Büyük devletlerin büyük arşivleri ve yalnızlıkları olur. Onlar kadar bu arşivlerde çalışan küçük de insanları.
Abdullah Aren Çelik’in Kandan Adam romanı bu çarpıcı girizgâhla başlıyor. Kitap, ‘İlerde Hep Yalnız’ isimli ilk romanından sonra yazarın ikinci göz ağrısı. Everest Yayınları’ndan çıkan kitabın kısa zamanda ikinci baskısını yapması polisiye-gerilim türü meraklısı okurların romanı sahiplendiğinin bir işareti sayılabilir.
Kandan Adam, Emniyet binasının derin ve karanlık arşivinin sıradan bir memuru eski cinayet komiseri Ahmet Boz karakteri üzerinden Diyarbakır’ın üç farklı dönemine ait örtülü kesitler sunuyor okuyucusuna. Örtülü sözcüğünü bilerek seçiyorum. Kemal Fevzi’nin idamı sonrasında cesedinin ve kişisel eşyalarından olan mühür ve yüzüğün nereye gömüldüğünün derin bir devlet sırrı olarak on yıllarca saklanması, bu sözcüğü kullanma nedenimizi açıklar sanırım. Bilmeyenler için hatırlatalım; Kemal Fevzi önemli bir şahsiyet. Kürdistan Teali Cemiyeti’ne kâtiplik yapan, aynı cemiyetin yayın organı Jin Dergisini Memduh Selim Bey’le birlikte çıkaran, 1925 yılında kurulan İstiklal Mahkemeleri’nce vatan hainliği suçlamasıyla yargılanıp hakkında idam kararı verilen Kürt entelektüeli. Adı tarih kitaplarında pek zikredilmez. Biliyoruz ki adına tarih dedikleri şey, yenenlerin tarihidir yenilenlerin tarihi olmaz!
Yakın geçmişimiz meşhur birer tetikçiyken, meçhul birer kurbana dönüşen zavallı insanların ibretlik öyküleriyle doludur. ‘Binbaşı Ersever’in İtirafları’ veya ‘Haliç’te Yaşayan Simonlar’ benzeri kitaplarda zikredilenler buzdağının görünen yüzüdür sadece. Peki ya bilmediklerimiz? 90’lı yılların alacakaranlık döneminde bu sancılı coğrafyada neler olup bittiğini bilmeyenler, Derin Devlet, Jitem, Hizbullah, Sarı Mekaplılar adını bir kerecik olsun duymayanlar, Kandan Adam’ı yeterince anlayamazlar! Yazarın, sayfa aralarında ironik bir dille belirttiği gibi; ‘Bu kadar cinayetin işlenip, üzerinin bu denli örtüldüğü bir şehir yoktur herhalde.’s.57 O cinnet yılları anlayabilmek için hatıraların acıtan yüzünü bir nebze yaşamış olmak yeterli değildir. Çünkü yaşamak, tanık olmaktır ve yazar bu zorunlu tanıklığın üstündeki gizil perdeyi aralamakla yükümlü kişidir. Abdullah Aren Çelik, okuru bir girdap gibi içine çeken sürükleyici anlatısıyla; korkunun, güvensizliğin, günaşırı aleni cinayetlerin, jurnalciliğin, gelecek kaygısının, ekonomik- siyasal belirsizliğin, faili meçhul infazların kol gezdiği, düşük yoğunluklu savaş bültenleriyle toplum olarak çepeçevre kuşatıldığımız küflü ve zift karası günlere ışık tutarak bu toplumsal sorumluluğunun bilincinde olduğunun yeterince farkındadır…
Roger Callias ‘Roman, topluma karşı bir isyandır! der ‘Romanın Kudreti’ adlı incelemesinde.
Her yazınsal eser; aydınlık yarınlara dair dillenmemiş yeni bir şeyler söylemek, yaşanılmış acıları ajite etmeden genç kuşaklara aktarabilmek, adalet, sevgi, umut, özgürlük, barış gibi evrensel duygulara okuyucuyu müdahil etmek arzusunu taşır. Kandan Adam’ı tarihi bir arka plan üzerinden sağlam kurgusuyla polisiye-gerilim türü bir anlatı olarak değerlendirebilmekle beraber onu benzerlerinden ayıran bazı özelikleri var. Yazarımız, kesinlikle fantastik öğelere kaçmıyor, başlarda dağınık gibi duran girift anlatıları bir yapbozun parçaları gibi ustaca birleştirmesini biliyor, olay akışını sekteye uğratmadan ters zamanlı bilinç akışı tekniğinden sıkça yararlanıyor. Kısacası, kurmaca ile gerçeğin iç içe geçtiği özgün bir kalemle karşı karşıyayız diyebiliriz. Anton Çehov’un bilinen o meşhur ifadesiyle: Hikâye ile doğrudan doğruya ilgilisi olmayan herşeyi mutlaka atmak gerekir. Hikâyeye başlarken mesela duvarda bir tüfek asılı olduğunu söylerseniz o tüfek ya hikâyenin sonunda yahut daha önce ateş etmelidir!
Ahmet Boz, rütbeleri sökülmüş eski bir cinayet komiseri demiştik. Eşi Gülhan’la mutsuz bir evlilikleri var. İlişkinin varmış olduğu sarmal boyutu satır aralarından sezinlemek mümkün. ‘Zamanla birbirlerine enkaz olup çıkmışlardı.’s.135 Kaybettikleri çocuklarından sonra yeniden çocuk sahibi olmayı düşünmemişler. Emniyetin bodrum katındaki arşiv odasında ‘Gece’ ismini verdiği kediyi özenle beslemesi, yakın bir dostuymuş gibi onunla dertleşmesi, onulmaz yalnızlığına sırdaş arama isteğinden kaynaklı olabilir.
