuk…
-Karantina günleri senin için nasıl geçti/geçiyor? Bir yazar olarak bu zaman dilimini verimli değerlendirme fırsatın oldu mu?
Keşke böyle bir sebeple olmasaydı ama evde olmaktan, içime dönmekten, yazmaya odaklanmaktan çok mutluyum. Aslında tam da aradığım şeymiş. Hatta bu süreçte, süreç bittikten sonra da evde kalmam gerektiğiyle ilgili kararlar aldım. Karantina, benim yazı disiplinime, kalbime, aklıma iyi geldi. Bol bol okudum elbette. Her gün yazmaya çalışma gibi bir rutinim vardı, o rutine ayırdığım süreyi arttırdım. Aslında beni oyalayan ve yapmak istemediğim ne kadar çok şey varmış, fark ettim. Hem işlerimde hem de ilişkilerimde minimalizme yöneldim.
-Bu dönemde senin için neler değişti, neleri gözden geçirme fırsatı buldun?
Gözden geçirmediğim hiçbir şey olmadı. Sürekli kendime, “Neyi yapmayı özlüyorsun?” diye sordum. Bundan sonraki yaşamımda da o şeylere kanalize olacağım. Yemek yapmakla aram yoktu ama kendimi sık sık mutfakta buldum. Daha doğal bir yaşam için dışarıdan aldığım şeylerin sayısını azaltmaya yöneldim. Mesela, en son topladığım iğde çiçeklerinden şerbet yapıyordum. Normalde de dikkat ederdim ama sıfır atık meselesiyle daha yakından ilgilenmeye başladım. Kırmızı solucanlarımla birlikte kompost yapıyor, sirkeler kuruyor, öyküler yazıyor, editörlüğe ve yayın danışmanlığına devam ediyorum. Kedilerimde daha fazla vakit geçirmek de bana oldukça iyi geldi.
-Pandemi ile çok sıkmayayım. Bugüne kadar yayımlanmış sekiz kitabın bulunuyor. Yazma eylemi için seni motive eden ilk durum neydi?
Bir derdinin olması gerekiyor. Bir şeyler içinde kaynamaya başlıyor ve sen tepki gösterme, haykırma, dur deme ihtiyacı hissediyorsun. Bunları yapamasan da en azından seninle aynı şeyi düşünen ve bunun için didinen insanların arayışına giriyorsun. Savaşlara, acılara, ayrılıklara, kaybedişlere, yitip gidenlere, haksızlıklara, mazlumlara dair konuşmak telaşına düşüyorsun. Herkes bu ihtiyacı farklı şekillerde dışa vuruyor. Ben de yazıyorum. Tarihe, psikolojiye ve edebiyata oldukça ilgiliyim. Eğer bu iki disipline muhabbet besliyorsan mutlaka anlatacak bir şeylerin oluyor.
-Düzenli yazma saatlerin var mıdır ya da her gün illaki birkaç sayfa da olsa yazayım diye oturur musun çalışma masana?
Var, evet. Ama kelime ya da sayfa bazlı yaklaşmaktan ziyade ben saat odaklı çalışıyorum. Her gün en az 1 saat yazıyorum. Bazen masanın başına oturup hiçbir şey yazamadığım da oluyor. Ama olsun, yine de o saatte masanın başına geçiyorum. Bunu bir sevgiliyle randevulaşmak olarak görüyorum. O saatte ben oradayım, ilham gelmezse de olur. Ben randevuma sadık kalıp sürekli onu çağırıyorum. Hiç yazamadığım günler olduğu gibi masanın başından kalkmadığım günler de oluyor. Saatlerce uğraşıp çeyrek sayfa doğurduğum da var, yarım saatte bir öykü bitirdiğim de… Günden güne değişiyor, konuya ve metnin türüne göre değişiyor, betim ilhama uygun bir ortam oluşturup oluşturmama göre değişiyor.
-Bildiğim kadarıyla hayallerini gerçekleştirmeyi seven birisisin. Çocuk ve gençlik kitapları da hayallerle kaplı olur genelde ama bu ebeveynleri nedense rahatsız eder. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?
Ebeveynler çocuklar hayal kurmasın ve soru sormasın istiyorlar. Hepsi olmasa da birçoğu böyle. Çünkü bunları yapan çocukların sorgulama yeteneklerinin geliştiğini ve hemen her şeyi kabul etmeyeceklerini biliyorlar. Bu da elbette yetişkinler olarak bizim otoritemizi sarsıyor. Çocuklara bir şeyi izah edecek ve çocuklarla söylediğimiz şeyleri konuşacak vaktimiz olmadığı için onların verdiğimiz emirleri hemencecik orada uygulamaları işimize geliyor. Ne yazık ki! Benim yazdığım okul öncesi kitapları çocukları soru sormaya, zorba yetişkinlerle savaşmaya, hakkı yenenin yanında olmaya ve harekete geçmeye sevk eder. Bu yüzden eleştiri aldığım da oldu.
