Distopya okurken insanı korkutan nedir? Kalbinizin avuçta sıkılmış bir kuş misali uzaklara uçmak isteyişi nedendir? Sunulan dünyayı gelecekte yaşayacak olma düşüncesi değildir kanımca. Esas ürkütücü olan elinizde katı bir cisim olarak tuttuğunuz kitapta, kanlı canlı tasvir edilen distopik ülkeyle, yaşadığınız dünya arasındaki benzerlikleri fark edişinizdir. Adı konmadan algılayamayız ya; durumları, nesneleri, olayları. Sanki böyle kitaplar adımızı koyar, ne menem bir biçimde yaşadığımızı fısıldar kulağımıza.
Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya‘sı -okuyanın baktığı pencereye göre- bir ütopya bile kabul edilebilir. Kitabı okuyup da o pencereden bakan olursa bunun bir distopya olduğunu savunmak üzere hazır ve nazır bekliyor olacağım. Okuyucuyu bu çelişkiye düşürecek sebeplerse şöyle sıralanabilir: Bir dünya düşünün ”İstikrar” bürümüş dağlarını, ovalarını. Yaşlanmak nedir bilmeyen, altmışına gelince pat diye ölen insanlar var. Mutsuzluk, acı, keder yok bu diyarda. Çünkü, soma haplarının ”Bir santimetre küpü bin musibet savuşturur.” Bu haplar öyle muhteşemdir ki:
”Gevşeticiydi, uyuşturuyordu ve keyifli halüsinasyonlar sağlıyordu.”
”Hıristiyanlık ve alkolün bütün avantajlarına sahipti, ama yan etkilerini taşımıyordu.”
Böylece ne zaman bir şeye canınız sıkılsa birkaç gram somayla keyiflenirsiniz. Yaptığınız işi, yaşadığınız hayatı da sorgulamaya kalkmazsınız. Zaten daha bir embriyoyken şartlandırılmaya başlarsınız.Oldukça keskin hatlarla ayrılmış bir sınıf sistemi vardır. Daha siz doğmadan Alfa, Beta, Gama, Delta ya da Epsilon olacağınız belirlenmiştir. Sonrasında da bu kalıbın dışına çıkamazsınız. Çıkmak da istemezsiniz. Kısacası ”Epsilonsun, Epsilon kal!” kuralları geçerlidir. Bu öyle acımasız bir sistemdir ki Epsilon olması gereken bebeklerin şişelerine yetersiz oksijen verilir, zehir zerk edilir. Böylece çelimsiz, aklen ve bedenen az gelişmiş bireyler üretilir. Kulaklarına binlerce defa fısıldanan sözlerle uykuda eğitilirler.Eğer bir Beta bebekseniz otuz ay, yüz yirmi kere, haftada üç kere şöyle bir ninniyle uyursunuz:
”Alfa çocukları gri giyerler. Bizden çok daha sıkı çalışırlar, çünkü korkulacak kadar zekidirler. Gerçekten de Beta olduğum için öyle mutluyum ki. Çünkü o kadar çok çalışmıyorum. Üstelik biz Gamalar ve Deltalardan çok daha iyiyiz. Gamalar aptaldır. Hepsi yeşil giyerler. Delta çocuklar da haki giyerler. Yo, hayır. Delta çocuklarıyla oyun oynamak istemiyorum. Epsilonlar daha da kötüler. Okuyup yazamayacak kadar aptallar…”
Böyle telkinlerle -kimi zaman avutan kimi zaman yücelten sözlerle- insanların ne yiyeceğinden ne giyeceğine ve ne isteyeceğine dek her şeyi belirlenir. Sonuç olarak ”Herkes mutludur.” İktidar kavgalarına, savaşlara, salgın hastalıklara yer yoktur.
Bireylerin bireyselliklerinin farkına varmaması, bir toplum olarak sürekli ortak davranışlarda bulunmaları ve hiçbir zaman olgunlaşmayıp bir çocuk gibi yaşamaları beklenir. Yalnız kalmak isteyen, boş zamanını bir manzara seyredip düşüncelere dalarak geçirmeyi seven, hoşlandığı kişiye karşı sadakat, kıskançlık gibi hisler besleyenler tehlikeli görülür. Bunlar sapkın davranışlardır Cesur Yeni Dünya‘da. Hele aileden bahsetmek! ”Anne” gibi müstehcen, ”Baba” gibi küçük düşürücü kelimeler kullanmak daha da tuhaf karşılanır. Bir kadının doğal yollardan çocuk sahibi olması en büyük ahlakî yozlaşma belirtisidir. Böyle ayrık bireylerin sonu bir adaya sürülmek olur.
”İki adamın ortak yönü birey olduklarının farkında olmalarıydı.” diyor yazar Bernard ile Helmholtz için. Bu Alfa bireyler sonsuz mutluluğa ve özgürlüğe (!) sahip olmalarına rağmen huzursuzdurlar. Helmholtz:
”Çok daha önemli bir şeyler yapabileceğimi hissediyorum. Evet, çok daha derin ve çok daha şiddetli. Ama ne?”
Helmholtz’ un karşı duruşunun çok daha erdemli olduğunu görürüz sayfalar ilerledikçe. Bernard ise dışlanmışlığın verdiği hislerle arayışa girmiştir. Alfa olmasına rağmen öyle kısa ve tuhaftır ki hakkında bebekken şişesine yanlışlıkla alkol döküldüğü yönünde söylentiler dolaşır. Popülerliği yakaladığı ilk fırsatta eski hâlinden eser kalmayışı ile saygımızı yitirir. Ne vahşi dünyada ne Uygar topraklarda mutlu olamayan bir diğer çaresiz de John’dur. Hayatı Şekspir’den öğrenmiş, Kızılderililer içinde bir beyaz, uygarlar içinde bir Vahşi’dir.
Esaslı hislerden, ıstıraptan mahrum halde, kimyanın bahşettiği mutlulukta gezinmeyi reddeden bu insanların yaşadıklarına şahit oluruz kitapta. Birkaç adım gerileyip bakınca ise Aldous Huxley’nin Amerika ziyaretlerinde gözlemlediklerinden yola çıkarak kurguladığı dünyayı görürüz. Yevgeni Zamyatin’in Biz kitabından etkilenen eser, George Orwell’in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört‘üne ilham olmuş. Ben bu kitapları sondan başlayarak okumuş oldum. Demek ki şimdiki durağım akıllara zarar bu distopyaların elebaşı Biz romanı olacak.
O zamana kadar da kendi dünyamızda nelere şartlandırıldığımızı, nelerle uyutulduğumuzu düşünmeye devam edeceğim.
”-Birey hissederse topluluk sendeler, dedi Lenina.
-Niye biraz sendelemesin ki?”
”-Güzellik çekicidir ve biz insanlarımızın eski şeylere kapılmalarını istemeyiz. Yeni şeyleri sevmelerini isteriz.
-Ama yeni şeyler öyle aptalca ve korkunç ki.”
”Huzurlu bir yaşam uğruna her şeyden ödün verilebilirdi.”
- Aldous Huxley – Cesur Yeni Dünya
- İthaki Yayınları – Roman
- 349 Sayfa
- Çeviri: Ümit Tosun