Bir misket gibi küçük bir çocuğun avucundan yere doğru fırlatıldım. Döne döne diğer misketlere çarparak yavaşladım. Dururum sandım olmadı. Çocuk beni tutmak yerine bir tekme savurdu. Dönmekten öte artık uçmayı öğrenmişçesine savruldum. Sonuç daha ağır bir düşüş oldu. İşte size Knut Hamsun’un Behçet Necatigil çevirisiyle yayımlanan Son Bölüm adlı kitabında bana yaşattığı şeyi anlatmış bulunmaktayım. Her bir sayfasında başka bir olay, her olayda başka bir düşüş yaşatmış Knut Hamsun bizlere.
Knut Hamsun’un Son Bölüm kitabı Timaş Yayınları tarafından ve Barış Şehri’nin kapak tasarımı ile eylül ayında okurlarıyla buluştu. Barış Şehri’nin çizimleri ve tasarımlarıyla Knut Hamsun kitaplarına yeni bir bakış açısı kazandırdığını söylemeden edemeyeceğim. Ayrıca Son Bölüm adlı kitabının Knut Hamsun’un Benoni ile başlayarak sürüp giden fakir bir Norveçli’nin hayata tutunma çabası ve çevresindeki insan silsilesini konu alan serisinden uzak bir kitap olduğunu belirtmeliyim.
Dağın tepesine yakın bir alanda babasından kalma alanı kendince hale yola sokmaya çalışan Daniel, sevdiği kadını sırf statüsünün bir muhtara göre düşük olması sebebi ile başka bir adamla evlendirilmesi sonucu kaybeder. Bu kayıp Daniel için yeni bir sayfadır. Madem statüdür asıl söz sahibi o zaman beygirler, öküzler, inekler, bolca taze süt, peynir, tereyağı, yumurta, balık dolu olacaktır bu inşa ettiği ev. Biri buradan geçerken hiçbir yere ait olmayacak derecede güzel kokularla hafızasına kazıyacaktır burayı. Daniel bu düşünceleri zihnine iğneleyip hayatını yaşamaya devam ederken, dağın tepesine bir sanatoryum kurulur. Sanatoryumun kurulumunun ardından kontların, prenseslerin, matmazellerin odaları doldurmasıyla sanatoryum adını duyurmaya başlamıştır. Öyle ki insanlar sadece hastalıklarını iyileştirmek için değil; bir sohbete, bir akşam yemeğine, bir dağ havası almaya dahi sanatoryuma gelmeye başlar. Bazen sanatoryumda bulunan o prensesin yüzü suyu hürmetine sanatoryumda bir gece kalmaya razı olanlar dahi vardır. Sanatoryumun başındaki avukat da böyle olmasını istemiştir belli ki, çünkü her içeri geleni adeta bir arkadaş sıcaklığı ile sararak sanatoryumda kalmaya ikna eder.
Son Bölüm kitabı; Moss, İntiharcı, Matmazel Ellingsen, Matmazel d’Espard, Bay Fleming ve birkaç sanatoryum misafirini daha ağırlamakta. Her birisinin kendi hikayesi, her birisinin kendi yarası bulunmakta. Moss, vücudunda ve en çok da yüzünde dikkat çeken iğrenç yaralara ve kaşıntılara sahiptir. İntiharcı, adı üstünde intihar etmeyi sürekli düşünen fakat bunun cinayet gibi görülmemesine özen gösteren biridir. Matmazel d’Espard ve Bay Fleming sanatoryumda kesişen yollarında birkaç kalp çarpıntısına ve bolca kırıklara sahip iki ayrı misafirdir. Bir olmak için çabalarlar fakat son bölüme ulaşırlar. Bazılarının dışarıdan gözükür sıkıntısı, bazıları ise içinde yaşar acısını bu sanatoryumda. Ne su vardır ne elektrik. Doğru düzgün bir yemek bile çıkmaz anlatıldığı kadarıyla. Yalnızca dert barındırır ve dert ile beslenir sanatoryum.
“Benim döküntülerim sadece dışta, deride; ama sizin hastalığınız içinizde!” (syf. 38)
Kitap içerisinde etkilendiğim olaylardan biri sanatoryumda tanışarak birbirlerine yoldaşlık eden yalnızlık hastalığı içerisindeki Matmazel d’Espard ve verem hastalığı içerisinde iyi olduğunu söylediği cümlelerde boğulmayı seçen Bay Fleming’in aralarındaki şiddetli çekim kuvvetiydi. Bay Fleming kendisini kont diye tanıtan fakirin biriydi. Bu yüzdendir ki ne zaman Daniel’in mandırasındaki sütü ve yoğurdu tüketse kendini iyi hisseder ve iyileştiğini düşünürdü. Bir de onun o köy kokusu yayılan çarşafları içerisinde uyumak… Matmazel ise onunla mandıraya kadar gelir ve o uyurken onu beklerdi. Sonunda bir gün sanatoryumun şifalı elleri Bay Fleming’in yalanlarını çekip çıkardı ve döktü önüne Matmazel’in. Aslında bir kont olmadığını ve haddinden fazla parasının olduğunu öğrendi Matmazel bir gün. O gün Bay Fleming bütün parasını Matmazel’e bırakarak ayrıldı sanatoryumdan. Aşk zor olarak tanımlanırsa soru işaretleriyle dolu ve iki kişinin yaşadığı aşkı bir kalpte taşıma zorunluluğu ise zorluğun anavatanı sayılabilir. Matmazel uzun zaman boyunca bekledi Fleming’i ve hep sahip çıktı kendisine emanet edilene. Fakat bir gün bir karar verdi. O kararı Fleming duygularıyla değiştirecek gibi olduysa da bu aşk hikayesinin son bölümü çoktan gelmişti.
