“Tsukuru Tazaki, üniversite ikinci sınıftayken, temmuz ayından ertesi senenin ocak ayına kadar neredeyse sadece ölmeyi düşünerek yaşadı.”
Her sene Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı mı alacak mı diyerek okuyucularını heyecanlara sürükleyen Haruki Murakami‘nin kahramanı Tazaki’yi tanıtmak için seçtiği ilk cümle, romanın da ilk cümlesi aynı zamanda. Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları, yazarın alışık olduğumuz hafif depresif bolca da merak ettiren o klasik kurgusu ile okuyucusuna hoş geldin diyor.
Romanın başlangıcı, geçmiş ve bugün arasında gidip gelirken, belirli bir noktadan sonra tamamen günümüz üzerinden ilerliyor. İsminin anlamı ‘üretmek’ olan Tsukuru, Tokyo’da yaşayan, 35 yaşında, bekar ve istasyon inşaatları yapan bir mühendis. Dışarıdan bakıldığında ilgi çekici bir yanı olmayan, sıradan diye nitelendirebileceğimiz bir karakter. Kendi deyimiyle, ‘içi boş bir kap’.
”Benim sanırım kendim diyebileceğim bir şey yok. İşte bu, diyebileceğim bir kişiliğim olmadığı gibi, canlı renklerim de yok. Çıkartıp kendimden verebileceğim tek bir şeyim bile yok. Bu beni çok eskiden beri bunaltan bir sorundu. Kendimi hep içi boş bir kap gibi gördüm. Kap olarak kendime göre bir şekil sahibi olabilirim, ama doğru dürüst bir içerik yok. Kendimi ona uygun bir insan olarak göremiyorum bir türlü.”
Tsukuru’nun içi boş bir kap olarak kendini nitelendirmesinde geçmişine dayanan ve bugününü etkileyen bir yarası oldukça etkili. Lise yıllarında, isimlerinde renkleri barından Mavi, Kızıl, Ak ve Kara’dan oluşan beş kişilik çok yakın bir arkadaş grubunun kendince en renksiz, en silik üyesi. Tsukuru’nun isminde herhangi bir renk yok, zaten karakterinde de ona göre herhangi bir renk yok. Nagoya’daki arkadaşlarını bırakarak üniversite eğitimi için Tokyo’ya gittikten iki sene sonra hiçbir neden belirtilmeden bu yakın arkadaş grubundan deyim yerindeyse aforoz ediliyor. Tazaki’nin hep içten içe kendini konumlandırdığı ‘silikliği’ ise işte tam bu sıralarda gün yüzüne çıkarak, canını acıtmaya başlıyor. Bu acıyı atlattığını düşünse bile yıllar sonra benzer şekilde karşılaştığı kişiler ve durumlar yarasının hala orada durduğunu, hatta kanamaya devam ettiğini fark etmesini sağlıyor.
”Anılarımızın üstünü örtebiliriz. Fakat o anıları yaratan geçmişi silmemiz mümkün değildir.”
Tazaki’nin kendini bulmaya çalıştığı, geçmişine doğru yolculuğa çıktı hac yılları da işte bu zamanlarda başlıyor. Fonda ise her zaman Franz Listz’in Hac Yılları (Années de Pèlerinage) eserinden Vatan Hasreti (Le Mal du Pays) kısmı var. Bu kısım, özlem duyduğu renklere doğru giden bir yolculuğun vazgeçilmez yol müziği oluveriyor roman boyunca. Yolcuğu esnasında geçmişi ile, arkadaşları ile yüzleşmesi ve hesaplaşmasının seyircisi oluyoruz bizler de. Bu açıdan bakınca, roman, geçmişe dönüş hikayesi gibi gözükse de aslında bir kendine dönüş hikayesini gözler önüne seriyor.
Renksiz Tsukuru’nun, ‘Kaderimde tek başına kalmak vardır belki de…’ diye diye ilerlediği yürüyüşünde, insanın kendini nasıl gördüğü ve aslında nasıl göründüğüne dair zorlu bir düşünce maratonuna çıkarıyor bizi Murakami. Renksiz olanın aslında ne olduğu, karakterlerimizin ne kadar renkli, güçlü, zayıf, mutlu, mutsuz göründüğü ile alakalı birçok cevaplanması gereken soru ile boğuşurken buluveriyoruz kendimizi.
Roman, iyi bir Murakami okuyucusu iseniz zaten hali hazırda alışık olduğunuz ve sevmekten vazgeçemediğiniz pek çok şeyi size her zamanki gibi bol kepçeden sunuyor. Detaylı ve tekrar eden betimlemeler, hayal mi gerçek mi olduğu çözülemeyen rüyalar, gerçeküstü kişiler ya da durumlar, akıcı bir dil, Tokyo kalabalıklığı, Şincuku tren istasyonu, Japon kültürüne ait göndermeler, günlük rutinde yer alan sıradan ancak satırlar süren olaylar (yemeğini yedi, duşunu aldı, bir kadeh şarabını boşalttı, güzel bir müzik açtı vs. vs.), fondaki müzikler, miso çorbası, cinsellik ve çözülmesi okuyucusuna bırakılmış karakterler, olaylar, metaforlar, bu romanda da yerlerini muhafaza etmiş gözüküyor.
Sadece Tsukuru’nun başından geçenlermiş gibi gözükse de gizemli hallerini koruyan birçok yan hikaye de ana hikayenin sosu olarak roman boyunca ilerliyor. Altı parmaklı insanlar, Haida, Sara, ölüm jetonuna sahip yabancı, içinde ne olduğu bilinmeyen bir kese, anlam verilemeyen rüyalar, esrarı çözülmemiş bir cinayet ve bir tecavüz ile kurguya gerilim ve polisiye gibi unsurlar da ekleniyor. Mavi, Kızıl, Ak ve Kara’nın geçmişleri ve bugünleri de aynı şekilde yolculuk içerisinde kendi yerlerini koruyor.
Murakami’nin eserlerinde görmeyi sevdiğimiz birçok karakteristik özellik bu kitapta da yer alırken, bence psikolojik analizlere ve kendisini çözümleyebilmesi için yazarın, okuyucusuna en çok fırsatı tanıdığı yegane kitabı bu olmuş. Tsukuru’nın özlemini çekip geç kavuştuğu Hac Yılları, tüm okuyucuların kendi renklerini bulabilmeleri için bir rehber niteliğinde.
- Haruki Murakami – Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları
- Doğan Kitap – Roman
- Çeviri: Hüseyin Can Erkin
- Sayfa Sayısı: 316