İnsanlar çoklu kimliklere sahip canlılardır ve bu kimliklerini sosyal gruplar içerisinde edinirler. Burada önemli nokta, insanların a priori başka grupları düşük görmeleridir. İnsanların olumlu öz-değerlendirme yapma güdüsü olduğu için her ne kadar modern dünyada yasalar, kurallar koysak da bu homojenleştirme söz konusudur. Sosyal kategorizasyon kendi kimliğini tanımlamada ve biz-siz ayrımının oluşmasında önemlidir. Tabii bunun sonucunda kaynakların yağmalanması, nepotizm gibi durumlarla karşılaşılabilir. Bu kategorileştirmenin sonucunda önyargılar, ayrımcılıklar ortaya çıkabilir. Ayrıca zihnimizdeki toplumsal hiyerarşi bağlamında eşitsizlikleri meşru görür ya da sessiz kalırız ve taraf olmaya zorlandığımız durumlarda o eşitsizliği yaratan, önyargıyı davranışa dönüştüren tarafa geçeriz. Öte yandan bir gruba, bireye yönelik ayrımcılığın pek çok türü ve sebebi vardır. Çocukluk dönemindeki bir engelleme ya da güncel ekonomik durum nedeniyle bir gruba yönelik baskılar, dışlamalar oluşabilir/artabilir. Unutulmaması gereken, bu yönelimdeki insanların sağ ve sol ideoloji fark etmeksizin her kesimden toplulukta bulunabileceğidir. Kontrolü sağlayacak adalet sistemleri bu nedenle önemlidir. İnsanları birer birey olarak görmek ve fiziksel vb. farklılıklarıyla ya da din, ırk gibi kimliklerinden dolayı ayrımcılığa uğramaması hepimizin sorumluluğundadır.
William Golding’in Sineklerin Tanrısı eseri de toplumsal boyutları, insanın özüne ilişkin tartışmalarıyla bu bağlamda incelenmesi gereken bir eserdir. İnsanın içinde bulunan temel içgüdüleri, şiddet, adaletsizlik gibi yönelimleri ve tüm bunların toplumsal kurallar olmadığı takdirde nasıl ortaya çıktığını aktarır. Eserin Nazi döneminin ardından yazılmış olması da insanlığın vahşi tarafını hatırlatmak gibi bir gaye taşıdığını düşündürür. Mekan olarak seçilen ada, çocukların yalnız olması, hiçbir yetişkinin bulunmaması onları sosyal, hukuki kontrol mekanizmalarından azade kılmaktadır. “William Golding, özellikle bir adayı mekân olarak seçer ve kurgunun merkezine gelişim çağındaki çocukları yerleştirir. İnsanın daha sosyal normlardan, din, ahlak, yasalar gibi bireyi şekillendiren öğretilerden uzakta nasıl davranacağını gözlemlemek ister.” ¹ Böyle bir ortamda topluluğun çıkarları bir süre sonra güçlü olanın isteklerine, hırslarına yenilir. Golding’in seçtiği karakterler, simgeler ve yaşanan olaylar, insanlığın karanlık tarafını, uygarlıkla bastırdığı özünü ortaya çıkarır. Eserde insanın içinde hazır bulunan ve açığa çıkmak için uygun yer ve zamanı kollayan kötülük anlatısı Hannah Arendt’in vurguladığı sıradan kötülüğün kurgulanmış biçimi gibidir.
