İnsan ruhunun açmazları bir tür ayrıksılığa, bölünmüşlüğe yaslanır. Aramızda yaşayan Bozkırkurtları için ‘’belki tümüyle insan yaşamı ciddi bir yanılgıdan öte bir şey değildir, ilk ana’nın ölü doğmuş bir çocuğudur, doğanın başarısız kalmış çılgınca ve dehşet verici bir denemesidir.’’
Herman Hesse’nin yaşamı, insan yaşadıklarının toplamıdır tezini katışıksız özdenliğe kavuşturacak boyuttadır; 13 yaşındaki oğlu Marti’nin geçirmiş olduğu ağır hastalık (Menenjit), karısının şizofren olması ve Birinci Dünya Savaşı’nın getirmiş olduğu ağır koşullar onun ruh acununda derin açmazlar oluşturmuştur. Bu bakımdan Bozkırkurdu’nu okuyan bir kimse, bütün bu kurguyu besleyen derin yaşam izlerinin olduğuna kuvvetle inanmaya başlar. Öyle düşünürüm ki Herman Hesse’nin Birinci Dünya Savaşı’na katılmak isteğine ilişkin duyduğu pişmanlığı, roman içinde şu düşüncelerle yer bulmuştur: ‘’Yok etme ve can alma tutkusunun herkesin gözünde ışıl ışıl ve içtenlikle parıldadığını gördüm; benim kendi ruhumda da bu kırmızı yabani çiçekler filizlenip boy verdi, ötekiler gibi ışıl ışıl parıldamaya başladı. Ben de kıvançla savaşa katıldım.’’ . Haklılıklarına inanmış bir dünya dolusu insan, ‘’soylu’’ savaşlar veriyorlardı. Hesse’nin de bundan uzak kalması düşünülemezdi fakat o, garip bir tesadüfle sağlık sorunları nedeniyle bu işe elverişsiz bulunmuş ve Alman tutsakların bakımını üstlenmekle sorumlu kılınmıştı. Onun, yaşamı içinde savaş karşıtı pozisyon almasının sarsılmaz yanını bu tesadüf oluşturmuştur belki de. İnanıyorum ki bu kitabı okuyacaklar, insan ruhunun sayısız yarılmalarının boyutlarını görme şansını kazanmanın yanında savaşın anlamsızlığı üzerine daha önce hiç olmadığı kadar çok düşünmenin güçlü adımlarını atacaklardır.
Bozkırkurdu üç anlatıcı üzerinden oluşturulmuş bir romandır. İlk anlatıcı, Haller’in çatı katında bir oda kiraladığı evin sahibinin yeğenidir. Bu adam Haller’deki garipliği daha ilk anda sezer ve onun bazen insan kimliğini, bazen de bozkırkurdu kimliğini taşıdığını keşfeder. İlk zamanlar Haller’den hoşlanmayan bu adam giderek ona ilgiyle yaklaşır. Ve Haller, oradan ayrılıp gittiğinde geride bıraktığı notları yayınlar.
Anlatıcıların ikincisi, duygu-düşünce dünyasında milyonlarca dalgalanmanın burgacında savrulup duran romanın kahramanı Harry Haller’in kendisidir. Bu anlatımda, intihar fikrine bazı yakınlaşan bazı uzaklaşan, umut ve umutsuzluk, yaşam ve yaşamasızlık sarkacında salınıp duran bir yaşam deneyiminin dile getirilişini görürüz. Bu olağanüstü gelgit salınımından Harry’nin ölüm, yabancılık, karamsarlık duygularıyla yüzleştiğine tanık oluruz.
Romanda her şeyin ilk anda rastlantıyla olup bittiği düşüncesini veren olaylar, ’’Bozkırkurdu Üzerine İnceleme’’ bölümünü okuduğumuzda, yerini, aslında her şeyin Haller’in yazgısının diğerlerince bir bir sahneye taşınmak için uğraşıldığı düşüncesine bırakır. Her şey bir rastlantı olmasından daha öte planlanmış gibidir. Haller bir gün sokakta dolaşırken elinde pankart taşıyan bir adam, bu incelemenin olduğu broşürü Haller’e verir. Bu broşürde yazılanlar Haller’in içinde taşıdığı yıkımları, açmazları öylesine derinlemesine işler ki her şey bu noktada Haller için çarpıcı bir boyut kazanır. İşte önümüzde duran bu inceleme, Haller’in içindeki hayvanın (Bozkırkurdu) canlı, hareketli bir fotoğrafı olarak üçüncü anlatıcıyı oluşturur.
Bu kitabın içimde yarattığı dalgalanmalardan doğan ilhamla ben de kitabı okuyup bitirdiğimde ‘’Bozkırkurdu’na’’ başlığıyla bu dizeleri yazmıştım:
Cılız, incecik ağaççıklar/Sonra ıslık ıslık bu rüzgar şimdi kapımda/Nereye gitsem, neyi arasam/İçimde kımıl kımıl devingen bu doğa gibi her şey/Ben varım…/İçimde milyonlarca bölünmüş ruhlar/Her gün yeni bir parçamı Fırat’a atıp kurtulacağım./Ben kimim?/Yalımlar içinde uğuldayan bu resim kime ait?
Kaynak: Bozkırkurdu, Herman Hesse., YKY., Çev: Kâmuran Şipal., 20. baskı., 2015., 209.
Fotoğraf (Kitap Kapağı) :Yazara ait