Paul Strathern, bir kitabında “Çağımız asıl eleştiri çağıdır, ki, her şey eleştiriye tabii tutmalıdır kendisini.” der. Fakat çağımız eleştirinin oldukça uzağında durmayı tercih ediyor. Halbuki Azra Erhat’ın da dediği gibi “Eleştiri, yerin dibine batırmak değildir, olamaz.” İşte bu sebeple insanların bir kitap için hissettiği bütün duyguları ve ürettiği bütün düşünceleri özgürce söyleyebileceği bir seri oluşturmak istedik.
“Ne Okuyoruz?” Kitap Kulübü, olumlu eleştiriyi severek paylaşan fakat olumsuz eleştiriyi görmezden gelen yazarların aksine tam da gerektiği şekilde eleştirmeyi amaç edinen bir oluşum olma hayaliyle yoluna başlıyor.
Onuncu bölümünde Genevieve Wheeler’ın 2024 yılında çıkan romanı Adelaide’ını (Kairos Yayınları, 2025) konuk ediyor.
Umarız, bol bol yanlışlar yaptığımız genç ruhlarımızı bir yerden sonra yerden kaldırıp tozlarını silkeleyerek güçlü olduğumuzu kendimize hatırlatarak büyütmeyi başarırız, iyi okumalar dileriz.
*
Öyküm: Her şeyi düzenli, kitabı önünde notlarını karıştıran Cansu vs ayaklarını uzatmış halde zihnine kazıya kazıya beslediği nefretini kusmayı bilinçaltına bırakan Öyküm’ün sohbeti için hazırım.
Çok acımasız bir gün geçirdim ama beni bozmadı acılar. Bir de Rory gibi gudubet korkak varoş erkekleri konuşarak cila atabilirim anlayacağın, zevkle!
Cansu: Ahahaha giflik bir görüntü.
Nefret ettim yemin ederim!
Öyküm: Bunu da sevenler çıkar. Erkeklere acımayı yaklaşık 20 yaşında bıraktım. 9 senedir kafam rahat. Biz kadınlar kendimize boş boş iş çıkartmakta fazla ustalaştık.
Cansu: Erkeklere acımayı geçtim üzerime yapışan bir hoşnutsuzluk var yani direkt.
Öyküm: Böyle erkeklere yapılan fazla her şeyi konuşalım isterim. Ben bir günlüğüne cinsiyetçi ve pozitif ayrımcı olacağım.
Cansu: Her şeyden önce Adelaide’ın psikolojisinden başlayalım istiyorum. Genevieve Wheeler’ın roman boyunca bunu çok güçlü bir gözlem yeteneğiyle aktardığını düşünüyorum ben.
Adelaide’ı nasıl tanımlıyorsun sen mesela?
Öyküm: İletişim müdürüymüş yazarlığının yanında. Biz şaşırıyoruz ama belki de onun için en basit şey bu olmuştur.
Adelaide ne yalan söyleyeyim bana ilk gençliğimi hatırlatıyor. Cinselliği öne alması, duygulara önem vermeden yaşama isteği yönünden değil de hayatı bir yerinden tutup keyif alacağı şekilde yaşamaya çalışmasıyla, gerçek aşkı bulunca aptallaşmasıyla, ayrıntıcı ince düşünceli haliyle ve tabi tüm bunları yaptıkça sona yaklaşmasıyla resmen aynaya bakıyor gibi hissettim. Vardır hepimizin böyle asalak dönemleri. Sonra ayağa kalkarız şöyle silkeleriz tozu toprağı ve kabulleniriz olmayışları filan. Adelaide benim için o dönemin timsali gibi. Ya senin için nasıl biri? Çok merak ediyorum acaba fark etmediğim hangi ayrıntıyı irdeleyip yorumlar çıkarttın heyecanla cevabını bekliyorum.
