Dünyanın en önemli edebiyat ödüllerinin başında gelen Nobel Edebiyat Ödülü‘nü kazanmış birbirinden kıymetli yazarların kitaplarını listeledik.
Ödüllü ve az bilinen bir kitap okumak isteyenler için hazırladığımız listemizi sizlere sunuyoruz.
1. En Uzağından Unutuşun
Günübirliğine yaşayan yoksul sevecen bir genç adam yavaş yavaş neredeyse kendiliğinden kurulan ama hiçbir zaman sonu belli olmayan dostluk ve aşk ilişkileri kısa süren sevinçler kolay kolay dışa vurulmayan kuşkular ve acılar bir de tüm bunları yansıtırken bizde tam bir gerçeklik izlenimi uyandıran alabildiğine yalın ama aynı ölçüde duyarlı ve şiirli bir dil.
Patrick Modiano, geçmişte yolculuğa çıktığında bunu bir bakıma, insanların kendi rollerini, yaşamın rastlantılarına göre üstlendiği bir dünyanın tiyatrosal yanını gözlerimizin önüne sermek için yapar. Son derece yalın bir üsluba sahiptir. Modiano, Rue des Boutiques obscures adlı romanıyla 1978’de Goncourt Ödülü kazanmıştır.
2. Hayatta Kalma Güncesi
“Mutsuz çocukluklar, romancılar yaratır,” diyen Doris Lessing, roman ve öykülerinde,
20. yüzyılın toplumsal ve politik kaosu içindeki bireylerin yaşam serüvenlerini anlatır.
Nobel ödüllü yazar Doris Lessing‘in bu değişik ve çarpıcı romanı bir tür kıyamet öyküsü. Çevre kirliliği, hoyratça kullandığımız doğal kaynakların tükenişi, evsizlerin sayısı artarken sokak çetelerinin kural tanımazlığının kural haline gelişi, dilin yozlaşması ve yoksullaşması, iletişimsizlik, insanların büyük şehirlerden kaçmak zorunda kalışları ve kalabalıkların yerini alan ıssızlık…
Lessing usta ve akıcı anlatımıyla, bütün bu olup bitenlerin görgü tanığı olan, hatta hiç tanımadığı bir çocuk-kadının sorumluluğunu da üstlenen yaşlıca bir kadının ağzından aktarıyor olayları. Yazarın kıvrak dili; insanların çaresiz durumlarda en olmayacak koşullara nasıl ayak uydurduklarını, bu koşullara rağmen yaşanan aşkları ve iktidar kavgalarını, hayata tutunmak için verilen savaşımı, çok etkileyici bir romanda biçimlendiriyor.
3. Kent ve Köpekler
Mario Vargas Llosa‘nın yirmi üç yaşındayken yazdığı Kent ve Köpekler adlı bu romanda iki ayrı dünya iç içe girer, birbiriyle çarpışır ve birbirini tamamlar.
Olay, Peru nüfusunun üçte birini barındıran dört milyonluk başkent Lima’da, bir askeri kolejde geçer. Bu okulda iki zorlu yıl geçiren yazarın kişisel deneyimleri, anlatının nesnelliğini sağlamakta, inandırıcılığını artırmaktadır.
Romanda anlatılan bu askeri kolejin başlıca özelliği, zenginlerle yoksulların, beyazlarla kızılderililer, siyahlar ve melezlerin, büyük ve küçük burjuva çocuklarıyla halk çocuklarının, suçlu çocukların bir arada bulunmasıdır. Merkezinde gerçek erkek olma eğitiminin yer aldığı bu olaylar dizisinde bütün Latin Amerika toplumu gözler önüne serilmektedir.
4. Gelişin Bilmecesi
Sürrealist ressam Giorgio de Chirico’nun Gelişin Bilmecesi adlı dizi tablosundan esinlenen kitap, İmparatorluk sonrası dönemde Karayiplerden İngiltere’ye gelen genç bir Hintlin’in öyküsünü anlatıyor. Naipaul’un en önemli otobiyografik eserlerinden biri olarak, bir diyardan bambaşka bir diyara gitmenin, bir ruh halinden başka bir ruh haline geçmenin hikâyesi üzerinden, en geniş anlamda “yolculuk” temasını işliyor. Ancak yazar, yaratıcılık ve gözlemle birleştirdiği bambaşka bir ağ da örüyor romanda. İngiliz dünyasının, sömürgeciliğin sona ermesiyle başlayan küçülme ve eski görkemini yitirme sürecini, bir malikânenin geçirdiği değişim aşamalarıyla simgeliyor.