Eserdeki karakterleri incelemeden önce önemli bir sembol olan denizkabuğuna değinmek gerekir. Denizkabuğu eserde gücü simgeleyen nesnelerdendir. Elinde bulunan kişiye konuşma özgürlüğünü sağladığı gibi diğerlerine susma, dinleme uyarısı verir. Bu nedenle demokratik bir düzeni sağlar diyebiliriz çünkü denizkabuğunu dışlanan çocuklar bile kullanabilir. Denizkabuğunun sağladığı demokratik bir güçtür. Karakterlerden Ralph denizkabuğunun ilk sahibi ve bu sayede çocukların ilk lideridir. Grubun çıkarlarını düşünür ve birlikte hareket etmeyi amaçlar. Anlaşmaya, ortak bir fikre varmaya ve hepsinin yararına olacak şekilde hareket etmeye inanır. Ralph ve Jack arasındaki güç savaşı da liderlik seçiminin ardından başlar. Jack otoriter bir kişiliktir. Sosyal baskınlık yönelimi yüksek bir karakterdir, hırslı ve rekabetçidir. Ralph’ın aksine baskıya inanır ve liderliği, güce büyük önem verir. Zayıf olanı küçük düşürür ve hor görür. Eserde insanlığın ilkel, vahşi ve kötü tarafını Jack karakteri simgeler diyebiliriz. Jack karakteri otoriter kişiliklerin sahip olduğu üç özelliği (genelin kabul ettiği değerlere aşırı koruyucu olma, geleneğin, büyük grupların fikirlerine bağlılık, sapma gösteren kişilere karşı çok sert ve cezalandırıcı üslup, otoriteye bağlılık, sorgulayıcı olmayan boyun eğme) de taşımaktadır. Dogmatik bir kişiliktir, iknaya, başka fikirlere kapalıdır. Cezalandırıcıdır ve sert bir karakteri vardır ve itaat, güç gibi konulara önem verir. Zaten Jack adayı düşmeden önce de liderdir. Bir din okulunun öğrencisidir ve diğer çocuklara liderlik eder. Kendisinin adeta bir “cemaati” vardır. Kendi liderliğini ilan edip denizkabuğunu ve Ralph’ın liderliğini tanımadığı zamanlarda ise cemaatiyle beraber marşlar söyler, beraber belirledikleri hedeflere, avlara saldırırlar ve gruba aidiyet duyguları pekişir. Avlanmak artık bir ihtiyaç değil libidal bir duruma dönüşür ve yalnızca avlanmakla kalmaz bunu bir ritüele dönüştürür. Bu şekilde Jack’in liderliği pekişir ve diğer çocuklar da sosyal grupları içerisinde kimlik kazanırlar. Kendilerini “avcılar” olarak adlandırmaya başlarla. Artık bir kimlikleri, isimleri vardır. Onlar avcılarsa onlar gibi olmayanlar ötekilerdir. “Hayali kültür, kendisine bağlı olması beklenen kişilere taşımaları buyrulan, gerektiğinde zorla kabul ettirilen, bir kimlik seti denilebilecek basitleştirilmiş bir kimlik tayin eder. Tamamen bir ideolojik yeniden yapılanma olan bu davranış tarzı, Bosna, Irak, Suriye ve dünyanın birçok yerindeki katliamların korkunç mantığını açıklamaktadır: Ötekini gitmeye zorlamak ve kendinden olanı diğerleri ile anlaşmaktan alıkoymak.” ²
Diğer yandan Jack ve Ralph’ın liderliğinin bir diğer farklı yönüyse Jack’in sunduğu ettir. Çocuklar adada balık ve meyve yerler. Bir avcı olan Jack diğer çocukları etkilemek için avladığı domuzdan onlara da verir. Bu şekilde kendisinde olan kaynaklarla onları gruba davet eder. Ralph’ın demokratik güç simgesi olan denizkabuğunun aksine Jack’in otokratik gücünün simgesi taşıdığı bıçaktır.
Domuzcuk belki de romandaki en önemli karakterdir. Onun ismini bilmeyiz yalnızca şişmanlığından dolayı ona takılan lakabı biliriz. Mantıklı bir kişiliği vardır. Ralph’ın yardımcısı, çocuklar arasında bir entelektüel gibi davranan, şişman, astımlı ve görme problemi nedeniyle dışlanan Domuzcuk’tur. Romanda uygarlığı simgeleyen ateşin önemine inanır ve zaman zaman bunu Ralph’a hatırlatır. Fiziksel yetersizliği nedeniyle alay konusu olur. Jack de Domuzcukla sürekli alay eder ve ona göre Domuzcuk ötekidir. Alt sınıflara ait şivesi nedeniyle de sık sık dışlanır. Tüm bu özellikleri Domuzcuk’un taşıdığı stigmalardır ve her ne kadar hassas, duyarlı, entelektüel ve grup yararını düşünen bir kişiliği olsa da dışlanmaktan kurtulamaz. Öte yandan Simon karakteri mistik bir gücü temsil eder ve Küçükler’e yardım eder, sessiz duyarlı, yalnız vakit geçirmeyi seven ve taraf olmayan bir yapıdayken, Roger karakteri şiddetin, kaba kuvvetin yansımasıdır. Romanda