Paul Strathern, bir kitabında “Çağımız asıl eleştiri çağıdır, ki, her şey eleştiriye tabii tutmalıdır kendisini.” der. Fakat çağımız eleştirinin oldukça uzağında durmayı tercih ediyor. Halbuki Azra Erhat’ın da dediği gibi “Eleştiri, yerin dibine batırmak değildir, olamaz.” İşte bu sebeple insanların bir kitap için hissettiği bütün duyguları ve ürettiği bütün düşünceleri özgürce söyleyebileceği bir seri oluşturmak istedik.
“Ne Okuyoruz?” Kitap Kulübü, olumlu eleştiriyi severek paylaşan fakat olumsuz eleştiriyi görmezden gelen yazarların aksine tam da gerektiği şekilde eleştirmeyi amaç edinen bir oluşum olma hayaliyle yoluna başlıyor.
Dokuzuncu bölümünde Rebecca F. Kuang’ın 2023 yılında çıkan romanı Sarı Yüz’ünü (İthaki Yayınları, 2025) konuk ediyor.
Umarız, bizde var olan boşlukları dolduracak o kıymetli parçayı bulmamız gibi sizler de boşlukları dolduracak o parçayı buralarda bir yerde bulursunuz, iyi okumalar dileriz.
*
Cansu: Öncelikle söylemek isterim ki Sarı Yüz hem sektör eleştirisi hem de ırk, aidiyet, linç kültürü gibi kavramlara değinme biçimiyle benim kalbimi fazlasıyla kazandı. Sektör eleştirisi derken çok sağlam bir yerden meseleye değindiğini düşünüyorum. Çünkü malum çoğu sektörde olduğu gibi edebiyat sektörünün de zamanla yozlaştığını rahatlıkla söyleyebiliriz bence.
Öyküm: Edebiyatın umursamazlığına ve kaosa karşı sessiz kaldıktan sonra nasıl da kaldığı yerden devam edebilme vurdumduymazlığına sahip oluşuna sektörün içinden muhteşem bir eleştiri.
Cansu: Tüm bunlar ve kimliklerin ticarileştirilmesi ayrıca bunun üzerinden pazarlama stratejilerinin dönmesi…
Öyküm: Ama bu ırk ve aidiyet konusunda nedense çok içim rahat ayrıldım kitaptan. Birileri bunu söylemeliydi bence ya. Yani sadece Çinliler mi Çin’den bahsedebilir? Neden bir başkası bahsedince bahçesine işemiş gibi tepki verir ki insan?
Cansu: Kesinlikle. Babil gibi bir kitabı yazmış sonrasında da edebiyat dünyasına sağlam bi giriş yapmış , gözlemlerine güvendiğim Kuang’ın yapmış olması özellikle harika bir durum.
Öyküm: Bu konularda seninle ters düşmeyeceğime emindim zaten. Benim asıl merak ettiğim June ve Athena arasındaki arkadaşlığı değerlendirme şeklimiz.
Cansu: Arkadaşlık?
Öyküm: Ne denir başka, bilemedim. Şey dermişim… işbirliği ahaha!
Cansu: Buna şöyle bir ekleme yapmanın şart olduğunu düşünüyorum. Kuang bir röportajında “Bir yazar kendi deneyiminden uzak bir karakteri yazabilir ama bunu yaparken büyük bir saygı, araştırma ve empati gerekir. June bunların hiçbirine sahip değil.” demiş. Sanırım fazlasıyla buradayım ben de.
Öyküm: June adına ayıp etmiş. Ben nedense kızamıyorum ona.
Cansu: Çok erken başlayacak gibi fikir ayrılığımız ahaha.
Öyküm: Ki üniversitede arkadaş olduklarını söylediği bu iki kadının, Athena öldükten sonra evinden son yazdığı kitabın taslağını çaldığını ve onunla ünlü olduğunu bilmeme rağmen. Sonradan Athena’nın da June’un anısını bir ilham kaynağı adlettiğini öğrendiğimde de güldüm hatta. Bu bana yabancı değil biliyorsun. Ben de yaşamıştım böyle bir şey. Ve gerçekten berbat hissettiriyor. Ben buna tepki göstermiştim üstelik ama June susuyor.
