Dünya tarihi çok trajik olaylarla dolu çünkü yeryüzünde savaşlar hiç bitmiyor. Geçtiğimiz yüzyıl, bağrında iki tane dünya harbi doğurdu. Milyonlarca insan öldü, milyonlarca insan bedenen ve ruhen yaralandı, milyonlarca insan yerinden yurdundan oldu. Tarih böyledir, acılar üzerinde yükselir. Acılar günümüze ulaşsa da biz ciddiyetini bugün algılayamayız. İstatistiksel verilerle acıları somutlaştıramayız. İnsanlar ölmüştür, insanlar yok olmuştur. Sayılardan bahsetmenin hiç kimseye faydası yoktur.
Dünya tarihinin en büyük toplu kıyımları ve acımasızlıklar silsilesini apoletinde taşıyan İkinci Dünya Harbi, sebep olduğu acılar ve ruhsal çöküntülerle günümüzde hâlâ işlenen bir konu. O günlerde yaşananları bugünlere pek çok kitap, pek çok film ve belgesel taşıdı. Şehirlerde anıtlar, müzeler açıldı. Lakin pek çok şey hâlâ bilinmiyor, pek çok insanın mezar taşı henüz yok.
30 Ocak 1945’te, savaşın son günlerinde, dünya tarihinin en ölümlü facialarından birisi yaşandı. Üstelik bu faciadan pek bahsedilmiyor. Ne filmlerde ne de kitaplarda… İçinde 10 bine yakın insan taşıyan (bu insanların çok büyük bir bölümü savaşın şiddetinden kaçan Alman ve göçmen vatandaşlarıydı) Wilhelm Gustloff isimli gemi, Rus denizaltının üç vuruşuyla batırıldı. -18 derecedeki Baltık Denizi’nde 9 binden fazla insan öldü.
Günter Grass, Yengeç Yürüyüşü‘nde internette hakkında sınırlı bilgiler bulunan Wilhelm Gustloff trajedisini konu ediniyor.
Yengeç Yürüyüşü, başından sonuna kadar birinci tekil şahıs tarafından anlatılan bir kurguya sahip. 30 Ocak 1945 günü saldırı esnasında doğum yapan ve hayatta kalan Tulla Pokriefke ve oğlu Paul Pokriefke kitabımızın başkarakterleri. Paul’un kaza esnasında doğması, annesinin ve kitapta ihtiyar olarak hitap edilen işverenin (çevirmenin notuyla ihtiyarın Günter Grass olduğunu öğreniyoruz) yaşanan bu trajediyi anlatmasına güzel bir sebep olarak gösteriliyor lakin Paul’un bu hikâyeyi anlatma sebebinin bu olmadığını kitabın son bölümlerindeki sarsıcı bir olayla öğreniyoruz.
Biz kitabımızın başına dönelim ve Günter Grass’ın bize nasıl bir kurgu sunduğunu anlatalım.
Paul, bize kazanın çok öncesinden, kazaya sebebiyet veren olaylar silsilesinden itibaren anlatmaya başlar. Wilhelm Gustloff isimli İsveçli Nazi taraftarı bir parti başkanı, David Frankfurter isimli bir Yahudi tarafından parti binasında dört kurşunla vurulur. Wilhelm Gustloff’un anısını yaşatmak için adı “Sevinç Yoluyla Güç” propoganda kampanyasının gemilerinden en ihtişamlılarından birine Hitler tarafından verilir. Frankfurter hapse girer. Gustloff’un adı meydanlara, okullara verilir, anıtı dikilir. Savaş başladıktan sonra bu gemi, seyahatler haricinde, önce hastane olarak kullanılmaya başlanır. Daha sonra da dev bir savaş gemisine dönüştürülür. Kaza günü bir savaş gemisi görünümünde olan gemi başarısız, sarhoş ve ajan olmadığını kanıtlamak için sansasyonel bir eylem yapmak isteyen Rus amirali tarafından batırılır. Gemide çoğu çocuk, genç, kadın ve yaşlı olmak üzere 10 binden fazla insan vardır…
Paul olayı bizlere anlatana kadar tarihi, yaşanan acıları ve ilginç rastlantıları sıralıyor. 30 Ocak 1933 Hitler’in seçimlerden galip çıktığı gündür mesela. Yine 30 Ocak 1945’te Hitler, halkına son seslenişini yapar. Ve yine aynı gün bu elim olay meydana gelir. Ölenlerin çoğunun Alman olması, içlerinde askerlerin de bulunması nedeniyle olaydan çok bahsedilmez. Bu trajedi milyonlarca insanın öldüğü bir savaş içinde olağan görülür. Halbuki Alman halkı da bu savaş esnasında oldukça acılar çekmiştir; çoğu yurdundan olmuş, açlık çekmiş, hastalıklarla boğuşmuş ve dostlarını, akrabalarını, eşlerini, kardeşlerini, babalarını yitirmiştir. Günter Grass bizlere, biraz da savaşın Alman halkındaki psikolojik yıkım haricinde soyut tarafını, gerçek hikâyeyi anlatıyor.
Kitabın ilerleyen kısmında, olayın 50. yılında Paul’un oğlu trajediyi internet üzerinden anlatmaya başladığında antisemitizmin sanal yolla da naslı hızlıca yayılabildiğini görebiliriz. Öyle ki kitabın asıl yazılma konusu olan bir cinayet, bu yolla gerçekleşir. Bu kısmı anlatmıyorum. Merak etmenizi, bu kitabı temin edip okumanızı istiyorum çünkü.
Kitabın ismi yani Yengeç Yürüyüşü, anlatım biçimiyle ilgili. Günter Grass, olayın yaşandığı zamanlarla günümüzü iç içe geçirerek kitabın başından sonuna kadar bir yürüyüş gerçekleştiriyor. Kitabın adını biçemi veriyor.
Günter Grass, Yengeç Yürüyüşü‘nde bizi tarihe şahit ediyor. Wilhelm Gustloff faciasını gün yüzüne çıkarıyor ve bunu yaparken savaşın herkesi etkilediğinin de altını çiziyor. O günlerin psikolojisini olabildiğince sıcak, derinden ve sizi de işin içine dahil ederek, sorgulatarak, sorularına cevaplar arayarak anlatıyor.
O günleri anlamak istiyorsanız, acılara yakından bakmak istiyorsanız okumanız gereken bir kitap.
- Günter Grass – Yengeç Yürüyüşü
- Kırmızı Kedi Yayınevi – Roman
- 214 Sayfa
- Çeviri: İlknur Özdemir