Türk edebiyatının kıymetli yazarlarından Memduh Şevket Esendal‘ın 1948 yılında kaleme aldığı Karısının Kocası isimli öyküyü sizlerle paylaşıyoruz.
Keyifli okumalar dileriz…
Karısının Kocası
Ana, baba yaşlandılar. Kendilerini geçindiremez oldular. Evlerini de belediye alıp yola kattı, parası da verilmedi. Verilse bile, ev, eski bir evdi, bir yenisini alacak kadar para getirmezdi. İster istemez, oğullarının yanına sığındılar.
Oğulları: Cemalettin Yapıman mühendistir. Eskiden devlet hizmetinde idi, şimdi kendi başına çalışıyor. Teahhütlere girer, evler alır-satır. İşleri oldukça geniştir, gittikçe de genişliyor.
Gelinleri: Bayan Nebahat Yapıman.
Eski paşalardan birinin torunu, bir binbaşının da kızı imiş, iki çocuk anası, oldukça güzel, sürmeli, rimelli, boyalı, kaşları yoluk, kumar düşkünü bir hanımdır. Kaynanası ile kaynatasının, evine gelip yerleştiklerini hiç istemez.
İhtiyarlara arka odalardan birini verdiler. Ara-sıra, hizmetçilerden biri odalarına girip,
— bu akşam misafir var, sizin yemeğinizi buraya getireceğiz, der.
İhtiyarlar gücenir, içlenirler.
Baba: Reşit efendi… İskiliplidir.
Orada Kalemlioğulları diye tanınmış bir ailenin çocuğudur. Konya’da bir medresede okurken, İskilipli bir tanıdığının yardımı ile Vali Haşan Paşa’nın yanına kapılanmış, onunla birlikte birçok yerleri dolaşmış, sırasına göre, paşanın vekil-harçlığını, kâtipliğini, kâhyalığını etmiş, onların yanında evlenmiş, son yıllara kadar da paşanın ailesinin yanından ayrılmamıştı. ‘‘Efendilerim beni aç, açık bırakmazlar” derdi.
Belki de bırakmazlardı ama devran değişti, efendileri, kendileri aç, açık kaldılar. Bununla beraber Cemalettin’i onlar yetiştirdiler sayılır.
Ana: İffet hanım, bir müderris kızıdır. Haşan Paşa konağında terbiye görmüştür.
Demek istediğimiz: Ana baba ikisi de yol yordam bilir, terbiye görmüş adamlardı. öyle, utanılacak, misafir yanma çıkarılamaz insanlardan değillerdi. Hele Reşit efendi, eskilerden anlatmaya başlayınca sözlerini dinletir, kendisinden istifade olunur bir adamdı. Ancak hem oğulları ile gelinleri, hem de onların misafirleri bu baba ile anayı dinleyecek, anlayacak terbiyede insanlar değillerdi. Misafir olmayıp da ihtiyarları sofralarına aldıkları günlerde de onlarla hemen hiç konuşmazlardı. Onlar da seslerini çıkarmazlar yemekleri bitince odalarına çekilirlerdi.
Bu yaşayışa, ana dayanamadı. Günün birinde bohçasını koltuğuna alıp, kıyı mahallelerden birinde oturan ablası Fıtnat hanımın evine gitti, iki hafta sonra da kocası sandığını götürdü.
Hizmetçiler sordular:
—Hanım nerede, artık gelmeyecek mi? dediler. Gidip hanımlarına söylemiş olacaklar ki, Bayan Nebahat da kocasına:
— Annen teyzene gitmiş, artık gelmeyecekmiş, dedi.
Cemalettin karısının yüzüne baktı, sesini çıkarmadı. Belki: “Bir anamı evimde barındıramıyorum, senin yüzünden” diye düşünmüştür. Bunu karısına söylese belki karısı da: “Ben anana ne yaptım, daha iyisini istiyorsan sen niçin yapmıyorsun? ” demez mi? Ama istediğini yapmaya kalksa Nebahat kıskanır evinin tadı kaçar. Anası da oğlundan yüz bulsa gelini ezip evin idaresini eline almak istemez mi? Öyle olunca Nebahat: “Anan kocaya varmış, kendine bir ev kurmuş, evinin de hanımı olmuş, kocasının da safasını sürmüş. Ben de kocaya vardım. Bu ev de benim evim. Bu evin idaresini ona vermem. Daha da dinç. Kimbilir ne kadar yaşar… O seni büyüttü ise ben de kendi çocuklarımı büyütüyorum. Anana, babana daha iyisini de yapamam, işte ev. Otursunlar. Aç değil, açık değiller. Benim evime de karışmasınlar” diyebilir. Pek haksız da olmaz.
Cemalettin: “Bunlara biraz para vermeli!” diye düşündü. Eskiden de böyle düşünmüş, hiçbir şey de yapamamıştı. “Bir yere biraz para koymalı, gidip oradan alsınlar. Nebahat’in de hiç haberi olmaz. Hesaplara bir bakayım da …”
Bu hesaplara, her nedense bakılamıyor.
