Gabriel Garcia Marquez’in “en iyi kitabım” dediği Kırmızı Pazartesi, okurken sizi nereye varacağınızı bildiğiniz bir akıntıdaymışçasına sürüklüyor. Her şeyden önce “bir eseri okunur kılan üslup mudur, yoksa içerik mi?” tartışmalarında üsluptur cevabı için kanıt niteliğinde bir eser. Çünkü okurken ne olacak acaba demekten ziyade nasıl olacak diyorsunuz ki yazar da size en baştan bunu bildiriyor: İşleneceğini herkesin bildiği bir cinayetin öyküsü. Yazarın en baştan bütün bilinenleri vererek böylesi bir denklem oluşturmayı başarması gerçekten inanılmaz.
Kitapta anlatılan olay, Marequez‘in çocukken yaşadığı kasabada geçen gerçek bir hikâyedir. Kasabaya Bayardo San Roman adında gizemli biri taşınır. Bilgili, derin bir karakter olup kasaba halkında merak uyandıran biridir. Bir gün Angela Vicerio adındaki genç kadına âşık olur ve onunla evlenmek için ailesiyle anlaşır. Ancak düğün gecesi evlendiği kadının bakire olmadığını anlar ve sabahında Angela’yı ailesine teslim eder. Angela ailesine karşı bu konuya açıklık getirmek zorundadır ve bekaretini bozan kişinin Santiago Nasar olduğunu söyler ama kim olduğu, nerede olduğu hakkında bilgi vermez. Angela’nın Pablo ve Pedro adında iki erkek kardeşi vardır ve yapmaları gereken çok açıktır: Santiago Nasar’ı bulmak ve öldürmek.
İki kardeş Santiago Nasar’ı öldürmek üzere kasabada onu aramaya başlarlar. Belediye başkanı, kasap, esnaf, komşular… Her gördüklerine Santiago Nasar’ın nerede olduğunu sorarlar ve onu öldüreceklerini de açıkça belirtirler ki bu sırada ellerinde keskin domuz bıçakları da bulunmaktadır. O gün, o kırmızı pazartesi tüm kasaba halkı bu cinayeti bilmektedir ve kimse engel olmamıştır.
Öncelikle olay örgüsündeki her karakterin duygu durumu o kadar berrak tasvir edilmiş ve okuyucuya geçmesi sağlanmış ki, kitabı bitirdikten sonra gökyüzünün daha mavi, güneşin daha parlak gelmesi gibi bir farkındalık oluşuyor. Bireyler boyutunda başlayarak toplumsal boyuta varan bir çözümle yapılıyor. Bu cinayetin faili gerek kendi başına bir şey gelmemesi için susan gerek namus kavramını kadının bekaretiyle tanımlayıp Nasar’ın ölümü hak ettiğini düşünen kasaba halkıdır, toplumdur aslında.
Suç, suçlu, mağdur kavramlarını da sorgulatan “Hükmü veren kim?” diye düşündüren nitelikte bir eser Kırmızı Pazartesi. Kardeşler, Nasar’ı öldürmek için ellerinde domuz bıçağıyla onu ararken müthiş bir korku içindeler aynı zamanda: “Ya bulursak?”
Röportaj tekniğiyle yazılmış eserde kardeşlerin şu cümlesine de yer verilir: “Onu bilerek öldürdük, ama biz suçsuzuz!” demişti Pablo Vicario, hem Tanrı’nın hem de insanların katında. Bir onur söz konusuydu.
Toplumu oluşturan birey, kendi oluşturduğu yapıda saygınlığını korumak için o toplumun değerleri ve kendi vicdanı arasında çetin bir savaşa girmiş ve toplumsal değerler üstün gelmiştir. Bireyler, büyük bir ağacı oluşturan ağacın gövdesini, dallarını, meyvesini besleyen kökler gibi toplumu oluşturmuş ancak bir kasırgayla karşılaştıklarında toprağa tutunmaya devam edebilmek için gövde istediği yöne eğrilmesi gibi toplumun isteklerine boyun eğmiştir.
Birey-toplum ilişkisini böylesi sürükleyici, detaycı ve yoğun anlatıyor oluşu bu eseri benzer konudaki eserlerden ayıran, en çok okunan kılan temel fark. Kişisel olarak olumsuz eleştireceğim tek nokta ise Angela’nın düşünce ve hislerine kardeşler kadar yer verilmemiş oluşu. Bu büyük kasırgada savrulan yapraklardan biri Nasar’sa, diğeri Angela’dır kuşkusuz.
Kırmızı Pazartesi toplumun her parçasından insana hitap edecek şekilde yazılmış bir eserdir. Üslubu sürükleyici olduğu kadar anlaşılır olan bir eser. Kullanılan yerel kelimeler özenle açıklanmıştır. İnsanın ve toplumun her duygusuna, düşüncesine çizgisiz ve lekesiz tertemiz bir ayna tutulmuştur. Eğer bir kitaba başlayıp o kitabın dünyasında kaybolmak ve bu kayboluşta insancıl tarafınızı bulmak isterseniz hayranlıkla tavsiye olunur.
-
- Kırmızı Pazartesi – Gabriel Garcia Marquez
- Can Yayınları – Roman
- 111 sayfa
- Çeviri: İnci Kut