Paul Strathern, bir kitabında “Çağımız asıl eleştiri çağıdır, ki, her şey eleştiriye tabii tutmalıdır kendisini.” der. Fakat çağımız eleştirinin oldukça uzağında durmayı tercih ediyor. Halbuki Azra Erhat’ın da dediği gibi “Eleştiri, yerin dibine batırmak değildir, olamaz.” İşte bu sebeple insanların bir kitap için hissettiği bütün duyguları ve ürettiği bütün düşünceleri özgürce söyleyebileceği bir seri oluşturmak istedik.
“Ne Okuyoruz?” Kitap Kulübü, olumlu eleştiriyi severek paylaşan fakat olumsuz eleştiriyi görmezden gelen yazarların aksine tam da gerektiği şekilde eleştirmeyi amaç edinen bir oluşum olma hayaliyle yoluna başlıyor.
Üçüncü bölümünde 1976 yılında çıkan ve Richard Yates’in yazılmış en iyi kitaplarından biri olarak kabul edilen Mutluluk Fotoğrafı’nı (Yapı Kredi Yayınları, 2018) konuk ediyor.
Umarız sinirlendiğimiz kadar bu denli tanıdık hikâyeyi siz de keşfetmek istersiniz, iyi okumalar dileriz.
*
Öyküm: Öncelikle benim altını en az çizdiğim kitaplardan biriydi Mutluluk Fotoğrafı. Böyle olay kurgularında genellikle kapılıp gidiyorum. Dilerseniz önce içerikten bahsedelim. Emily ve Sarah adındaki iki kız kardeşin anne ve babasının boşanmasının ardından kurmaya çalıştıkları hayatın kendi özel hayatlarına olan etkisi üzerinde duruyor kitap. İstemsiz şunu sormak istedim. Hangi kızı daha çok sevdiniz? Ben Emily’nin anti fan sayfasını açarmışım gibi hissediyorum. :)
Nihan: Öyküm’e katılıyorum :) Başlarda Sarah’ın gölgesinde kaldığını, anne ve babası tarafından da daha az sevildiğini görünce Emily için üzülmüş, hatta kitapta en çok seveceğim karakterin o olacağını düşünmüştüm ama okumaya devam ettikçe tabii ki değişti fikrim. :)
Öyküm: Ay evet! Hatta Sarah’ın evleneceği adamı henüz genç kız iken artık daha çok yalnız kaldığı odalarında hayal ettiğini okudukça çok üzülmüştüm Emily için. Ama Emily şiddet gören ablasını sırf evindeki sevgilisini düşündüğü için evine çağırmadı ya… Yazıklar olsun Emily. İnsanlık dersine davetlisin.
Nihan: Orada acaba ben mi yanlış anladım diye bir daha okudum.
Cansu: Benim de altını en çok çizdiğim kitaplardan biriydi yine senin aksine Öyküm. :) Ama altını çizme sebebim hoş cümleler değildi elbette kitabın hoş cümlelere ihtiyacı da yoktu zaten. Benim yazıp çizme sebebim öfkemi bastırma ihtiyacı hissetmem. Neredeyse her sayfada birilerine öfkelendim; daha çok erkeklere tabii. Bir de Emily’den, Elena Ferrante’nin meşhur ve muhteşem eseri Napoli Romanları’ndaki Lenu karakteri izlenimi aldım sıkça. Lenu’yu hiç sevmem haliyle Emily’den de hiç hoşlanmadım. Sarah’ı sevdim diyemem fakat içimde doğal olarak acıma duygum hep vardı. Kitabın ilk anından beri üstelik…
Kevser: Benim altını çizdiğim çok yer oldu, özellikle betimlemeler… Emily için başta üzüldüm. Hatta ablası Sarah, babası ile diş görüşmesine diye her hafta gittiklerini itiraf ettiği ve Sarah’ı yanına alacağım dediği yerde bile çok üzüldüm ama sonrasında anti fan grubuna bende dahil olabilirim diye geçirdim aklımdan.
Aziz: Beni en çok delirten sanırım Emily’nin bağlanma biçimleriydi ya da bağlanamama… Sarah’a kızmaya yeltendiğimde etrafıma bakındım onun gibi bir sürü insan tanıdığımı fark ettim. Bence kitabın en güzel noktası kurgudan çok gerçeği işaret etmesi.