Teyzesi Fıtnat hanım dul bir kadındır. Bir çürük evi, kocasından kalma, eski hesapla bile pek az, bir emekli aylığı vardır. Bu kadar az para ile nasıl olup da geçinebildiği anlaşılmayacak kadar güçtür.
Fıtnat hanım, eğer çok yaşlanmış, kendi hizmetini kendi göremeyecek duruma düşmemiş olsaydı, çok titiz, sert bir kadın olduğu için, belki kızkardeşini evinde istemezdi. Bunu bildiği için İffet hanım sandığını ilk geldiği gün getirmedi.
Yaşlı bir kadın için ihtiyar ablasının hizmetini görmek kolay değildir. Ama oğlunun, gelininin suratlarını çekmektense!
İffet hanım, oğlu ile gelinini, ablasının komşularına çekiştirmekle avunuyor, her çekiştirmeden sonra da biraz ağlıyordu.
—Ben onun için bu kadar şeye katlandım da karşılığı, dört günlük gelinin ağzına bakıp, benim yüzüme bakmadı. Bir çift lakırdı etmedi. Bir kere odamın kapısını açıp hatırımı sormadı. Bir daha onun evine gider miyim? Büyük sözüme tövbe, cami kapısında avuç açar dilenirim de onun evine gitmem. Allahtan dilerim, onlar da çocuklarından çeksinler!
İffet hanım, bu sözleri komşu kadınlara söylerken ablası da minderin üstünde imâ ile namaz kılmaya hazırlanıyordu. Döndü,
—Adam sende, dedi, erkekler karım köylü olurlar, yeni mi öğreneceksin?
Komşulardan biri:
—Â, hiç öyle değil hanım, dedi, Fikri beyin kızı nasıl anasını, babasını çekti yanına aldı. Gül gibi bakıyor.
Fıtnat namaza durmuşken dayanamadı. Başını çevirip:
—Hanım, dedi, kız evlât başka, erkek evlât başka. Erkek evlât olur da, el kızının ağzına bakmaz olur mu?
Bunu söylerken Fitnat hanım, kendi kocasını nasıl sıkıştırıp da kaynanasını evden kaçırdığını aklına getirmiştir. Hem Hacı bey, nur içinde yatsın, celâlli adamdı, anasının üstüne yürüdü.
İffet hanım, kocasını da, oğlunun evinde bırakmak istemiyordu, iki kişinin olduğu ile üç kişi de olur. Ancak ablasını nasıl yumuşatmak? Eğer Reşit efendi eve beş on para getirebilse…
Kocasına bir iş bulabilmek için, eski efendileri Haşan Paşa’nm torunlarından birinin kocasına gidip yalvarmayı düşünüyor.
Karısı ablasına gittikten sonra, oğlunun evinde, Reşit efendinin durumu da büsbütün silikleşti. Hizmetçiler çamaşırını almayı unutuyorlardı. Kendi yıkadı. Bir gün yemeğe oturacaklar, ihtiyar babayı unutup çağırmayacaklar diye korkuyordu.
Öğle yemeğinden sonra ortalıkta kimse kalmaz, gelin hanım öğle uykusuna yatar, hizmetçiler mutfağa dolarlar. Böyle sessizlik olunca Reşit efendi ayaklarının uçlarına basarak misafir odasına gider, misafir cıgaralarından birkaçını alıp sokağa çıkar, kıskanarak, katık ederek içer.
Artık hizmetçiler bile, onunla konuşacak bir söz bulamıyorlar. Çıkıp pazarı gezer, gidip cami odasında imamla, müezzin Süleymanla konuşur. Yanında cıgarası varsa içer. Yoksa, Murat efendinin yahut Çerkeş İsmail beyin gelmesini bekler. Murat efendinin cıgarası boldur. Verir. Köylü içer. İsmail bey on birlik içiyor.
Bir gün konuşuyorlardı, söz nasıl açıldı ise, Murat efendi, oğlu ile gelinini çekiştirmeğe başladı.
—Beni gelin uşak yerine koydu, dedi, evin alışverişini üstüme yıktı. Bir limon, bir demet maydanoz alınacak olsa gelsin büyük baba! Evde, at gibi kızkardeşleri var, biri çıkıp bir limon almaz!
Reşit efendi dinledi. —Ne iyi gelinin, ne iyi oğlun varmış! dedi.
Murat efendi,
—Nesi iyi? diye sordu.
—Her şeyleri iyi… Allaha şükret!
Başını çevirip yolun boyuna baktı, kendi kendine söylermiş gibi de:
—Bizde iş buyurmak değil, adam hesabına koyup bir hatır sormaz, bir çift lâkırdı etmezler, dedi.
Bu konuşmadan birkaç gün sonra oğlu, sanki babasının gönlünden geçenleri biliyormuş gibi, babasını çağırdı. Ona birtakım kâğıtlar, makbuzlar verdi.
—Bunları tahsil şubesinden çıkartır, kayıtlarını da yaptırırsın! dedi.