“İnsanlar hep aynı telden çalamazlar, bazı teller kopar. Ara sıra sonuncu teli tıngırdatmak gerek.” (syf.106)
İnsanın yerini bilmediği ama derinden hissettiği bir ağrı, sanki kendisinden başka kimseye ait değilmiş gibi hissettirir. Sonrasında konuştukça, dinledikçe, tanık oldukça görür ki bu ağrıda yalnız değilmiş. Bir çoğumuz birbirimize sırtımızı dönerek yaşadığımız birtakım olaylar içerisinde dayandığımız sırtlarımızı duvar sandık. Aslında yan yanaydık işte. Son Bölüm kitabı içerisinde Müdür Oliver kendi hayatı içerisinden koparıp bir ağrı uzatır bize. Okurken büyüdüğüm bu yerde bu ağrıya çok rastladığımı fark ettim. Bu ağrı her yerdeydi. Sizlerle bu bölümü paylaşmak isterim:
“(…) bir gün bizim evde bir kapının kilidi bozuldu, kardeşime telefon ettim, gelip yapıvermesini rica ettim, herhalde önemli bir arıza, anahtar kilide girmiyor, dedim. Sanır mısınız ki kendisi geldi? Oğullarından birini gönderdi, büyüğünü bile değil! Neyse, delikanlı becerdi bu işi: Söktü çıkardı, parçalara ayırdı, sonra birleştirdi, yerine taktı kilidi. Bu çocuklar ellerini kullanmayı öğrenmişler, evet! Dil ve matematik öğrenmiş kendi oğullarım ise durmuş, bakıyorlardı; başka ne yapsınlar! Hayır, ruh inceliği bekleyemeyiz! Bu durumda bütün şehrin kardeşim gibi düşündüğünü, Okul Müdürü’ne karşı demircinin tarafını tuttuklarını unutmayınız! Bizi konuşurlarken şöyle der onlar: İki kardeş arasında ne büyük fark! Biri akıllı, biri bilgin! Bilginlik değersiz bir şey tabii!” (syf.105)
Kitaplar bize başka bir yol olur bu doğru. Belki yaşamak istediğimiz bir hayatı, yaşamak istemediğimiz bir hayatı, yaşadığımız ve gelecekte ne olacağını bilemediğimiz bir hayatı belki de hiç bilmediğimiz bir zaman dilimini bize gösterir. Bu yüzdendir ki her kitapta aynı duygular içerisinde olmayız. Acı dolu karanlık bir tünelden geçer gibi ya da taşımak zorunda olduğumuz her yükün gökyüzünde bir bulut misali dolaştığı ve bize artık yük olmadığı gibi hissettirir kitaplar.
Son Bölüm kitabı, adını ölümün bir hayatın son bölümü olarak nitelendirilmesinden gelmekteymiş. Bu yüzdendir ki sanatoryumdaki her misafir ya da Son Bölüm içerisindeki her karakter iyi olaylar yaşadığı kadar kötü olaylarla da kendini gösterir. Hatta bu kötü olaylar o kadar ciddidir ki karakter yaşadığı hayatı silip tekrardan yazmak zorunda kalır. İşte bu ayrıntı aslında Son Bölüm’ün ne kadar kıymetli bir kitap olduğunu bizlere göstermektedir. Oradaki insanlardan biri eminim sizsiniz.
Knut Hamsun Son Bölüm kitabı ile aslında bu hayatın, tüm gerçekliğiyle, düz yolların yokuşlara da bağlanabiliyor olduğunu gösteriyor. Bu yokuşlarda ayağınız mı takılır, sevdiğiniz bir adamı mı kaybedersiniz, yangınlar içerisinde mi yanarsınız bilinmez. Yaşandıkça gösterir kendisini. Bildiğim bir şey varsa hayatınızın son bölümüne kadarki kısmını en iyi şekilde yazmış olmak. Son bölüm zaten yayınevinin bir damgası gibi çoktan oradadır.
“(…) iyinin de kötünün de üstesinden geliyordu. Dünya, uğraş dur! Bizim buralarda böyle denir.” (syf. 398)
- Son Bölüm – Knut Hamsun
- Roman – Timaş Yayınları
- Çeviri: Behçet Necatigil
- Sayfa Sayısı: 398