“İnsan aptal ve bilgisiz olabilir ama biraz süslenmeyi, yaltaklanmayı ve yerine göre davranmayı biliyorsa onun için her şey bitmiş değildir. Hatta tam aksine yaşamda yolunu zekilerden ve bilgi küplerinden bile daha iyi bulur.”
Jakob von Gunten, Robert Walser
Yirminci yüzyılı tek kelimeyle anlat deseler “travma” derim herhalde. Zaman adeta travmaya ayarlanmış gibidir. Belki de önceki asırlarda biriken stres, yirminci yüzyıl ile birlikte insan ruhunda derin bir kırılmaya neden olmuş ve o vahim görüntüsü yeryüzüne yansımıştır. Krizler, yıkımlar, ölümler, savaşlar ve bütün acımasızlığıyla uygarlık denilen kıymeti kendinden menkul bir birikim. Kırılmanın şiddeti öyle büyüktür ki, artçıları günümüzde de devam ediyor. Kısacası bugün hâlâ o varoluş sancısının çekim alanından çıkabilmiş değiliz.
Siyasetin emperyalizme hizmetçi yapıldığı, bilim eliyle merhametsizliğin pratize edildiği, dinin ve maneviyatın hayatın dışına itildiği bu dönemde insanın derununda yaşananları anlatmak için insanlığın elinde kala kala sanat kalmıştır. Bugün de bu zihnin tutunabileceği tek dal sanat gibi görünüyor. Yalnız o dönem için mevcut sanatsal yorumlar insanlığın travmasını; hayatın anlamını arayan o varoluş sancısını anlatmaya yetersizdir. Sanıyorum yirminci yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan ‘aykırı’ (felsefi-sanatsal) yorumların nedeni burada saklı. Klasik, romantik, realist olmak ya da meseleyi bunların türevleriyle anlatmak havanda su dövmekten farksızdır. Modernizmin ürettiği anlam paradigması çözüm sunmamaktadır. Hâsılı ufukta rölativizm görünmeye başlamıştır.
Jaguar Kitap’tan çıkan Jakob von Gunten için yirminci yüzyılın insana miras bıraktığı travmanın bir yansıması diyebiliriz. Anlamsızlıktan anlam üretme girişimi, paradoksların birlikteliğine dayalı iyi niyetli bir deney, ruhsal bir rehabilitasyon avuntusu ya da gerçeklikten uzak bir hayal makinesi… Kısacası bugün insanlığın kendini bıraktığı rölativizmin serin kolları, yani postmodernizmin ta kendisi. Jakob von Gunten ise postmodernizmin kapısında yüzü bize dönük kişi. Klasiklerden izler taşısa da bize daha çok benziyor. O, geçiş dönemini muhteşem yansıtan bir karakter; bir ‘ara form’.
Alman yazar Robert Walser (1878-1956) eserine romanın başkahramanının ismini vermiş. Çevirisini Gül Gürtunca’nın yaptığı kitap yüz kırk beş sayfadan oluşuyor. Bir ‘anti-kahraman’ diyebileceğimiz Jakob von Gunten, alışılmışın dışındaki düşünceleriyle dikkat çekiyor. Bu özelliği romanın psikolojik boyutunu üst seviyeye çıkarıyor. O sıradışı biri. Kanun, kural, norm sevmiyor ve yasakları delmenin hazzına tutkun. İnsanları rahatsız etmekten, etrafındakileri kızdırmaktan, borçlandırıp ölmekten zevk alıyor. İlkelerin hiçbir işe yaramadığını düşünüyor. Yakınmaktan başka bir ideolojisi yok. Ama her şeye rağmen kendini okuyucuya yakın hissettiren bir saflığı, sevdiren bir çocuksu yönü var.
Soylu bir aileden gelen on yedi yaşındaki Jakob evinden ‘kaçarak’ erkeklerin eğitim gördüğü bir enstitüye kaydolur. Enstitü sabır ve itaat dışında hemen hemen hiçbir şey öğretmemektedir. İlk zamanlar bu sisteme direnen Jakob zamanla ortama ayak uydurur. Birkaç eğitimcinin görev yaptığı kurumu biri kadın diğeri erkek iki kardeş yönetmektedir. Benjamenta Enstitüsü’nde Bay Benjamenta yönetici, Bayan Benjamenta eğiticidir. Jakob enstitüye kaydolan son öğrencidir. Mezun olan öğrenciler Bay Benjamenta tarafından işe yerleştirilmektedir. Zengin ailelere hizmet etmek üzere yetiştirilen bu gençlerin sahip olması gereken en önemli kazanım sabır ve itaatle birlikte davranış kurallarıdır. Enstitü de bunu vermektedir zaten. Bir süre sonra Jakob’ın çok değer verdiği Bayan Benjamenta ölür. Hemen arkasından öğrencilerin tümü mezun olur ve işe yerleştirilirler. Jakob bu uygulamadan hâriç tutulmuştur çünkü Bay Benjamenta onu yanında istemektedir. Yeni öğrencisi olmayan enstitü kapanır ve Jakob, Bay Benjamenta ile birlikte oradan ayrılma kararı alır. Roman boyunca enstitüdeki yönetici, öğretmen ve öğrencilerin gözlemsel analizler Jakob’ın gözünden aktarılıyor. Yalnız, yazar bu aktarımı toplumsal gerçekliklerle harmanlayarak yapıyor. Dolayısıyla romanda döneme dair çok fazla dikkat çekici detay bulunuyor.