-Bir de ebeveynlerin çocuklarına kitapları seçme özgürlüğü vermek yerine kendi doğruları ve zevklerine göre seçmesi var. Bu çocukların kitap sevgisini zedelemiyor mu?
Zararlı içerikler de var ama bunların sayısı elbette çok az. Ben o yüzden en azından çocuklar için kitapları seçsek de seçtiğimiz kitaplar arasından onlara bir seçme hakkı verilmesinden yanayım. Okul öncesi ve ilkokulda böyle bir yöntem kullanılabilir ama bir çocuk bir kitabevinde bir kitap görüp illaki almak istiyorsa onun da önüne geçilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Kitabevinde uygun yerde durup kitapla ilgili bir internet taraması yapılabilir. Çocuğa bu alışkanlık kazandırılabilir. Böylece çocukları istismar edecek içeriklere sahip kitapların önüne de geçilir. Sadece burada önemli bir nokta var. Çocukla ailenin iletişimi. Tüm tedbirlere rağmen kitapta yine sıkıntılı bir öge olabilir. Çocuk bunu ailesiyle paylaşmaktan ve konuşmaktan çekinmemeli. Böyle bir güven ortamı oluşturmalıyız. Çocuğa mutlaka bir seçme hakkı sunmalısınız. Seçme hakkı sunulan şeyler gerekirse sizin önceden okuyup elediğiniz kitaplardan oluşabilir.
-Kusursuz öğrenciler, kusursuz çocuklar bekliyor insanlar. Bir başarı telaşı içinde herkes. Böyle bir ortamda yetişmek ne kadar sağlıklı çocuklar için?
Sağlıklı değil. Çocuklar adına çok üzülüyorum. Çocuklar ve Çiçek Mezarlıkları kitabımda bu gibi kaygıların çocukları ne hâle getirdiğinden uzun uzun bahsetmiştim. Duygu körü, güdümlü, ne istediğini bilemeyen bir nesil yetiştiriyoruz. Elbette umut verici şeyler var ama çok az.
-Kusursuzluk demişken çocuk ve gençlik yazarlarından da tabii “öğretici” metinler bekleniyor. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?
Aileler ve öğretmenler çocuklar her cümleden illa salt bilgi elde etsin istiyor. Oysa kitap sadece bunun için okunmaz. Haz almak, dil terbiyesi kazanmak, entelektüel beceri geliştirmek, bakış açısını genişletmek ve derinleştirmek, gülmek, eğlenmek de amaçlanır. Çocuklar zaten sürekli ders içerikli ögelerle çevrililer. Biz yetişkinler olarak hep bilgi içerikli kitaplar mı okuyoruz. Hayır! O zaman çocuklardan da bunu bekleyemeyiz. Bırakalım, kendi dimağ tatlarını bulsunlar. Elbette koruyup kollayalım ama serüvenlerinin direksiyonunu onlara verelim. Günümüzün en önemli becerilerinden biri sosyal zekâ mesela. Salt bilgi içerikli, edebî nitelikten uzak, yapay bir dil kullanılmış, ısmarlama metinlerle çocukların bunu geliştirmesi imkânsız.
-Kitaplarını kaleme alırken ya da bir metne hazırlanırken toplumdaki birçok filtreden sıyrılmak için özel bir çaban oluyor mu?
Çocuk edebiyatçısı çocuğun yanındadır. Onun karşısında değil. Biz çocuklarla kol kola girer, tüm dünyaya karşı onları savunuruz. Yazdığım her şeyde kendime, “Bu çocuk yanlısı bir tutum mu yoksa sen yetişkinleri mi tavlamaya çalışıyorsun?” diye soruyorum. O yüzden benim kitaplarımda çocuklar eğitim sistemini eleştirir, toplumun açıklarını bulup dillendirir. Bana gönül koyanlar oluyor ama varsın olsun. Ben bir çocuk edebiyatçısı olarak çocuğun yanında durmak zorundayım. Ben bir yedek ebeveyn değilim. Ailelerin veya öğretmenlerin başaramadığı şeyleri başaracak, çocuğa öğüt verecek, ona sürekli bir şeyler öğretecek biri olarak görülemem. Buna bir dur demek gerekiyor. Ben çocuğun dostuyum, onun oyun arkadaşıyım, onunla birlikte dünyayı anlamaya çalışan biriyim.
-Peki, çocuk edebiyatının en keyif veren anları nelerdir senin için?