‘Her mutsuz evliliğin kendine has sığınacak yerleri vardır kimisinin kedi, kimisinin kitap, kimisininki de yalnızlığı olurdu…’ s-172
Gülhan’ın, ta en başından beri kimi sevdiğini, evin gizli bölmelerinde özenle sakladığı onca isimsiz mektupları kime yazdığını, atılmış bir kördüğümün usulca çözülüşü gibi romanın en son sayfasında, kocasının Saray Kapı’nın virane surları ardında kafasına doğrultulan silahın iki el ateşlenmesiyle infaz edilmesi üzerine öğreniyoruz. Komiser Mesut Yener yani başkahraman Ahmet Boz’un en yakın silâh arkadaşı!
Cihan Güven, Ahmet Boz’un yanına verilen genç polislerden biri. Soyadına bakıp aldanmamak gerek. Kahramanımız nedense pek itimat etmiyor kendisine -gerçi istihbarat birimlerinde kimse kimseye güvenmez- ve hep şüpheyle yaklaşıyor.
‘Her istihbarat elemanının en büyük mesleki kazası avcı durumundayken av olmasıydı.’s.151.
Okurun algısını ters yüz etmesini bilen çarpıcı ve sıra dışı diyaloglara rastlıyoruz ilerleyen sayfalarda. Örneğin Ziya Gökalp Müzesi Müdürü Zeki Çelik’in ağzından tarihsel eserlerinin sergilendiği müzelere bakışımızda farklı bir perspektifin kapısını aralıyoruz sanki; Müzeler bir mezarlıklar tarihidir. Bana inan, kimse kendini öldürüp mezarını müzede sergilemez. Müzesi çok olan toplumların günahı çoktur…’s.72
Law Reşit’in kara yazgısı ise ayrı bir roman konusu olabilecek kadar hüzünlüdür. Egemenlerin politik ihtiraslarına biricik kardeşini kurban veren genç bir doktorun en değerli varlığını kaybetmesi sonrası -derin kederinden olsa gerek- aklını yitirmesine isyan ediyor insan. Simyacı romanında okuyup sarsıldığım bir cümle vardı; Yüreğin nerede çarpıyorsa, hazinen oradadır! Bitlis’in daracık sokaklarında yarı çıplak bağırıp koşuşturan Law Reşit’in çıldırma nedenini anlamamıza yardımcı olacak küçük bir ayrıntıdır bu…
Kar metaforunun roman boyunca işlenmesi, yazarın bilinçli bir tercihidir belki de. Durmaksızın yağan ve bütün şehri merkezden varoşlarına kadar baştan sona kuşatan ‘beyaz ölüm’ imgesi ana karakter Ahmet Boz’un gözünden paradoksal bir bakışla gözler önüne serilir:
‘Yağan karın ne anlama geldiğini biliyordu: Yürünemeyen yollar, ulaşılamayan köyler, açlıktan ve soğuktan ölen çocuklar demekti. Diyarbakır’da kar estetize edilemeyecek kadar acımasızdı. Giyilecek ve yakılacak bir şeyleri olmayan insanların kefeniydi bu beyaz örtü. s.134
Şehirlerin kendine has bir dokusu, bir ruhu vardır. Oysa bu kadim şehrin kültürel dokusu ve kırılgan ruhu bütün coğrafyasıyla yüzyıllardır -bilinçli bir şekilde- yağmalanıp örselenmiştir:
Bu şehir, bir çok insan için küçük bir cehennemdi.’s.109
Kılıç hükmünü kanla verir! Kurşunlu Camii’nin hikâyesi, bu tespitimizi doğrular niteliktedir! Vasag adlı Rahibin kendi cemaatine karşı affedilemez ihanetini Ulucami avlusuna toplanmış halkın gözleri önünde kellesinin uçurulmasıyla ödemesi, romana serpiştirilen tarihi arka plan ayrıntılarından bazılarıdır. ‘Her şey bir yayın ucundaki okun havaya atılmasıyla başladı…’s.58 Okun düştüğü yere -Aziz Teodoros Kilisesi avlusuna- Osmanlı’nın şanına yaraşır görkemli bir camii yaptırılacağının halka ilanı, dini topluluk ve cemaatlerin birbirlerine karşı olan hoşgörüsünü bir çırpıda bitirir. Gökten yere düşen bir okun uyuyan nifak alevini tetikleyeceğini, toplumun sarsılmaz temellerine bile-isteye yerleştirilen tahrip gücü yüksek bir dinamit etkisi yaratacağı ancak asırlar sonrasında anlaşılacaktır:
Kaderin ve kederin aynı gökten geldiği söylenir…’s.80
Bıyıklı Mehmet Paşa, Muhbir Sıraç Usta, Morg Doktoru Elif, Dr. Zaven Pasuryan, Kemal Fevzi ve Doktor kardeşi Law Resit, Dilan Sineması sahibi Vecdet Dalan ve Dayısı romanda isimleri zikredilen yan karakterlerdir. Sülüklü Han, Ziya Gökalp Müzesi, Saray Kapı Kurşunlu Camii, Ulu Camii, Gavur Mahallesi, Suriçi, Virankale Burcu ve Hasanpaşa Hanı ise yaşanılan tüm olumsuzluklara ve karasal ikliminin acımasız koşullarına rağmen bugün bile heybetini kaybetmemiş eşsiz tarihi mekânlardır.
Özetle şunu söylemek isterim; Kandan Adam, keyif almak için okunacak sıradan bir kitap değil, aksine uykularınızı kaçırıp, kalbinizi huzursuz edebilecek sarsıcı bir roman…
- Kandan Adam – Abdullah Aren Çelik
- Everest Yayınları – Roman
- 272 sayfa