Cansu: Benim bu arada June ile ilgili sorunlarım hırsızlık yapmasından çok öte sorunlar. Hatta hırsızlık son sırada falan. Benim esas meselem kıskançlığı, aymazlığı, kendinde çoğu şeyi hak görmesi. Tam olarak kendisine bile ait olmayan o büyük başarıdan sonra kendinden geçme ve bu başarının sarhoşluğuna fazla kapılması benim canımı başlıca sıkanlar…
Öyküm: Beni de rahatsız eden tek şey yalanı ortaya çıktığında dahi devam etme cesareti göstermesi. Yuh be kızım… Ağla, anksiyete krizi geçir sonra ayağa kalk ve “Amaaan! O kadar da büyütülecek şey değil,” de ve yalana devam et. İşte insanların iyi niyetini kullanmayı bilinçli olarak devam ettirmesi benlik bir hareket değil.
Cansu: Evet tahmin edebiliyorum bu hissi elbette ama orda bile Athena’dan çok June delirtti beni. Çünkü tam olarak böyle insanların yüzüne vurulmalı ki devamı gelmesin. June ne yaptı o an sustu ve zamanı gelince kendini rahatlatmak için “O da benden çaldı,” cümlesinin ardına sığındı. Olur şey mi şimdi bu? Senelerce özendiği Athena olmanın tadına vardı bir kere kolay mı dönmek?
Öyküm: June biraz daha ağır bir şey yaşıyor ama. Kendi anısını, acısını anlattığı anda karşısında arkadaş olarak gördüğü insanın tabiri caizse bir ses kayıt cihazı misali bunu kayıt altına alıp kurgulaştırması… Ben de bir dertleşme esnasında böyle cümleler kurmuştum bir arkadaşıma ve o sonrasında bir instagram fotoğrafını paylaşırken kullanmıştı o cümlelerimi. Çok güzeldi diyerek. Athena’nın yazısını beğendiğini söyleyen June’a hiçbir şey olmamış gibi Çok naziksin demesine benziyor. İnsanlar delirmiş olmalı. İnsanlara bir kurgu yaratırken gerçekliği böylesine sömürüyor olmaları vahşet.
Cansu: Bu arada bayıldığım ve daha önce konuştuğumuz Hayaletlerim kitabını hatırladım. Orda da anlatıcının güvensizliğini çok hissetmiştim. Ama bu romanda çok daha fazlası var. Sürekli kendini temize çekmeye çalışan June her saniye yalanlarıyla ve eksik anlatımıyla beni şoka sokmayı başardı kendisine tam üzülecek ve inanacak gibi oluyorum PAT! Yeni bir bilgi… “Ya şey… Aslında bunu böyle demiştim ama tam da öyle değildi….” tarzı cümleler kuran sinsinin teki. Ulan herkesi kandırdığın yetmedi mi beni niye kandırıyosun ahahah.
Öyküm: June da şey de var bence… Para hırsı. Kazanmak, harcamak ya da hayallerini maddi yönden doyuruyor olmak tatlı geliyor kadına. Kaşınmak gibi habire devam ediyor.
Ahahahahahahah bu yorumuna çok güldüm. Ama ne yalan söyleyeyim ben defterlerini saklayan Athena’nın annesinden bir falso bekledim hep. Ay böyle düşündüğüm şeyler olmayınca da beni alıyor bir keyif.
Cansu: Evet kesinlikle öyle Athena’nın evine gittiğinde evi betimleme biçimden bile net anlaşılıyor o isteği. Peki annesinin defterleri June’a vermeyi teklif etmesi ve her şeyi çok düzgün yaparmış gibi June Hanım’ın etik anlayışının tutması ve defterleri almaması… Bu arada yazara hayran olduğum noktalardan biri de bu oldu bu sebeple. Eğer ki defterden patlasaydı çok basit görünürdü gözüme ama öyle bir ayrıntıyı vermesine rağmen ona tekrar dönmemesi müthiş bir olay bence.
Öyküm: Aynı yerde etkilenmişiz yine. Bizim arkadaşlığımızın romantizmi… Ve arkasını dönme rahatlığı göstermesine şaşırmıştım. Kadını yalanla iyi yerden vurup vay be ne güzel yalan söyledim özgüveniyle çıkıp gitmişti. Deli kadın June.