Cansu: Yani bir nevi ayna oldu senin belli dönemlerine. Güzel ama sinir bozucu da olsa gerek. Bana göre Adelaide çok kırılgan hatta fazla kırılgan. Ama bunun yanında derinlikli biri de ama sanırım onu en net tanımlayan kelime ki kendisi de öyle tanımlıyor “yoğun”. Her duyguyu çok yoğun yaşıyor. Sevince koşulsuz seviyor ve her şeyini vermeye hazır bir hale geliyor, mantık tamamen şehri terk ediyor gibi bir durum söz konusu. Ve benim için en öne çıkan özelliklerinden biri de kendiyle hiç barışık olmaması. Maalesef. Bu beni okurken en fazla zorlayan durum oldu. Sürekli yetersizlik hissi, sorunun bariz biçimde karşı tarafta olduğu her durumda acaba neyimi düzeltebilirim endişesi yaşaması ve her koşulda kendini yetersiz hissediyor oluşu beni cidden çok zorladı. Sürekli onaylanmak istemesi de cabası. Belki annesiyle sağlıklı bir ilişkisinin olmamasıyla ilintilidir bu durum bilemiyorum tabii fakat zorlandığımı biliyorum. Gerçi yolun sonunda içim ferahladı ne olursa olsun gerçekçi biçimde bir iyileşme çabası kalbime iyi geldi diyebilirim.
Ha bir de ekleme yapmak istiyorum. Adelaide benim arkadaşım olsa kafayı kırardım herhalde. Değer verdiğim bir arkadaşım ilişki durumlarında gözle görüleni inkâr ettiği aşamadaysa ve “ne olursa olsun ben onu seviyorum” tarzı cümleler kuruyorsa delirme ihtimalim çok yüksek. Çünkü yıkıma giden bir arkadaşının iyiliğini isteyip onu uyardığında ve o hiçbir şekilde kulak asmadığında cidden can sıkıcı oluyor.
Öyküm: Ay bunu 15-16 yaşımdaki halim okusaydı mahvederdin kendisini.
Merak etme toparlıyorlar sonra. Burada da mantığınla bakıyorsun işte bence de haklısın ama karşı taraf kalbiyle düşünürken senin mantığını kabul ettirmen de saçma olabiliyor karşı taraf için. Ama şurada sana yüzde yüz katılacağım, Adelaide hak etmeyen insanlara çok çok çok çok yüz veriyor.
Cansu: Zaten kitabın finali sayesinde acımasız yorumlar yapmak istemiyorum. :) Toparlama söz konusu olduğundan içim çok rahat. İstiyorum ki hiçbir kadın aptal herifler yüzünden kendine bilerek ya da bilmeyerek zarar vermesin.
Evet ve susmayı öğreneli 10 sene falan oluyor, içimden köpürmeye devam ediyorum şimdilerde. :) Çünkü gerçeklik tamamen yok oluyor o anda çok farkındayım ama işte….
Öyküm: Ahahaha en son böyle bir temennim olduğunda başıma belalar açtı hayat türlü türlü. O yüzden bırakalım da kadınlar kendi yolunu bulsun. Belli ki biz yardımcı olamıyoruz bazı durumlarda. Mesela birilerini sevmek konusunda. Ve evet erkolar kapatılsın… Maalesef efendim temennimiz ortaktır, çağrımız ortaktır.
Cansu: Lütfen… Ciddiye alın yetkililer. Sevdiğim bir arkadaşım onu zerre umursamayan çocukla vakit geçirdiği için veda partime gelmese çok çok çok bozulurdum… Evet ben de sorardım: “önceliklerini mi şaşırdın?” diye. O kadar da değil. Altını çizeyim onu umursamayan kişi. Bu detay önemli.