Nihan: Bence de. Mesela sadece erkek karakterlere öfkelenmemiz istenmemiş, aynı zamanda kadın karakterlere de öfkelenelim istemiş yazar. “İnsanlar tuhaftır, acımasızdır, ahmaktır, kötüdür vb.” diyor direkt. O nedenle tamamen hayattan gerçek bir kesit sunulmuş gibi geldi bana da.
Kevser: Aynı şeyi düşündüm. Dünyanın neresinde olursak olalım, aynı şeyleri yaşayan kadınlar var. :)
Hiçbir karaktere fazla yaklaşamadım, hepsine bir mesafe duydum. Kızgınlık, öfke, acıma. Sevdiğim bir karakter olmadı. Sarah’ın körü körüne şiddete göz yumması, evliliğim de evliliğim demesi ne kadar itici geldiyse Emily’nin daldan dala ilişkileri o kadar itici geldi. Aslında bu çocukların sebebi anne babalarının boşanmalarından ziyade annelerinin gösteriş budalası, ilgisiz olması diye düşündüm. Taze anne olmamdan kaynaklı mı emin değilim ama anne faktörü aşırı dikkatimi çekti. Sonuçta mutlu anne mutlu çocuk demek. Çocukları oradan oraya sürüdü.
Öyküm: Ben de Sarah’ı sevemedim ama Emily’den nefret ettim. O ilk adamın peşinden giderken kendi kendime söylendiğimi hatırlıyorum. “Yavrucuğum niye inanıyorsun? Gitme. Dur. Yapma. Kızım.” Az kalsın inandıracaktı adamın onu tekrardan arayıp bulacağına. :’)
Aziz, çevremizde böyle insanlar maalesef var evet. Ne kadar üzücü değil mi? Tek bir erkeği tanıyıp başka bir erkekle olmayan bir kadın, gördüğü tek şeyi doğru kabul ediyor. Deneyimin ne kadar önemli olduğunun en büyük örneğidir Sarah’ın cahilliği. Ne okumuş ne Emily gibi daldan dala atlamış… Öylece yaşamış. Ve -spoiler alert!- ölmüş.
Nihan yorumuna bayıldım. Gerçekten öyle. Kitabın içinde şu karaktere sonsuz destek veriyorum diyebileceğimiz tek bir karakter yok. Her birine biraz sinirliyim, biraz üzgünüm. Her birini biraz sevdim, her birinden biraz nefret ettim.
Annemin bir lafı vardır: Bir kadın kolay kolay delirmez. Bence ikinci bir kitabı olsaydı ve bu kitapta da biraz geriye gidip Emily ile Sarah’ın anne-babasını anlatıyor olsaydı belki de kadını suçlamazdık, bilemiyorum. Ne olduğunu anlamasak da bir sorun olduğu ortadaydı.
Aziz: Sarah’ı sevmek denemez daha çok acıma bence.
İşte tam burada yazarın özelliği ortaya çıkıyor. Gerçek hüzünlerden bahsediyor. Yeni bir şey anlatmıyor aslında sadece buna odaklanmamızı sağlıyor.
Kevser: Kesinlikle! Kitapta tanıdık olmadığımız hiçbir şey yok. İllaki uzak yakın şahit olmuşuzdur. En azından kulağımıza çalınan hüzünler ve hikayelerden…
Cansu: Evet kesinlikle bu doğru. Karakterlerin hepsi çok gerçek, üstelik yalnızca ana karakterler değil de böylesine derinine indiğimiz. Neredeyse hepsi. Ama özellikle Sarah bizden biri bence, birçoğumuzun çevresinde Sarah gibi insanlar vardır. İlişkiye bakış açısı veya diğer karakteristik özellikleri bakımından…
Bende mi ilginçlik acaba bahsettiğiniz yerlerde -ablasının müstakbel eşinden hoşlanması-Emily’nin hisleri beni daha da irite etti. :)
Öyküm: Ben üzülüyorum. Beni biliyorsunuz ben böyle ümitsiz aşklarda bir hüzünleniyorum. En azından “Keşke kendisi böyle boş heveslere kapılmasaydı” dedim.