Heyecan verici şekilde başlayan romanın sonu için aynı şeyi söylemek zor. Romanın sonu aceleye getirilmiş izlenimi veriyor. Hikâye ağır akarken birden hızlanıyor, baştaki vuruculuktan çok uzak bir şekilde sonlanıyor. Sanki Robert Walser romandan sıkılmış ve bitirmek istemiş gibi hissettim. Bu izlenimimde yazarın hayatının da payı büyük sanıyorum. Zor bir hayatı olan Walser, psikolojik sorunlar yaşamıştır. Ruhsal rahatsızlıkları nedeniyle 1929 yılında yatırıldığı sanatoryumda ölünceye kadar (1956) kalmıştır.
‘Ben’ anlatıcı yöntemini kullanan Robert Walser olaydan çok durum analizi yapıyor. Roman kurgu açısından değilse bile dil açısından muhteşem bir içeriğe sahip. Her sayfada yazarın muhteşem zekasını görmek mümkün. Diğer yandan Jakob von Gunten paradokslarla örülü bir roman. Aileden zengin olan bir gencin geçmişini reddettikten sonra yoksul bir hayatı seçerek zengin olmayı hayal ettiği görülüyor. Bir taraftan maneviyatın karın doyurmadığından yakınırken bir taraftan da hayatta iyi insanların olması gerektiğini söyleyebiliyor. Hem insanları kızdırmaktan zevk aldığını söyleyip hem de centilmenlik ve kibarlığa bayılabiliyor. Sık sık Tanrı’ya inanmadığını belirtip birçok yerde Tanrı’dan, Hıristiyan teolojisinden müspet anlamda bahsedebiliyor. Kısacası roman boyunca bir sürü çelişkiyle karşılaşılıyor fakat okuma, gerek yazarın özel durumu gerekse dönemin atmosferi düşünülerek yapıldığında çelişkilere kayıtsız kalmak mümkün hâle gelebiliyor. Romanda klasiklerin tadını veren bazı yerler dışında soyut anlatım o kadar güçlü ki birçok yerde fanteziye dönüşebiliyor.
Jakob von Gunten içinde bireysel psikoloji ve toplumsal analiz barındıran bir edebiyat şöleni sunuyor. Anlatım yer yer nihilizme kaysa da melankolisini hiç kaybetmeyen bir yapısı var. Bu özelliği metni insana yaklaştırıyor. Üst perdeden olmasa da eleştirel yönü çok kuvvetli. Doğa, kent hayatı, toplum, birey, savaş, yoksulluk, din, insan ilişkileri gibi birçok konuda sorgulama ve analiz içeriyor. Bu bağlamda yazarın gözlem yeteneğine hayran olmamak elde değil.
Son olarak romanın en dikkate değer bulduğum yönüne değinmek istiyorum. İlk baskısı 1909 yılında yapılan romanda Robert Walser adeta bugünü, bugünün insanını daha sade kelimeler ve çözümlemelerle anlatıyor. Robert Walser beğenmediğimiz ve görmek istemediğimiz yönlerimize ayna tutuyor, bize gösteriyor. Dolayısıyla eserin çözümleyici yanı kadar eleştirel yanı da değerli diye düşünüyorum. Günümüz insanının bilgi ve eşya ile olan ilişkisini özetleyen aşağıdaki alıntı ne söylemek istediğimi anlatıyor sanırım:
“Birbiri ardına birçok şey öğreniyoruz ve bir şey öğrendiğimizde o öğrendiğimiz şey de bize sahip oluyor. Biz ona sahip olmuyoruz, tam aksine kendi varlığımıza katmış gibi gibi göründüğümüz şey bize hükmediyor.”
- Jakob von Gunten – Robert Walser
- Jaguar Kitap – Roman
- 145 sayfa
- Çeviri: Gül Gürtunca