Sanırım imza günleri. Mesela, bir çocuk okurum yanında salatalık getirmişti. Tüm imza boyunca tuzlayıp katır kutur yemiştik. Bu anıyı hiç unutamıyorum.
-Hep yazmaktan konuştuk, okuma eylemini es geçmeyelim. Okurken “Çocuk edebiyatı” konusunda en hassas olduğun noktalar neler?
Yazarın çocuğun yanında durup durmadığı benim için çok önemli. Acaba nasılsa satar deyip ebeveynleri mi hedef alıyor yoksa riske girip tüm dünyaya karşı çocuğu mu savunuyor?
-Çocuk edebiyatımızı ve yayıncılığımız sence doğru bir istikamette mi gidiyor?
Çok güzel örnekler var ama ne yazık üstte bahsettiğim sebeplerle çocuk edebiyatı eseri sayılmaması gereken kitaplar da mevcut. Ancak ikinci kategorideki kitaplar muhtemelen on yıllar sonraya kalamayacak. Çocuk çok bilinçlidir. Neyi sonraki çocuk arkadaşlarına aktaracak, miras bırakacak bilir.
-Söyleşilerin, okul etkinliklerin, imza programların oluyor. Bu tarz çalışmaların, okur-yazar buluşmalarının kitap sevgisini aşılamadaki rolü nedir sence?
Kitap okuma kültürü sadece kitap alıp sayfalardaki kelimelere göz gezdirmekten oluşmuyor. Bu gibi etkinlikler de kitap kültürüne dahil. Bu etkinliklere gelen çocuklardan kitapları zaten sevenleri bu dünyanın büyüsüne daha da çok kapılıyor, sevmeyenlerin bir kısmı sevmeye başlıyor, bir kısmı sevmemeye devam ediyor. Herkes sevmek de zorunda mı, bilemiyorum. Evet, kitapların muhteşem bir dünyası var ama bazı çocuklar farklı alanlara da yönelmek istiyor. Ama en azından buluştuğumuz çocuklarla neden sevmedikleri üzerine uzun uzun konuşma fırsatı yakalıyorum. Çoğu da aile kaynaklı bir sevmemezlik oluyor.
-Ayrıca Öykü Atölyesi, Çocuk ve Masal Atölyesi gibi çalışmalar düzenliyorsun. Oradaki buluşmalar nasıl oluyor, atölyelerden bahsedebilir misin biraz?
Onları bir kamp gibi düşünebilirsin. Bir ay boyunca sadece öyküye ya da masala odaklanıyoruz. Bence çok verimli geçiyor. Belli bir süre sonra, atölyenin ardından bir paragrafla bile o metnin kime ait olduğunu tanımaya başlıyor katılımcılar. Rüya gibi bir edebiyat ayı oluyor. Ben de her seferinde yeni şeyler öğreniyorum. Çünkü çok zengin bir edebiyat kültürüne sahibiz. Birçok metnimiz ve karakterimiz katmanlı. Matruşka gibi. Açtıkça yepyeni şeyler çıkıyor. Sanırım bu iki atölye en çok keyif aldığım işlerden ikisi. Üstelik edebiyat dünyasına dair derin bir bilgi de ediniyorsunuz. Kim zamanında neyi nasıl ve ne amaçla yazmış, bunları hep konuşuyoruz.
-Günümüzde üreten herkes için sosyal medya önemli, sen de iyi bir sosyal medya kullanıcısısın. Sosyal medya hayatını nasıl etkiliyor?
Öncelikle çok zamanı alıyor. Bazen sosyal medyanın herkese hemen erişim sağlaması sebebiyle psikolojik olarak yıpranıyorum da. Ama şu an okurlarıma ulaşmamın en kolay yolu bu. Zorluğuna rağmen sabah uyandığımda, “Çocuğum sizinle okumayı sevdi,” ya da “Önerdiğiniz bu kitap hayatımı değiştirdi, bakış açımı netleştirdi,” mesajlarını görünce her şeyi unutmuş oluyorum.
4 yorumlar
Tuğba Hocamızla çok güzel bir söyleşi olmuş yüreğinize sağlık. Sizi ilk defa okuyorum bundan sonra takip etmeyi düşünüyorum. İyi geceler…
Severiz Tuğba hocamı, çok severiz. Güzel şeyler kattı bize, katıyor. Güzel bir atöleden sonra yeni, ortak derlerimizin olduğu güzel insanlar tanıdık sayesinde. Düşünceleri bakış açısı değerlidir her zaman :)
Tuğba Coşkuner geleceğe kalacak bir isimdir! Aynı dönemde yaşıyor olmanın kıymeti bilinmelidir:)
Tuğba hocam çocuk edebiyati üzerine yine tatli tatli konuşmuş. İyi ki atölyede tanışmışım sizinle.