”20.000 yılı aşkın bir süredir insan beyni yaklaşık bir tenis topu büyüklüğünde hacim kaybetti. Paleontologlar bu gerçeği, tarih öncesi atalarımızın fosilleşmiş kafataslarını ölçüp bunların çağcıl beyinden daha büyük olduğunu fark ettiklerinde anladılar (…) İnsan beyninin niçin küçüldüğünü tam olarak kimse bilmiyor.”
Küçülmenin nedeni bilinmiyor ancak çevresel koşullar ve buluntuların ışığı altında çeşitli varsayımlarda bulunuluyor. Bu varsayımların bir kısmı -beslenme, gövdenin küçülmesi- pek olası görünmüyor. Bizler insan evrimindeki fiziksel değişimleri nedense yalnız fiziksel nedenlere bağlıyoruz. Ancak insanın toplumsallığından sürekli bahsederken işbirliği ve paylaşım zorunluluğu ile birlikte sosyal hayata uyum sağlamaktan başka çaresi olmayan atalarımızın ‘evcilleşmesinden’ dolayı beyinlerinin küçülebileceğini hiç aklımıza getirmiyoruz.
Evcilleşmiş Beyin insaymunlardan itibaren Homo Sapiens’e kadar sahip olduğumuz beyin gelişimini ve bu gelişimin getirdiği zihinsel süreçlerin neler olduğuna dair örnekler sunuyor. Kitap; bebeklik dönemi, yetişkinlik dönemi, genetik bozukluklardan kaynaklı çeşitli hastalıklar, akıl oyunları, hayvanların zihinsel tepkileri, sosyal kurallar gibi birçok açıdan neden “insan” olduğumuz çıkmazını aydınlatmaya çalışıyor.
“Kendimize ait olduğunu sandığımız bireysel seçimler topluluğa bildirilmek üzere kullanılıyor. Ardından bu topluluk da bizim seçimlerimizi etkilemek için kullanılıyor.”
Bağımlı hale gelinen toplumsallaşma farkında olmasak da gerçek bireyselliği yok etmiş durumda. Sözsüz dönemden sözlü döneme dek yaratılan kurgu, özgürlüğümüzün görünmez sınırlarını çizdi. Bu görünmez sınırlar içinde özgür ve bilinçli kararlar aldığımızı düşünerek rahatlıyoruz. Ancak aldığımız her karar, sergilediğimiz her eylem milyonlarca yıllık baskının ve diğerlerinin onayına mahkum.
‘’Çoğumuz denetimin bizde olduğuna inanırız. Karar verirken oyalanabiliriz, ama yine de seçim yapanın kendimiz olduğuna inanırız. Eylemlerimizin yazarı, düşüncelerimizin sahibi gibi duyumsarız kendimizi. Yine de bazen kendimizi şaşırtır, kişiliğimize uymaz görünen şeyler yaparız. Sanki içimizde kendi istediği gibi davranmaya kararlı bir akrep vardır.’’
Kitabın sonuna doğru çağcıl insanın teknopaniğinden, zayıflıklarından, bencilliklerinden ve içine düştüğü bunalımlardan bahsediyor. Bunu en yaygın iletişim kanalı olan genelağın nasıl “like”lardan ibaret görülüp şişirilmiş özsaygı duyusunun okşanmasında bir araç olduğundan bahsediyor.
“Gerçekten seçeneğimiz yok. Bilinmez kalmak gitgide olanaksızlaşıyor.”
Bruce Hood, DNA birikimimizdeki milyonlarca yıllık izleri takip ederek zihinsel sığamızın ve ilerlememizin ne kadar harika olduğunu vurguluyor. Sahiden öyle mi? Homo Sapiens türünün bilim insanlarınca mükemmel ve eşsiz olarak görülmesi sıklıkla karşılaştığımız bir durum. Özellikle primatlar başta olmak üzere diğer hayvanlarla yapılan karşılaştırmalar mantıklı ve dengeli bir ölçüm açısından birtakım soru işaretleri barındırabilir. Hood, anlatımı boyunca insan sığasının diğer hayvanlardan neden, nasıl üstün olduğu üzerine kanıt gütmede ufak telaşlar içinde gibi. Bütünün bir parçası değil de bütünün efendisi olma isteği güdüsü hangi DNA bileşenimizin içinde saklı?
Yazar: Bruce Hood
Çeviri: Aysun Arslan
Yayınevi: YKY
Yayın Tarihi: Ocak, 2016
Sayfa Sayısı: 255