Cansu: Peki ben sana şeyi sormak istiyorum. Sence June Athena’yı kurtarabilir miydi? Çünkü bana Heimlich manevrasının hakkını pek vermedi gibi geldi de…
Öyküm: Bence salaklığından. Yoksa bile bile öldürdüğünü söyleyemem. Sen öyle mi düşünüyorsun yoksa?
Cansu: Belki biraz daha yoğun bir çaba gösterse miydi acaba diye düşündüm hep. İki kere yapıp bırakmak ne ya?
Öyküm: İşte tamamen salaklığından. Alkolün ve ortamın etkisiyle iyice arttı bu salaklık.
Cansu: Öyle bir sarhoşluk ki taslakların yazıldığı deftere kadar cebine atmış ahahah!
Öyküm: Ahahahah o da sarhoş cesareti. Ben de bir tık sarhoş olunc sınırlarımın beni biraz pahalı diye durdurduğu şeyleri satın alıyorum. O yüzden sarhoşken telefonum benden uzakta olsun, teşekkürler.
Peki ben de sana bir soru sorayım. June, bir ara Athena’nın hayaletiyle uğraşıyor sanıp da o hesabın arkasından Athena’nın eski erkek arkadaşı çıktığında adama hesap sormak için buluştuklarında adamın kendisine kurduğu cümleyi hatırlarsın. Athena’nın başından beri June’u aptal bulduğunu söylediğini paylaşmıştı. Buna inanıyor musun? Yani Athena gerçekten böyle bir şey söylemiş midir?
Cansu: Ya bilmiyorum June hiç hoşlanmadığım biri oldu benim. İstemeyerek vakit geçirdiğim ve belli bir süreden sonra da içime sinmeyen biçimde yakınlık kurduğum biri gibi. Hani yanından huzursuz hissedersin ama yanında kalmaya da devam edersin bir biçimde. Öyle bir şey işte…
Bayağı iyi soru çünkü bunu özellikle ben de düşündüm. Ama net bir cevabım yok. Athena’yı daha fazla tanımak istediğimi tam olarak o noktada hissettim zaten. Ama bir yandan da o ne idüğü belirsiz herifin maalesef ki yalan söylediğini düşünmüyorum.
Öyküm: Kuang o kadar iyi bir yerde bu gerçeği patlatıp sonra öyle yüzeysel geçti ki kendi kendime şöyle dedim: E BİZ BUNUN ÜZERİNE KONUŞMAYACAK MIYIZ?
Cansu: Sen biraz June’ a hak vermeye yer aramış olabilir misin bilemedim ahahaha.
Öyküm: June kader ortağım ya biz boşanırsak da anlaşmalı boşanırız bence onunla. Beni kışkırtma kendisinden nefret edemiyorum ahahaha.
Cansu: Bu arada kitaba dair kafamda olumsuza yakın tek bir şey var o da sanırım hiçbir karakterde gelişim görmemiş olmak ama emin de değilim. Gelişim görmemiz gereken bir roman mıydı? Ayrıca bir tane bile karakterle yakınlaşamayıp yine de romanla bağ kurmak çok sık yaşadığım bir durum değil.
Öyküm: Tam bir kafa dağıtma seansı. Üç ay meditasyon yapsam bu denli dünyadan, düşüncelerimden, kendimden kopamazdım.
Cansu: Ben bu kitaptan sonra büyük bir iştahla okumaya döndüm bence muazzam bir reading slump romanı.
Ben biraz da sosyal medya, linç ve iptal kültürü hakkında konuşalım istiyorum. Yine burada erkek egemen sisteme sövmek istiyorum zira bazı insanların (özellikle kadınsa bu) linçlenmesi bu denli kolayken bazılarının sistemli bir şekilde korunması cidden can sıkıcı.
Öyküm: Ve hepsi nasıl da birbirinin aynı… Yani bütün linç kültürü aynı pis ortamda büyüyor. Tehditler, bir cümle ile gaza gelip karşı tarafı batırma isteği…Gerçi bu bizim ülkenin de ar damarı olmuş durumda. Kanıt olmadan güzel gömüyoruz son zamanlarda.
Cansu: Yani şimdi June’ un yaptığı ayıbı hafifletmek için demiyorum neticede büyük bir ahlaki sorun var ortada. Ama sonuçta birine de zarar vermedi bu kadın ne bileyim birini öldürmedi, birine tecavüz etmedi. Onun aksine birçok erkek yazar ya da yönetmen ya da her neyse işte tanınmış erkek hakkında tecavüz, cinsel saldırı iddiaları olmasına rağmen kariyerlerinin zarar gördüğünü görmüyoruz.
