Karşıt iki grubun aile bağı, tutku, arzu, öfke ve hedefle işleyen bir öyküsüdür Yakıcı Sır. Olay, Avusturya Alpleri’nde geçmektedir. Hastalığı yüzünden oraya hava değişimi için gelen “ergen” Edgar üstüne kurulu bir hedef kurmacasıdır. Aynı zamanda konu, büyükler ve küçükler dünyası ayrımı yaparak yetişkinlerin hayatındaki tehlikeli adımları, çocukların masumluğunu, zararsız gibi görünen çapkınlık oyunlarını herkes için paylaşılan bir hayal kırıklığı olarak işler. Edgar, hava değişimi için annesi ile Alpler’deki bu otele gelmiştir. Genç, yakışıklı, karizmatik, çapkın baron da oradadır ve kendisi için ufak bir kaçamak istemektedir. Sadece bu ufak tatilinde eğlenmek için… Ve gözüne Edgar’ın annesini kestirmiştir.
Annesi başta kalın bir kabuğun ardında yaşayan, sert tavırlı bir kadını çizse de yakışıklı baron gözüne kestirdiği hedefi kafasına koymuştur. Ufak bir plân yaparak arzu ettiği kadının oğlunu kullanmaya başlar. Bu hasta, heyecanlansa da kendini dizginlemek zorunda kalan çocuğa arkadaş gibi yaklaşır. Çocuk bu hareket karşısında çok mutlu olur ve yetişkin bir arkadaş edinmenin, yetişkinliğe bir adım daha yaklaşmak olduğunu düşünür. Sonuç hüsrandır maalesef Edgar için. Çünkü genç baron, gözüne kestirdiği hedefle, annesiyle tanışınca onu sohbetinden tamamen mahrum bırakır. Çocuk erkenden yatağa gitmekte, bir şey demeye kalksa azarlanmaya mahkûmdur annesi tarafından. Oldukça fazla öfkeyle dolar. Baronun arkadaşlığını kıskanmaktadır. Sanki annesi, Edgar ve bu iyi yabancının arasındaki arkadaşlığı bozmaktadır. Böylece küçük çocuk öfkeyle dolar taşar, yemekte gözleri dolar. Artık baronu savunacak yanı da kalmamıştır çünkü adam onu görmemekte, annesi ile buluşmalarında yanında istememektedir.
Edgar büyümeyi ister. Bir an önce! Her çocuk gibi önemsenmeyi… Oysa Zweig öykünün başında barona odaklanıp hikâyeyi gittikçe Edgar’a yöneltirken; iki dünya -ki böyle demek doğru olur, çocukluk başka bir âlemdir- arasındaki görüş farklılığını işler. Hikâyede çizilen dünyada bilinen kalıplar bir bir yıkılır, toplum normları günlük hayatta şahit olduğumuz şekilde yerle bir olur. Yetişkinler için evlilik yeri geldiğinde harcanabilir. Kadınlar, gönül eğlencesi olabilir. Erkekler güvenilmez olsa da bir heyecan için onlara yaklaşılabilir. Görgü tanığınız “öz çocuğunuz/bir yabancı çocuk” olsa da bu ateşe atlarsınız. Tutku her zaman sizi ateşler. Sağlıklı düşünemez ve bireysel hedefiniz uğruna bencilce davranıp “kötü” şeyler yapabilirsiniz. Daha on üç yaşında bir çocuk olsanız bile…
Öyküde herkes bir arzu nesnesi konumundadır. Baron için, tatile oğluyla gelen anne. Anne için, bu gizemli yakışıklı baron. Çocuk için de bu baronun arkadaşlığı. Adam kadını arzular. Kadın da bir süre sona olumlu yanıt vermeye başlar bu arzuya. Ve harcadıkları çocuğun hisleri olur. Çocuk hor görüldükçe içindeki öfke büyür. Ona “kötü” davranmaları, yanlarında onu istememeleri, adeta ondan kaçmaları canını yakar. Ve intikam almak ister.Ve bir gün onları gizlice takip eder. Maalesef büyüklere ait bir diyalogda adamın annesine zarar vermeye çalıştığını sanarak adama saldırır. Okur için ânın masumiyeti karşısında içiniz naif bir bakışla ezilir. Sonrasında ise taşlar, başından beri olması gerektiği gibi yerine oturur.
Zweig, iyi bir gözlemci olduğunu bu kitapta da ispatlar. Okuyucunun hikâyeye müdahale etme isteğini zorlar.
Stefan Zweig
İş Bankası Yayınları
Çeviren: İlknur İgan
2. Basım
88 Sayfa