Bir komşunun ölümü, malikânenin bahçıvanının işten çıkarılması gibi, gündelik hayatın içindeki sıradan anlarda bile bir derinlik ve dokunaklılık bulan Naipaul, ayrıntılardan geniş manzaralara uzanıyor; “ilerleme” fikrinin engellenemez yükselişiyle yitip giden eski dünyayı, İngiliz coğrafyasında yavaş yavaş meydana gelen kalıcı değişimleri gözler önüne seriyor.
5. Sardinya Efsaneleri
Her hazinenin kapısında bir lanet bekler sizi…
İtalyan edebiyatının büyük ozanı Deledda’nın kaleminde canlanan Sardinya Efsaneleri, kaderlerinde acı ve ölüm olan sıradan insanların sıra dışı öykülerini bir araya getiriyor. Bu öykülerde insan, ölümün karşısında merakına yenik düşerken, lanete açılan hazine kapılarında nöbet tutanların gösterdiği sonsuz karanlıkla tanışıyor.
Sardinya Efsaneleri, adından da anlaşılacağı gibi, bir derleme. Sardinya’nın geçit vermez dağları arasında yaşayan halkın aktardığı korkunç öyküleri derlemiş Grazia Deledda. Bu öyküler, yaşamları türlü korku ve hurafelerle dolu yoksul halkın geniş hayal gücüyle beslenen tekinsiz, tehlikelerle dolu dünyaları anlatıyor. Her biri birbirinden uğursuz bu on üç öykü, Sardinya topraklarında gömülü eşsiz hazinelere açılıyor. Ne var ki toprak, hazinelerin yatağı da olsa, yeraltı dünyasında onları bekleyen başkaları var: iblisler, cüceler, cinler, büyücüler…
Sardinya Efsaneleri küçük bir kitap. Deledda’nın, doğup büyüdüğü görkemli Sardinya için kaleme aldığı bir korku odası…
6. Kişisel Bir Sorun
“Kendini kandırma zehrini bir kez tadan insanlar, bir daha kendilerini asla kurtaramazlar…”
Büyükşehir ortamındaki yalnızlaşma ve yabancılaşma sancılarından kurtuluşu Afrika gezisi hayallerinde arayan dershane öğretmeni Bird. Karısı her an doğum yapmak üzeredir ve evlendiği anda iyice azalan Afrika gezisine çıkma umudu, çocuğun doğumuyla tümüyle sönecektir.
Bir de çocuk beyin fıtığı gibi ender rastlanan bir anormallik ile doğuverince, Bird kendini bir karabasanın ortasında bulur. Yaşadığı utanç ve korku onu önce alkole ve sorumluluklarından kaçmaya, sonra çocuğu yeryüzünden bir an önce silinmesi gereken bir düşman olarak görmeye kadar götürecektir…
Kişisel Bir Sorun, kendisi de engelli bir çocuk sahibi olan 1994 Nobel Edebiyat Ödüllü Japon yazar Kenzaburo Oe‘nin tüm dünyada tanınmasını sağlayan en önemli eserlerinden biri.
7. Kadersizlik
Çağdaş Macar edebiyatının en önemli adlarından biri olan İmre Kertesz, ilk kez Türkçede, Yazıldığında, Macaristan Devlet Bakanlığı’nın basmayı reddettiği Kadersizlik, daha sonra Almancaya çevrilip basılınca, okurlar ve eleştirmenlerin büyük ilgisiyle karşılanmıştı. Kadersizlik, on altı yaşındaki Yahudi asıllı bir Macar gencinin, babasını çalışma kampına yolcu etmesiyle başlar. Bir süre sonra, çalıştığı yere giderken, arkadaşlarıyla birlikte o da yolda polisçe yakalanıp Auschwitz toplama kampına giden bir trene bindirilir. O andan başlayarak gencin ağzından, gördüğü, duyduğu, tattığı , dokunduğu her şey, tüm ayrıntıları ve canlılığıyla dile getirilir. Genç, hiçbir yorum, hiçbir değerlendirme yapmadan, hiç abartıya kaçmadan, karamsarlığa kapılmadan, tanık olduğu her şeyi, ince bir mizahla anlatır. ‘Oradaki bacalarda bile dumanların kesildiği anlarda mutluluğa benzeyen bir şeyler vardı. Belki de asıl bu deneyim benim için unutulmuş kalacak, ama herkesin öğrenmek istediği, yalnızca kötü olan, yalnızca ‘dehşet’. Evet, bir daha soracak olurlarsa, onlara bunu, toplama kampındaki bu mutluluğu anlatmalıyım. Soracak olurlarsa. Kendim bile unutmuş olmazsam. ‘Kendisi de toplama kampında kalmış olan Imre Kertesz’in bu çarpıcı romanı, otobiyografik özellikler taşıyor.
