İnsanı etkileyen şey gerçeklikten daha da öte bir gerçeğe yönelimi temin edecek inandırıcılıktır. Yani sahici ve sahih olmak. Bugün gittikçe bu özelliği yönüyle matlaşmaya meyleden bir hayat tarzının baskın olduğu muhakkak. Bu sebeple bazı insanlar için, gerçeği ve hakikati görmeye, idrak etmeye yarayan sanat ve edebiyat, tüm kurmaca kimliğine rağmen bugün sahicilik ve inandırıcılık bakımından hayatın üstüne çıkabiliyor. Tutunamama ve açmazlarıyla ya da kahramanlıklarıyla, saadetleriyle garazsız kişiler ve onlardan hayata yansıyan izdüşümler…
Sözü; hayatı düştüğü suni, yapay ve sanal ilişkiler ağı olmaktan kurtaracak çıkış kapılarından olan kitaplara getirmiş olduk bir daha. Cemil Meriç’in, “İnsanlar kıyıcıydı, kitaplara kaçtım.” cümlesini “İnsanlar inandırıcı ve sahici değildi, kitaplara kaçtım.” olarak yeniden yazabiliriz. Peki, insanlar arasında inandırıcı ve sahici bir yaşam ne zaman ve neden geri çekildi ve açılan boşluğu yapay ve sanal olan nece çabuk doldurdu?
Belki, insanda, bir gövdede resmi ve şahsi görüş ikileminin oluşmasını sorunun başlangıcı olarak gösterebiliriz.
İnsan için huzurun belki de en başta gelen anahtarı, içtenliği ve samimiyeti ele alıp gösteren çoğu meselenin gerek düşünce gerekse edebi eser olarak gözler önüne serildiği yüzyılların birikimi var ortada. Fakat bu birikimin tecelli edip hayatı değiştirebilme gücü bugün, neredeyse sıfır noktasında konuşlanmış. Burada belki sorunun asıl düğümlenen yeri kurmacadan ve teorilerden eylemlerin pratiğe taşınamayışıdır. Asıl trajedi de bu olmalı. Çünkü buna yeltenen, bir anlamda azınlığın yani görünüşte güçsüzlerin safına katılmış olmaktan çekinecektir. Bu ikilemin devamlılığını besleyen korkudur. Cılız da olsa yanan hakikatin, sahiciliğin ve inandırıcılığın ateşinden yayılan sıcaklığın ve aydınlığın büyütülmesi ise bu korkunun bir kenara bırakılmasıyla mümkün. Ve böylelemesine yaşamakla:
Sana yaşamak düşer çarkların gövdesinde/Bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omzun çürümelidir/Bin çeşit güneşle ovulmalıdır gaddar ellerin/Yürü yangınların üstüne kendi alevini de getir [İsmet Özel]
Aksi takdirde her şey birer gösteri malzemesi olmaktan öte bir anlam ifade etmeyecektir. İşte meşhur gösteri toplumu dedikleri belki de budur. Kalpten çıkmayarak ağızlardan ölgün sözcükler dökülüyorsa, kelimelerin kıvrak ve küheylan bir yaşamayı getirmesi söz konusu olabilir mi? Sizin gösterişli sözlerinizin kaynağı yalnızca dudaklarınızdır, işte bu nedenle onlar aslında güçlü değil, ölüdür ve sizin teşviklerinizi, her yerde konuşulan zavallı erdemlerinizi dinlemek mide bulandırıcıdır. Bayağılık –bayağı kimseler- böylece sizden bir adım öndedir, diyor Epiktetos.
Böylelikle sözlerimizin kaynağının temizliğinin gerekliliğine değinmiş oluyoruz, yani ki kalbimizin.
Not: Bu yazı 25 Mart 2015’te www.marmaraguncel.com sayfasında yayımlanmıştır.