Öyküm: Kuang’ın yaptığı hiçbir hamle rastgele değil. Bu da öyle bir an. Linç adına yaptığı her hareket de belli bir kalıbın içinde yaşayıp durduğumuz durumlara bir gönderme. Okurken hiç şaşırdığın oldu mu mesela? Yok artık bu da ilk defa okuduğum bir şey, bir yaşıma daha girdim dedin mi? Ben hayır. Sıralama şaşabilir ama yaşananlar hep aynı
Cansu: Muazzam biçimde örmüş cidden kurguyu. Aynen öyle ve çok özgün bir metin olduğunun altını çizmekte fayda olduğunu düşünüyorum. :) Önemli sonuçta.
Öyküm: Belki de o yüzden diyorum ya okuduktan sonra içim rahat ayrıldım Sarı Yüz’den. Birileri daha farkında bütün bunların dediğim türden bir rahatlık. Ben de Kuang ile aynı yaşta olduğumun altını çizmek istiyorum. Canım benim nasıl da beni kendine imrendirdi… Çalacağım taslakları bir yerde bıraksın da azıcık da ben nasipleneyim dedim kendi kendime ahahaha.
Cansu: Aaaa! Evet o da 96 doğumlu. İmrenilesi bir kariyer sahiden. Babil’i de okuruz belki ne diyorsun?
Öyküm: Babil sohbetimize kesinlikle Burak da gelmeli. Fingers crossed!
Cansu: Harika plan! Son bir şey sormak istiyorum. Sence de The New York Times’ın dediği gibi 21. yüzyılın en önemli kitaplarından biri mi Sarı Yüz?
Öyküm: Linç kültürüne bel bağlayan, sosyal medyada görünür olmakla kafayı bozmuş bir dönemden geçtiğimiz göz önünde bulundurulursa bence öyle. Ama edebi açıdan maalesef öyle diyemem. Yine de aklı olan durup düşündüğünde bu dönemin geçeceğini bilmeli ve takipçi sayısına güvenerek bir şeyler yapmamalı. Bu anlamda mesajlarla dolu bir kitap. Sen ne düşünüyorsun?
Cansu: Aynı düşüncedeyim. Bir başyapıt diyemeyiz belki ama içinden geçtiğimiz zamanı belgelemesi açısından çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Çelişkili ve oldukça ikircikli bir dönemde yaşıyoruz ve Sarı Yüz çağının ruhunu müthiş yakalıyor bence.
Öyküm: Ve her şey edebiyat değil dedirtiyor.
Cansu: Kısaca estetik değil belki ama fazlasıyla çıplak ve keskin. Ayrıca estetik benim umurumda değil.
Öyküm: Bu anlamda Sarı Yüz zaten çok arada bırakan bir kitap. Hiçbir kategoriye alınamıyor ama her birisine parmak basıyor gibi.
Cansu: Ben günün sonunda rahatlıkla iyi ki okudum diyebiliyorum benden yıldızlı beş geldi valla edebiymiş değilmiş bana ne ayol ahahah!
Öyküm: Her şeyin edebi değerler fiyaskosunda değerlendirilmesi de benim umurumda değil galiba ya. Kafiye, betimleme, bir şeylerin içsel yolculuğu olmasa da olur. Bak kafamıza vura vura etkiledi bizi. Ne yalan söyleyeyim ben de beş yıldız verdim göğsümü gere gere. Kuang evinde yıllanmış viski varsa çağırsana beni gelirim. Ama Heimlich manevram iyi değildir.
Cansu: Ayrıca gayet iyi yazıldığını düşünüyorum ben. İyi yazılmış olması için sosa ihtiyaç duymuyor bazı kitaplar. Sarı Yüz de onlardan biri. Ne kadar çok post-it yapıştırırsan o kadar iyi kitap anlayışına da acil şekilde son vermemiz gerektiğini düşünüyorum, teşekkürler.
Öyküm: Beğenmeyen de ağlayarak günlüğüne yazsın vallahi. Bir güzel de kölesi olduk popüler kültürün ama şükür ki pişman etmedi.
*