Öyküm: Aklıma bir anımı getirdin şimdi… Üniversite sınavına hazırlanıyorken moral olsun diye gittiğim konserde tanıştığım grubun gitaristine âşık oldum sanıyordum. Karanlık ışıkta bakışlar daha anlamlı gelebiliyor, bendeki yıllar sonra yapılmış çıkarıma gel de gülme. Sonra bana ulaştı bu kişi, ay bayağı bayağı tereyağı gibi oldum. Tabi sonra beyefendinin dertleri, kadınları, ilişkileri çokmuş. Ben unutamadım, fotoğraflarına bakıyorum. O da narsist gibi silip silip yeniden paylaşıyor sosyal medyada. Sanırsın herkes gitmiş bir o kalmış sayfamda. Neyse bir gün vapurda ayağını çektiği bir fotoğraf gördüm. Anasayfama düştü. Yakın bir arkadaşıma gönderdim. O da senin tam da yargıladığım kafandaydı ve şöyle demişti: bana bak, sen iyice saçmaladın. Silkelen ve kendine gel. Ayak görüp de sevinmek ne demek? Öyküm bu iş çığırından çıktı. Bu adamı unutmazsan beni unut. Gerçekten bunları yaşamana katlanamıyorum artık. Kendine eziyet ediyorsun göz göre göre. Ve beyefendiyi engelleyip arkadaşımı kaybetmemeyi seçmiştim.
Bazı akıllı kadınlar yanlışlardan dönüyor yani ama ne zaman döneceğini kestiremiyoruz işte. Yine de dönüyor yani orada içim rahat.
Gördüğün gibi Adelaide’mışım bir zamanlar ahahah!
Cansu: Ay hayır yani bir de ayak mı? Cidden mi ya? Ahahah göz değil el değil ayağa sevinecek noktadaydın. Muhteşem bir dönüşüm. Neyse ki!
İnanması o kadar zor geliyor ki bugünden baktığımda.
Öyküm: Küçük bir ayrıntı: ben ayaklardan nefret ederim. Görüntü itibariyle pek hoşuma gitmezler, işlevlerine büyük saygı duyuyorum.
ŞİMDİİİ GEL DE GÖRRRR BENİİİİ BAMBAŞŞŞKKKAAA BİRİİİ!
Cansu: Adelaide’ı yeterince konuştuksa biraz da Rory diyelim mi?
Öyküm: Bu defa öncelik sana ait şekerim.
Cansu: Ben burada ilk sezonunu “cringe” komasından zar zor izlediğim dizi olan Kimler Geldi Kimler Geçti’den Funda’nın yapacağı bir yorum yapmak istiyorum müsaadenle: Rory tam bir “avoidant attachment örneği”. Yaniiii kaçıngan bağlanıyor. Ya da kısaca hem ayranım dökülmesin hem yoğurdum ekşimesin durumu diyelim.
Öyle bir Disney prensi ki bu başlarda bayılıyorsun işte bu diyorsun. Nazik, kültürlü, hoş sohbet, insanı inanılmaz yüksek hissettiriyor falan. Ama sonra tam yakınlık kurduğun anda, puffff! Rory nerede? Rory kaybolmuş. Sorumluluktan ölesiye korkan bir tip. Yemişim böyle prensi. Ayrıca bunun en sıkıntılı ve sinir bozan yanı bütün sevgililerine aynı tavırda olması. Bilinçli yani. Genel bir sıkıntı söz konusu.
Ben yine Funda karakterine bürünürsem eğer “ghosting” şekerim. Ay yemin ederim paçalarından red flag’ler akıyor.
Öyküm: Ahahahahahahaahahah! Senden beklemediğim seviyede bir yorum.
Bu prens lipgloss kullanıyor şekerim. Shrek filmindeki prenslerden.
Cansu: Bence o bile değil böyle prens olmaz hiçbir evrende. Yakışıklı diye tepemize çıkaracak değiliz aaaa! Modern ilişki denilen şeyin olayı bu mu acaba anlamıyorum ki ben. Bunlar nasıl ilişki dinamikleri böyle…
Öyküm: Ahahahaha ama kabul et güzel bir kader anlayışı işlemiş yazar. Köprüde karşılaşmalar, disney prensi yakıştırması, yıllar sonra aynı kişiyle farklı yerde karşılaşmak filan. Can evimden vuruldum. Kadere inanırım çünkü.
