İki Devrim-İki Yöntem Üzerine…
Alain Badiou, kuşkusuz yaşayan en önemli düşünce insanlarından birisi. 1937 yılında Fas-Rabat doğumlu yazar, Fransa’nın en önemli okullarından Ècole Normale Supèrieure’de okuduktan sonra, çağdaş felsefenin önemli kuramcılarından Althusser ve Canguilhem’in öğrencisi olur. Çalışmalarını psikanaliz üzerine yoğunlaştıran Lacan’ın da seminerlerini takip eder. Fransa’nın Cezayir Savaşı’na karşı çıkan aydınların ön önemlilerinden olur. Felsefe’nin yanı sıra sinema, tiyatro, matematik, şiir, politika gibi çeşitli alanlarla da ilgilenir ve neo-klasizm ile radikal yeniliği bir araya getiren kendine özgü ve Marksizmin yeni okumalarına açılımlanan rasyonel bir düşüncenin öncülerinden birisi olarak kabul edilir.
VakıfBank Kültür Yayınları tarafından ilk kez gün ışığına çıkartılan “Petrograd’dan Şanghay’a 20. Yüzyıl’ın İki Devrimi” isimli eser, başarılı ve üretken çevirmenlerden Murat Erşen tarafından temiz bir Türkçe ile ilk kez okuyucularının önüne seriliyor. 100 sayfaya yakın eser, yirminci yüzyılın iki mühim devrimi olan Rus ve Çin Devrimleri’ne dair iki bölüm halinde görüşlerini dile getiriyor. Lenin’in önderliğinde, Petersburg’da ve Mao’nun liderliğinde ise Şanghay’da patlak veren iki büyük halk hareketinin tarihine odaklanan Badiou, Bolşevik Devrimi’nin insanlığın uzun tarihinde Neolitik Devrimin nihai aşamasına denk geldiğini ve batı kapitalizmine karşı kendisine özgü bir toplum düzenini teklif ettiğini belirtir. Badiou kitabın arka sayfasında da belirtildiği üzere, Maoist Kültür Devriminin de en kritik sekansını öne çıkartarak Çin’in hikayesini Rusya’daki devrimin ardı sıra masaya yatırarak iki büyük devrim hareketini karşılaştırmalı olarak ele almakta.
Nisan Tezleri’nden, Bolşevik Devrime…
Kitabın ilk bölümünde “1917 Rus Ekim Devrimi Üzerine” isimli makalede, 1917 Ekim Devrimi’ni 1929 yılına kadar ki evresinin iç savaş ve siyasal tartışmaların gölgesi altında geçtiğini belirliyor. Düşüncesinin açılımı bakımından Komünist evrenin insanlık tarihinde neolitik, toplu yaşama kültürünün en ileri seviyesine karşılık geldiğini iddia eder. O’na göre Komünizm, bütün insanlar için ortak olanın, düşünce, eylem ve örgütlenmenin sürekli konusu olması gerektiğinin olumlanmasıdır. Enternasyonalist düşüncesi ile insan soyunun temelde tek olması, Komünist sistemin temel özelliğidir. O nedenledir ki, “proleteryanın vatanı yoktur” mottosu insanlık tarihinin yeni bir döneminin işaretidir. Badiou, Bolşevik Devrimi’ni kendisinden önceki kimi devrimlerden ayrı olarak görmeyi doğru bulmaz. Fransız Devrimi’nin izinden giden 1917 Ekim Devrimi, insan türünün eşitliğe dayalı saltanatını ebediyen tesis etmek istemiştir. Bu nedenle de insanlığın ileri aşaması olan neolitikten çıkmak istemiştir. Ancak bunu amaçlarken toplumsal örgütlenmenin neliği üzerine düşünmeyi çok önemser. Bolşevik Devrimi, düşünüre göre ilk kez yeni bir insanlık doğumunun başarılı olabileceğini gösterir. Lenin Rus Devrimi’nin ilk gününün geçmesinden sonra karların üzerinde dans etmiştir, zira bir gün süren Paris Komününden sonra ilk kez başarısızlık laneti ortadan kalkmıştır. Şubat 1917 Devrimi ile demokratik devrim, Birinci Dünya Savaşı’na katılan aristokrat özellikli Romanov Hanedanlığını yıkar. Ancak işçilere çok yakın, canlı, sağlam bir devrimci parti, öncü konuma ulaşmak üzeredir, bu Bolşevik Partisiydi ve önünde Marksist kültür ile Paris Komünü’nün verdiği dersleri aklından çıkartmayan liderleri de bünyesinde taşıyordu. Bunlar arasında “Lenin” ve “Troçki” başı çekmekteydi. Bolşevik hareketinin iddiasına göre, mevcut Şubat Devriminin demokratik karakterli yapısı, pısırık niteliğiyle köklü devrimleri sağlamaktan uzaktır. Halbuki tüm