Baba ne kadar sevindi, ne kadar açıldı. Bütün acılarını unuttu, işe yarar bir adam olmak ne iyi, ne kadar tatlıdır!..
Hemen o gün şubeye gitti. Bastonu kolunda gözlükleri burnunun ucunda, oda oda dolaştı. Çalışanlara iş öğreterek, hademelere çıkışarak, işi bir günde çıkarttı. O gece oğlunun misafirleri vardı, göremedi. Ertesi sabah, oğlu işine giderken karşısına çıktı, kâğıtları gösterdi, anlattı. Oğlu aldı, baktı:
—E, hani bunun şeysi? diye sordu.
—Neysi?
—Burada teslimi olacak.
Tarihi de yok.
Baktı, doğru. —İhtiyarlık, ben görmemişim. Ver de düzelttireyim, dedi.
Oğlu vermedi.
—Yok, ben düzeltir, yaptırırım, dedi.
Gelin de kocasına:
—Ben sana söyledim, dedi, kendin yaptırmalı idin. Yahut Fahri gider, yaptırırdı.
Cemalettin kâğıtları cebine koydu çıktı, gitti. İhtiyar da, yüreğinde acı bir bezginlikle odasına döndü.
Ölüm insanları bir işe yaramamaktan kurtarır! Demek Cemalettin bu kâğıtları babasına verecek olunca karısı:
—Verme! demiş. Kaynatası bir işe yarar da bu evde söz sahibi olur, diye korkuyor.
Reşit efendi, “Ben de yapamadım ya, gelinin sözü doğru çıktı” diye düşündü…
Yalnız bu sefer değil, her fırsat düştükçe, gelin kaynatasını kocasına çekiştiriyor. Cemalettin bunları dinler, karısının aşağılık bir şey olduğunu anlayarak üzülür, sesini de çıkarmazdı.
Yalnız bir seferinde, karısı:
—Baban misafir odasından cıgaraları aşırıyor. Cıgara dayandıramıyorum, diye koğulayınca Cemalettin:
—E canım, dedi. Bu kadarını da görmeyiver. Aldığı da oğlunun malı.
Karısı bozuldu,
—Şekerim, senin de söylediğin söze bak. Kıskandığım için mi söylüyorum. Ben onun iyiliği için söylüyorum. Babanda, biliyorsun damar katılığı var.
—Olsun canım, babam da ölürse cıgaradan ölsün.
—Sen öyle söyledikten sonra içsin güle, güle. Ben onun iyüiği için söyledim…
Cemalettin karısına: “Ben senin niçin söylediğini bilirim” der gibi:
—Sen şuradan bir çift çorap ver, dedi.
Gelin de sustu ama ihtiyar da misafir odasında bir daha cigara bulamadı.
İhtiyar, kâğıtları oğluna verip odasına döndükten sonra ayakta durdu. Düşünür gibi idi. Biraz sonra evden çıktı gitti. Bir daha da gelmedi.
Gece oldu. Hizmetçiler geline haber verdiler.
—Efendi gelmedi, dediler.
O da kocasına söyledi. Kocası da:
—Anama gitmiştir, dedi. —Evet, oraya gitmiştir, dediler.
Geçti.
Gece bir aralık Cemalettin’in aklına geldi. “Annem bıraktı gitti. Bana da darılmıştır. Nebahat’in haberi olmadan ben onu aramalıydım. Daha iyisi, biraz para ayırmalıyım. Babam da şimdi onun yanına gitmiştir. Belki o da bir daha buraya dönmeyecek. Yıllar var ki ben anamla babamla konuşamıyorum. Bizden ayrı belki daha rahat olurlar. Yalnız paraları yoktur. Şu para işini yarın bitirmeliyim” diye düşündü. Ertesi gün de aklına geldi ama işleri vardı, ertesi güne bıraktı.
Babası, Cemalettin’in düşündüğü gibi karısının yanına gitmişti. Girdi, oturdu. Baldızı hal hatır sordu ama güler yüz göstermedi. Karısı kahve pişirdi, cigara verdi. Susuyor, dalgın düşünüyordu. Sonra bir aralık karısı ile yalnız kaldılar. Ağladı:
—Fena, artık çok fena. Doğrusu ölümü candan istiyorum, dedi.
Karısı: “Allah geçinden versin” demedi.
—Hadi hadi, ağlayıp durma. Biz talihimize küselim. Bizim oğlumuz adam çıkmadı, dedi.
İhtiyar içini çekti,
— O bizim oğlumuz değil karısının kocası, dedi.
Akşam olup büyük baba gitmeye kalkışınca karısı:
—İstersen kal burada, dedi.
—Yok, dedi, ben gideyim. Yalnız sende varsa bana bir tütün parası ver.
Oradan çıktı. Oğlunun evine de gitmedi. Oğlu teyzesinin evinde, karısı oğullarının yanında bilerek arayıp sormadılar. Birkaç ay sonra ihtiyarın başmı alıp gittiği anlaşıldı, arandı ise de bir izi bulunamadı.
(1948)