“Maymun çığlığından Shakespeare tiradına…”
“Evrimde hangi aşamada bizi diğer türlerden ayıran, zihnimizi yansıtan dil ortaya çıktı? Bize bu yetiyi veren sadece tek bir gen midir? Büyük maymunlara da dil kullanımı öğretilebilir mi? Günümüzde kullanılan dillerin her biri de aslında bir anadilden ayrılmış olabilir mi? Ya da M.Ö. 9000 yıllarında yaşayan Anadolu çiftçileri hangi dil ailesinin ilk kullanıcıları sayılabilir? Bebekler dil öğrenimine ne zaman başlar” ve daha pek çok soruya yanıt veren yapıt, konuyla ilgilenenlerin pek çok sorusunu cevaplar nitelikte. Üç bölümden oluşan kitabın çevirisi Sema Rifat’a ait.
Gazeteci Cecile Lestienne’nin, “Dilin Kaynağında” isimli ilk bölümde dil yetisinin ortaya çıkışını irdeleyen sorularını Pascal Picq cevaplıyor.
İletişim, kabaca, hemen her canlının hayatta kalmak için bir şekilde başvurduğu bir yöntem esasında. Ancak söz konusu dil ise türümüzün ayırıcı özelliği. Hayvanların etkileşimine olanak veren sesleri, işaretleri, jestleri birer dil olarak kabul etmek de olanaksız. Fransız paleoantropolog Pascal Picq, sözlü iletişim ile dilimiz arasındaki farkı ise “yaratıcılık” olarak özetliyor. İnsanlarda dilin ortaya çıkması konusunda “İşlev organı yaratmaz” diyen Picq, “Dil de konuşmak gerektiği için doğmadı elbette. Çevre, bireyleri onları daha iyi gösteren ya da eleyen şeylere göre ayıklama yapar. Bu kadar basit. Bireyler çevresel değişikliklerle karşı karşıya kalınca ya elverişli özellikleri vardır ya da yoktur. Çevre daha önce var olanlar arasından ayıklama yapar.” şeklinde özetliyor. (s.13)
İlerleyen bölümlerde dil öğrenebilen maymunlara değiniliyor ve pek çok örnek ile konu ele alınıyor.
“Atanın Söylediği” bölümünde alet kullanımı, beslenme rejimindeki değişiklik ve grup halinde yaşamanın etkilerinden söz ediliyor. “Toplumsal kompetanslar ve grup halinde yaşamanın karmaşıklığı daha fazla bilgi aktarmak için daha gelişmiş iletişim biçimleri gerektirmiştir. Zaten, Robin Dunbar maymunların beyninin, çok daha kalabalık gruplarda yaşadıkları ölçüde daha gelişmiş olduğunu göstermiştir.”
(s.35)
Ayrıca dilin topluluk içinde rolleri paylaşmak, anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak, zorunlulukları aktarmak, toplumsal organizasyon ve bilgi alışverişi gibi kullanım alanlarına ve dil yetisine sahip grupların da dilin bu özelliklerinden yararlanarak doğrudan veya dolaylı faydalar sağlamasına değinirken Morten Chiristiansen, Simon Kirby, Bernard Victorri gibi dilbilimcilerin görüşleri de aktarılıyor.
Dil aileleri, anadiller, çokdillilik konularının tartışıldığı ikinci bölümde ise soruları dilbilimci Laurent Sagart cevaplıyor. Tüm dillerin başlangıçta bir grubun konuştuğu tek bir anadilden ya da farklı gruplarda konuşulan anadillerden geldiği sorusunu yanıtlamanın şimdilik imkansız olduğunu söyleyen Sagart, dil ailelerini bir araya toplayarak “makro-aile”ler oluşturmayı başaran Greenberg ile Ruhlen’in çalışmalarını aktarıyor.
Bu dönemde tarımla uğraşan toplumların gelişmesi dilde büyük çalkantılara sebep olduğu vurgulanırken ilk dilsel yok olmaya değiniliyor.
Laurent Sagart başka dillerdeki terimlerin kullanılması, dilin yozlaşmasıyla ilgili “Değişiklik normaldir, hiçbir tehlikesi yoktur. İngilizcenin ‘istilasından’ korunmak için hiçbir neden yoktur. Başka dillerden yapılan aktarma, değişikliğin biçimlerinden biridir.” diyor. (s. 88)
Kitabın son bölümünde, bir bebeğin dil öğrenmeye ne zaman başladığı, çok kısa bir zamanda bunu nasıl başardığı, bebeklerin farklı dilleri ayırt etmesinin mümkün olup olmadığı gibi pek çok konu üzerine tartışma şekilleniyor. Bu bölümde konuya açıklık getiren araştırmacı ise bebek dili uzmanı Ghislaine Dehaene. Araştırmacının en çok üzerinde durduğu konulardan biri de dilin etkileşim ile öğreniliyor olması. Yalnızca dile maruz kalmanın yeterli olmadığına, diyalog ve karşılıklı iletişimin kilit nokta olduğuna değiniyor. Bebeklerin kelimelerin anlamlarından çok önce onların sessel birimlerini öğrendiğinden söz eden Dehaene, bu konudan yapılan teknik çalışmalara ve deneylere de yer veriyor.
“Anne ve babalar çocuklarına konuşmayı öğretmezler. Onlara dil ve kültür modellerini sunarlar…”
Son olarak ikidilli çocuklardan, öğrenim sürecinden ve dil genlerinden bahsedilirken çocukların dil öğrenmeye zaten çok yatkın olduğu, gerekli olanın bu yeteneğin geliştirilmesi olduğu aktarılıyor.
- Dilin En Güzel Tarihi – Pascal Picq, Laurent Sagart, Ghislaine Dehaene, Cecile Lestienne
- Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları – Tarih
- 137 sayfa
- Çeviren: Sema Rifat