kararların Sovyetlerden alındığı, halka dayalı bir örgütlenme modeline ihtiyaç vardır. Devlet bürokrasisi tamamiyle işçi ve köylülerin teftişi denilen denetime tabi kılınmalıydı. İşte iktidarın tam olarak bu modele göre inşası için ikinci bölümde ele alınan Lenin’in “Nisan Tezleri” çok önemliydi. Bu tezler marifetiyle ekonomik oligarşi kırılıp, hem sanayi hem de tarım üretimi artık birkaç kişinin özel mülkiyetinde değil, çalışan herkes tarafından karar verilmiş yönetime tevdi edilmek suretiyle, tüm toplumun örgütlenmesini değiştirmeyi amaçlar. Bu tezlerin sıralı şekilde incelenmesinde şu sonuçlar çıkar: “Savaştan çekilmenin yolu bulunmalıdır” “Geçici hükümete destek verilmeyecektir.” “Bütünüyle yeni olan Cumhuriyet, polisi, orduyu ve memuriyet yapısını ortadan kaldırmayı amaç edinmelidir.” “Bütün memurlar seçimle gelmeli ve gerektiğinde de her zaman halk oyuyla görevden alınabilmelidirler.” “Rusya’ya özgü toprak sahipliği yapısı da sona erdirilmeli, sovyetlerin denetimine bırakılmalıdır.” Tüm bu safhalarda Badiou’nun amacı yeni devrimin nasıl bir fikri alt yapı ile ortaya çıktığını ortaya koymaktır. Bunu yaparken, diğer düşünürlerden farklı olarak, neolitik devrimin yıkılıp yeni bir insanlık inşa sürecini Bolşevik Devrimi ile görmesi olmuştur. Ancak NEP politikaları, Stalin dönemi ve sonrasındaki Sovyetlerin çözülüşü ayrı ve ayrıntılı bir başlıkta ele alınmayı hak etmekte. Yeni bir insanlık inşasının başarısızlığı, kuşkusuz dünya siyasi denkleminin de baştan aşağı değiştiğini göstermekte.
Badiou’nun Gözünden Mao’nun Kültür Devrimi ile Komünizm İnşası
Yazar ikinci ana bölümde ise Mao’nun Kültür Devrimini ele almakta. 1965 ve 1976 yılları arasında Komünist Çin’de hüküm süren ciddi karışıklıklar döneminin resmi adı olan Kültür Devrimi’nden bahsetmekte. Yazara göre Kültür Devrimi, parti-devlet biçimini doyuran bir siyasal deneyimin tip örneğidir. Mao’nun “büyük ileri atılım” parolasıyla somutlaşan yeni proğramı, aslında kol ve beyin emeği ayrımını ortadan kaldırmayı amaçlar. Günümüz sol içi tartışmalara da yansıyan büyük ittifaktan da hareketle yerel olarak devrimci örgütlerin birleşmesinin gerekliliği ve bunun inşasının nasıl olması gerektiği Mao’nun tüm proğramlarında ve Kızıl Kitabı’nda ele alınmıştır. İşçi ve köylü sınıfının herşeyi idare etmesi, üniversitelere girmesi, Mao ekseninde bir kişilik kültünün oluşturulması, kimi iç tartışmaları da beraberinde getirir. Ancak Mao ve çevresine göre, Kültür Devrimi partinin temel kapasitesini cisimleştirmekten ziyade, bizzat partinin içinde tehditkâr revizyonizmi ayırt eden ve onunla mücadele eden şeye vücut verir ve bu suretle de burjuva eğilimler sonlandırılır. Yazar Badiou, kimi yönlerine mesafeli ve eleştirel baksa da, Kültür Devrimi’ne borcunun çok olduğunu belirtmekten de geri durmaz. O’na göre, bu geçiş olmasa idi muzaffer, yırtıcı, vahşice eşitlizlikçi bir kapitalizmin küreselleşmesi ve aslında modernitenin renklerine bürünmüş topyekün bir siyasal arkaizmin dünyayı kaplaması daha mümkün hale gelecekti. Aslında Kültür Devrimi’ne Fransız aydınının temel bakışını özetlemekte bu yaklaşım. 68 Paris olayları, gençler üzerindeki Mao figürünün etkisi ele alındığında aslında kimi sol içi tartışmalar dışında Kültür Devrimi’nin Türk aydınınca yeterince irdelenmediğini, kitabı okudukça daha iyi anlıyoruz. Badio’nun iki devrim üzerine yazdıkları, sadece sol içi bir tartışma olarak görülmemeli. Özgün ve parlak fikirli bir aydının bakış açısından, iki önemli devrimin günümüze etkilerini görmek bakımından da çok önemli ve okunmaya değer…
- Petrograd’dan Şanghay’a – 20. Yüzyılın İki Devrimi – Alain Badiou
- Çeviren: Murat Erşen
- VakıfBank Kültür Yayınları
- 2020, 99 sayfa.