entelektüel gücü, mantığı temsil eden Domuzcuk’un Roger tarafından öldürülmesi de sınırlanmayan kaba kuvvetin entelektüel gücü nasıl ezeceğini vurgulayan bir olaydır. Yine de Roger dışındaki karakterlerin hiçbirine tamamen kötü demek doğru olmaz, her insanda olduğu gibi çocukların da iyi ve kötü yanları vardır ve uygarlık da bu herkes de bulunun içgüdüleri dizginlemektir. Zira eserde de bu içgüdüler bir yasa, kanun vb. olmadan nasıl kolayca ortaya çıktığını anlatmaktadır. Eseri okurken Darwin’in Survival of the Fittest kuramını hatırlamak gerekir. Buna göre doğada en iyi uyum sağlayan hayatta kalır, toplumsal anlamda da en uyumlu olan grubun bir parçası olma şansını yakalar, aksi halde dışlanır ve grubun dışına itilirler. Kaba kuvvetin, şiddetin, sorgulanmayan iktidarın ve bireysel hırsların hakim olduğu topluluklarda Simon ve Domuzcuk gibi iyiliğin ve aklı sembolü karakterler cezalandırılmaktan kaçamaz. Eserde işlenen iyi ve kötü taraf ayrımından sonra iyiliğin, aklın, grubun çıkarlarının tarafından kötülüğe geçişine değinmesi de önemlidir. Örneğin ikizler Ralph’ın yerini söyleyenlerdir. Makro grup mensubu olmak insan davranışlarında tıpkı ikizlerde olduğu gibi değişikliğe yol açar. Bu değişiklik diktatörlüklerin, totaliter rejimlerin nasıl kurulduğunu anlatmaktadır. Güç karşısında sessiz kalan kitleler bir süre sonra taraf olmaları zorlandığında ya da karşı taraftaki kaynaklara ulaşmak istediklerinde otoriter liderin dediklerini yapmaya başlarlar. Zamanla şiddet, baskı aracına dönüşürler. İşte Hannah Arendt’in bahsettiği sıradanlık bu nedenle korkutucudur.
Eserde işlenen önemli motiflerden biri de bilinmeyenden korkmaktır. Mantığı simgeleyen karakterler bu korkuyu savuşturmaya çalışırken diğerleri güçlünün yanına geçmeyi tercih eder. Bunun yanı sıra yüz boyama davranışı da çok önemli bir motiftir çünkü bu şekilde kimlikleri gizlenir. Bunu sosyal grup içerisinde kimliksizleşme, sistem içerisinde tek tipleşme ve bireylik yitimi olarak da yorumlayabiliriz. Yüz boyama ritüelinin bana hatırlattığı bir diğer durum da günümüzde sosyal medyadaki anonim hesaplardır. Anonim hesaplarda kimliğin belirsiz oluşu suç işlemeyi kolaylaştırır ve nefret söylemleri bu hesaplarda çok yaygındır.
Sonuç olarak Golding, Sineklerin Tanrısı romanında, uygarlığın dizginlediği içgüdülerin nasıl her an ortaya çıkabileceğini, sorgulanmayan bir liderin ve arkasına aldığı desteğin oluşturduğu sistemde diktatörlüğün nasıl geliştiğini işler. Bu süreçte bireylerde öznelikten nesneliğe geçiş söz konusudur. Romanda çeşitli zayıflıklara, farklılıklara ve dolayısıyla stigmalara sahip karakterler gruptan dışlanır ve öldürülür. Tıpkı Sineklerin Tanrısında olduğu gibi modern dünyada da öfke, saldırganlık zayıf olana yöneltilir, farklı olan hor görülür. Otoriter kişiliğe sahip kimseler sadece stigma sahibi (Domuzcuk gibi) gruplara değil zayıf olan herkese yönelik (Küçükler) öfke ve ayrımcılık uygularlar. Roger da adaya ilk geldiğinde uygarlığın içerisindeyken öğrendiğin yasaklar nedeniyle kötü davranmak istediği bir küçüğe kötü davranmaz, kendisini tutar ancak ilerleyen süreçte Domuzcuk’un ölümüne sebep olur. Toplumun çıkarlarından ziyade bireysel hırsları, iktidar, güç isteği, otorite olma doğrultusuyla hareket edenler her ideolojik görüşten olabilir. Uygarlık içerisinde kurallara, yasaklara, adalet sistemlerine rağmen iç grup kayırmacılığı ve nepotizm ile, diğer grupları doğal kimlikleri nedeniyle gayrimeşru kılarak, insanlıktan çıkararak ülke yöneten otoriter ve dogmatik kişilikler, liderler vardır. Bu nedenle Sineklerin Tanrısı eseri adaya düşen birkaç çocuğun ilkel güdülerine nasıl yenik düştüğünü anlattığı kadar günümüze de ışık tutmaktadır.
Kaynaklar:
¹ Vedi Aşkaroğlu, Sineklerin Tanrısı: İnsanın Özünün ve Diktatörlük Çağının Anlatısı, s:358
² Vedi Aşkaroğlu, a.g.m, s:366
Vedi Aşkaroğlu, Sineklerin Tanrısı: İnsanın Özünün ve Diktatörlük Çağının Anlatısı, Zeitschrift für die Welt der Türken / Journal of World of Turks [ZfWT]