Cansu: Ben de bazı tesadüflere inanırım ama yazarın biraz abarttığını düşünüyorum yok artık sen de.. Zaten sürekli atıfta bulunduğu yönetmenler şarkılar, kitaplara bakarsak belli ki yazarımız fazla romantik. Romantik komedi sevdalısı olduğu kesin. Ama yani cidden abartı buldum bazı sahneleri. Fazla romantize edilmiş ayrıntılar vardı bence ve göz devirmedim değil.
Bu arada değinmişken kitaba dair sevdiğim şeylerden biri de bahsi geçen her eseri ve kişiyi biliyor olmak. Muazzamdı benim için. Çağdaşımız yazarları okumak bu yönüyle de keyifli. Bir karakter bir karaktere Normal People önerdi mesela muazzam bir detaydı.
Öyküm: Orası kesin! Yoksa kimde görülmüş her olayda sevdiğinin evine yemek yollayanı?
Sende sevdiğim özelliğin kendini belli ediyor bak. Küçük ayrıntılarınla geliyorsun. Duygulanacağım şimdi, bayılıyorummm!
Cansu: Aaaaaaa bu konuyu saatlerce konuşabilirim bak. Bu nasıl bir bolluk yarabbi. Her gün yemek yollamalar, sürekli hediyeler almalar ve zırt pırt tatil planlamalar. Bilmiyorum biz mi fakir düşünüyoruz? Ama hayır ya Adelaide’ın de eti ne budu ne allah aşkına?
Yanarım yanarım da “Bilet aldım ve her şeyi ayarladım hadi bu hafta Sicilya’ya seyahat ediyoruz.” cümlesini kuramamış olmama yanarım. Hoş bana da kuran olmadı ahahaha!
Çok hoş detaylar ama değil mi? Çünkü çok alışık olduğum bir şey değil benzer yaşlarda olan yazarların kitaplarında birbirlerinin kitabının bahsini geçirmesi cidden hoştu.
Öyküm: Ben şu olaya tilt oldum. Alo, Rory. Ne? İlk aşkın mı öldü? (Onunla da çarpışarak karşılaşıyorlar ve kadının ofis giriş kartı düşüyor onu vermek için barda buluşup bir şeyler içiyorlar, kadere bak kadere kimler kimlerle beraber! moment) Telefon kapanır. Hemen şöyle köşedeki tatlıcıdan pasta göndereyim yesin iyi gelir. Ne ne ne ne ne…
Bilet alıp her şeyi ayarlayayım İstanbul’a gel hayatım ahahaha!
Gözlerin alışmış değil mi şöyle Shakespeare, Goethe filan önerilsin. Yahu bunlardan bıktım diye güncel kitap önerileri istemiştim bir dönem yazarlardan. Biz bu serileri boşuna yapmadık…
Cansu: Üzgünüm yazlık dizi karakter tonlamasıyla okudum. :)))) Çünkü öyle bir durum ucuz bir senaryo gibi bazı anları.
Bilmiyorum ki işler yoğun ama bakarız belki… Ahahhaha Rory!
Aynen öyle… Şeftali dövmesi mesela o kadar günümüz bir detay ki bayıldım. Beni Adınla Çağır günümüzün en sevilen eserlerinden çünkü.
Öyküm: Ben yabancı bir numaradan aranıp da içkiyle randevulaşılıp barda ofis kartı verilmesine ve bütüüüün bunların incelikle karşılanmasına inan ki çok güldüm. Bizim ülkede bırak bunun gerçekleşme ihtimalini falan, bu nasıl bir seviyedir ve bu seviye nerededir?
Sen neyse ki cevap veren taraftasın. Ya planlanan o günde gelip gelmeyeceğini öğrenenlerden olsaydın? Erkekler…
Cansu: Erkekler hakkında daha fazla konuşmayalım ya bırak. Dostluk konuşalım biraz da be kadın dostluğu konuşalım.
Öyküm: Yine sana bırakıyorum canım dostum, beyaz taşlar sensin öncelikler senin.