8. Trenin Tam Saatiydi
İkinci Dünya Savaşını bir piyade eri olarak yaşayıp “savaştan ve militarizmden daha saçma bir şey olamaz” kararına varan Heinrich Böll‘ün bu kısa romanı, 1949’da yayımlandı. Alman ordusunun bütün cephelerde çökmeye başladığı günlerde, Andreas adında gencecik bir Alman eri cepheye katılma emrini alır. Kesin bir ölüme gittiğini kafasında bir saplantı olarak taşıyan Andreas, bindiği trenin bir ara istasyonda kaldığı saatlerde, bir randevu evinde genç bir Polonyalı kızla buluşur. Andreas ne kadar zorlama bir askerse genç kız da öylesine zorlama bir kiralık kızdır. İkisi arasındaki ilişki, bir cinsel buluşma olmaktan çıkıp gerçek bir sevgiye dönüşür. Bu arada, Andreas’ın alınyazısı olarak kabullendiği ölüm saati yaklaşmaktadır…
9. Utanç
J. M. Coetzee, 1999 Booker Roman Ödülü’nü alan etkileyici romanı Utanç’ta, şiddetli, yaoğun bir dönüşüm geçirmekte olan bir toplumun, yeni Güney Afrika’nın öyküsünü anlatıyor. İki kez evlenip boşanmış, bir kız babası olan, elli iki yaşındaki Profesör Lurie’nin öyküsünde, hem siyasal hem de kişisel dönüşümler, değişimler yaşayan sanclıı bir toplumun insanını tanıtıyor. Bir kız öğrencisiyle girdiği ilişki sonucu okulundan ayrılmak zorunda kalan Profesör Lurie’yi arkadaşları dışlıyor, eski karısı da alaya alıyor. Lurie, kızı Lucy’nin çiftliğine sığınıyor, elinde kalan tek insancıl ilişki kızı ile olanıdır. Lucy’nin koşullarına ve ırk ayrımının yeni boyutlar aldığı bir topluma uyum sağlamak yoluda inançsızca sürdürdüğü çabaları, bir öğle sonrası kızıyla birlikte yaşadığı vahşi bir saldırıyla kesintiye uğruyor. Acımasız bir dürüstlükle yazan J. M. Coetzee, okura yumuşak bir roman sunmuyor, sert bir öykü anlatıyor, ama güçlü ve inanılmaz güzellikte, hem keyifli, hem kasvetli bir öykü. Baştan sona gereksiz tek bir sözcük ya da cümle içermeyen Utanç, Profesör David Lurie’nin düşüşünü anlatırken, daha ilk satırından kıskıvrak yakalıyor okuru, Lurie’nin kişisel öyküsüyle Güney Afrika’nın öyküsü iç içe geçiyor; beyazıyla siyahıyla bütün Afrikalıların uydukları kuralların tümü tersine dönüyor, çarpıtılıyor. Utanç, aslında insan olmanın ne anlama geldiğini araştırıyor. J. M. Coetzee, İnsanın içine işleyen gerçekleri yalın ama vurucu bir üslupla dile getirirken yaşayan en iyi romancılardan biri olmayı da hak ediyor.
10. Kalpazanlar
André Gide‘in Kalpazanlar’ın yirminci yüzyıl Fransız romanındaki konumu ancak, Marcel Proust’un Yitik Zamanın Ardında’sının konumuyla karşılaştırabilir. Tıpkı Proust’un büyük yapıtı gibi, Gide’nin yazdığı bunca anlatı arasında roman adını verdiği tek yapıt olan Kalpazanlar da aynı zamanda hem roman, hem roman üstüne düşünce, hem öyküler anlatan bir yapıt, hemde yapıtın öyküsü olmak ister. Bunu yaprken gerçekleştirmeye çalıştığı bir başka amaç da, roman sanatını baştan sona yenilemektir. Bu son amaca, tam olarak ulaşıldığını söylemek zordur. Ama arayış öyle usta bir anlatım, öyle canlı ve çekici yüzler, öyle ilginç oluntular aracılığıyla sürdürülür ki, bir yandan büyük bir yazın serüveni karşısında bulunduğumuzu duyar, bir yandan kişilerin serüvenlerini kendi serüvenlerimiz gibi yaşarız.