Büyük bir ev… Sadık ve sert bir koca… İki çocuk… Genç bir kadın olan Irene ve rahat, korunaklı hayatı… Stefan Zweig genç bir kadının yaptığı hatanın sonucunu, tek bir hisse odaklayarak okuyucuya aktarıyor.
Evli olan Irene’in bir sevgilisi vardır, piyanist. Adamla bir süredir devam eden ilişkileri bir gün bir kadının Irene’i, sevgilisinin apartmanından çıkarken bulmasıyla alt üst olur. Kadın, Irene’i tehdit etmeye başlar. Genç piyanistin kendisinin eski sevgilisi olduğunu, Irene’i rezil edeceğini söyler. Korku, öyküde bu yabancı kadınla olan karşılaşmadan sonra başlar. Zamanla artan korku, Irene’e hayatı yaşanmaz kılar. Genç kadın, sevgilisiyle ilişkiye nasıl başladığını, onunla çok şeyleri nasıl paylaştığını anımsayamaz olur. Şimdi tek tehdit vardır: o da uzun süredir bir şekilde gizli sürdürdüğü ilişkisini herkesin öğrenmesi sonucu hayatının mahvolması korkusu… Artık sadece evde şantajcısından gelecek olan mektupları ve isteyeceği parayı ödeyebilmeyi gözlemektedir. Biraz para vererek birkaç gün “özgürlük” satın almaktadır bu yabancı kadından. Kadın, hiç uyumayan bir düşman gibidir. Çok açtır, hep daha çok para istemekte, alt sınıftan bir insandır. Şantajcı, şantaj yaparken de alt-üst sınıf karşıtlığını devreye sokar. “Sizin gibi varlıklı kadınlar…” gibi başlar cümlelerine. Ama zenginliği övmek yerine aşağılamaktadır. Kendi hâlinden memnundur şantajcı, sadece biraz paraya sahip olmak istiyordur. Bunun için de hayatı Irene’e zehir eder. Ona mektup yollar. Para ister. Olmadık yerde karşısına çıkıp ona korku salar. Kocasına ve cemiyete bu ilişkiyi duyurmakla tehdit eder. İrene artık uyuyamıyordur. Avukat olan kocasının kendisiyle paylaştığı davalarda anlattığı, kendi görüşünü bildiren görüşleri anımsamaya çalışıyordur. Böylece durumdan haberdar olursa, kocasına karşı kendini nasıl savunacağını düşünmeye başlamıştır. Kocasının, çocuklarının bakıcısının, hizmetçilerin tavırlarından kuşku duymaya başlamıştır. Sanki hepsi her şeyi biliyor da ondan saklıyor gibidirler. Bu korku, aile ve ev içinde bir paranoyaya evrilmeye başlamıştır bile. Üstelik şantaj mektupları geliyor, Irene, hep gözetleniyormuş gibi bir hisle yaşamaya çalışıyordur.
Bu süreçte sevgilisi piyanisti tamamen unutmuş, onu bir yabancı olarak bile algılayamıyordur. Şüphesiz ki bu bir eğlencedir ve aşk olmadığı kesindir. şimdi aklında sadece o koca korku vardır genç kadının.
Şantajcının sınırı aşıp evine girmesiyle tamamen çaresiz kalır Irene. Duyduğu suçluluk, kocasına ihanetten çok kendi korunaklı hayatına yaptığı bir ihanetin izleridir. Şantajcısının eve gelmesiyle kendini artık güvende hissedemeyen genç kadın için tek bir çözüm vardır: o da ölmek. Kocasına söylemeyi dener ama itiraf noktasında konuşamaz. Böylece aslında kendine olan öfkesinden ve çıkışsızlığından, bir esir gibi yaşamaktan bıktığından bu yola girer…
Korku, baş karakteri ve okuyucuyu avucuna aldıkça nefessiz kalma süreci başlar. Bir sancıya dönüşen serüven sürpriz bir sonla biterken; okuyucu hem bu kasılmanın etkisinden kurtularak rahatlar hem de sonuca şaşırırken tekrar kendini bir kıskaçta hisseder.
Stefan Zweig, yaşamı yaşanır kılan güzelliklerimizi bencilce ateşe atışımızın, aslında kendi hayatımızı bir çıkmaza bırakışımızın öyküsüdür. Bu büyük, zorlayıcı, esir edici hisle artık yaşanamayan hayatları kim, nasıl geri kazanabilir…
Stefan Zweig
Korku
Çeviren: İlknur İgan
3. basım
70 sayfa