Cansu: Adelaide’ın çok şanslı olduğunu düşünüyorum bu konuda. Çünkü onu her koşulda destekleyen dostları var ve ben o kadınların daha fazla inine inmek isterdim. Yan karakterlerin ihmal edilmesi canımı sıkıyor. İstiyorum ki ana karaktere hizmet etmekten fazlası olsun bu karakterler.
Öyküm: Sen dostluk dediğinde ben de birkaç saniye düşündüm. Mesela o kadar silik kalmış ki dediğin gibi, bu dostluk en az Rory kadar aklımda kalmalıydı. Hatta Rory kalmamalıydı onlar kalmalıydı.
Cansu: Evet değil mi! Kesinlikle çok daha derine inilmesi gereken bir konuydu ama şimdi Adelaide’ın da hakkını verelim muazzam bir dost bence. Tam performans orada ve tüm benliğiyle arkadaşlık yapıyor. Bazı erkek arkadaş sorunları hariç tabi.
Öyküm: Rory’e rağmen gerçek Adelaide’ı kaybetmemeye çalışmak büyük bir başarı. Alnından öpüyorum kendisini. Bu savaştan başarıyla çıktı. Kayıplarını konuşup moral bozmayacağım. Geleceğini ana karakterle değil de o her daim yanında duranıyla kurması… Mükemmel bir falsoydu.
Cansu: Bak yine hızlıca geçiştirilmiş bir ayrıntı. Şimdi sen söyleyince bir düşündüm, hoşuma gitmedi.
Öyküm: Ahahahah ayrıntı kadın! Kur kafanda kur kur kur. Biraz da sana bırakmış olamaz mı sonunu?
Cansu: Yok ya ne bana bırakacak, Murakami mi bu? Takır takır haber bildirisi gibi sıralamış. Yok efendim şöyle mutlu olacak, şöyle evlenme teklifi alacak, şurada yaşayacak, hatta gelecekte yapacağı şakanın ayrıntısını bile söylemiş.
Öyküm: Bu kitabın devamı olur mu dersin?
Cansu: Sanmıyorum ama yazarın bir sonraki kitabını da zevkle alacağımı biliyorum.
Öyküm: Benden de evet oyu!
Cansu: Bu arada umarım da olmaz çünkü yeterince okuduk bence yetti.
Öyküm: Başka saçma ve toksik erkek hikayesi yazsın o zaman.
Cansu: Genel olarak söylene söylene sevdik galiba ikimiz de. Bazı kusurlarına rağmen inanılmaz hızlı okutuyor kendini.
Öyküm: Ay allahım çektiğimiz çileler tıpkı şöyle güzel sonlara götürsün bizi diye dualar ederek bitirdim evet. Sonunu Rory adına pişman olarak geçirseydi ya da Rory mükemmel bir hayat sürseydi işte o zaman sinirlenirdim. Ve belki de kitap o kadar da güzel gelmezdi gözüme. Ama şu haliyle umutvari. Sanırım ihtiyacım olan bu diye de bunu yakalamış olabilirim. Ama kimin umrunda!
Cansu: Ben de sinirlenirdim ama bu haliyle de fazla kolaya kaçmış gibi ama neyse tamam bir şey demiyorum.
Öyküm: Basit sondu haklısın hatta dünyada başka insan kalmamış gibi Rory’nin yakınından birini bulması rahatsız edici bile olabilir ama kadını aşağılayıcı bir son olmamış.
Cansu: Ben bütün bu sıkıntıdan tek başına çıkıp sonraki ilişkilerinden de haberdar olmamayı tercih ederdim sanırım.
Öyküm: Çünkü fazlasıyla rahatsız edici bir erkeğe sayfalarca maruz bırakıldık…
Cansu: Eh evet neyse ki… Sadece belki daha güçlü bir final neden olmasındı?
Öyküm: Yazar etkilenmiş belli ki bizim Sally Rooney’den. Umarım yetenekleri de benzer bir gün.
Cansu: Umarım. Çok isterim!
*