Cansu: Bu arada ben de Sarah yerine Emily o manyak adamla evlenseydi neler olurdu acaba diye de düşünmedim değil. :)
Aziz: Bence ilişkilerinin nasıl süreceğinin sinyallerini ilk cümlede veriyor Yates, hatırlatmak isterim: “Grimes kız kardeşlerin mutlu bir hayatı olmadı.“
Öyküm: Ahaha bir sabah ekmek almaya diye gidip başka ülkeye kaçardı bence Emily o havadaki aklıyla :)
Cansu: Sarah’nın kocasından gördüğü fiziksel şiddete rağmen kocasından vazgeçmeyişi, tutunduğu dalın yine şiddet gördüğü kocası olması… Bu çok gerçek. Bu duruma sinirlenmekle birlikte yadırgamıyorum ben. Tanıdık. Üzücü fakat bu hissi anlayabiliyorum. Çevremde böyle kadınlar oldu. En zoru fikrinden döndürmektir. Ben bunun deneyimle ya da cahillikle alakalı olduğunu pek sanmıyorum. Bu tür insanlar terkedilmedikçe terk etmiyorlar. Bu başka bir psikolojik sorun bence. Geleneksellikle alakalı da olabilir. İyi ya da kötü kurulu düzeni bozmayayım şimdi kafasının getirdiği korkaklık da olabilir.
Kevser: Çok tanıdık şahitliğim var benim de. Bence başka bir sebebi de kendi kök ailesi. Yani en azından bizim ülkede el ne der, aman babamın annemin evine dönemem, çevre baskısı, toplum baskısı…
Nihan: Ekonomik bağımsızlığı olsa fark eder miydi Sarah için diye düşündüm ben de.
Aziz: Buna baktım biraz bugün psikolojide travmatik bağlanma olarak geçiyormuş: Onun sana zarar vereceğini bile bile ayrılamama durumu… Aileden gelen travmalar bunun en büyük tetikleyicisiymiş.
Cansu: Ben hiç sanmıyorum ekonomik bağımsızlıkla bir şeylerin değişeceğini inanır mısınız?
Kevser: Bence fark edebilirdi. Çünkü çalışma fikri bile kocasını terk etme fikrini doğurdu.
Nihan: O fikri uygulamaya cesaret edemeyişi de baba figürünün olmaması.
Öyküm: Aziz, bu ayrıntı yıktı beni. O zaman genetik gibi kaçınılmaz bir son olmuş Sarah’ın da. Zavallım bir de sarayda yaşayacağız sevinci yaşıyordu. İki çocuk sahibi oldu diye mutlu sanıyordu kendisini. Bir hiç uğruna gidiverdi. Hala ikiliyi düşününce geriye dönüp gazetede basılan fotoğraflarını hatırlıyorum. Onlar da sürekli filmlerden çıkmış gibi gözüken o anı hatırlıyorlar. Ne acayip, nereden nereye diyorum.
Cansu: Peki sizce Sarah mutsuz olduğunun bilincinde miydi?
Nihan: Kendisine sürekli “Mutlu olmamam için bir sebep yok,” diyerek mutsuzluklarını inkâr eden kadınlardanmış gibi geldi bana okurken.
Öyküm: Bence kesinlikle değil. Diyorum ya Sarah kocası Tony’den başka birini görmemiş, tanımamış, sevmemiş, sevişmemiş. Başından beri evliliğin destekçisiydi. Hemen de evlendi zaten. Tamamen cahillikten, doğru olanın bu olduğunu zannetti. Çünkü Emily de ne zamandır şiddet gördüğünü sorduğunda yeni bir şey olmadığını söylemişti.
Eh buradan da babalarıyla olan ilişkilerine geçelim o halde. Cümlenin devamında Grimes kardeşlerin mutlu bir hayatlarının olmamasının yanında anne ve babasının boşanmaları ile her şeyin başladığını da söylüyor çünkü. :)
Aziz: Ben kızlardan bağımsız annelerine kızdım biraz evet ama senin dediğin gibi insan metnin içinde kime kızacağını şaşırıyor.
Öyküm: Emily bir sahneye şahit oluyordu. Sonrasında Sarah boşlukları dolduruyordu konuşmalarında. Anne ve baba yıllar sonra salonda fısır fısır konuşuyorlardı. Kesin, kadın birleşmek istedi diye düşündüm. Ama nedense olmadı… Hep kavga. Boşanma bile engelleyemiyor kavgayı. Ama bence baba da biraz silik bir karakter gibi geldi bana.
Kevser: Ben de aynı şeyi düşündüm. Baba silik bir karakter. Anne sallamıyor babayı. Babanın da tek derdi işi.
Aziz: Evet babayı çok az gördük ve zaten ne yaşasa bir şey değişmeyecek gibiydi. Ölümü bile bir şey değiştirmedi.
İyi bir yere gelmek istediği ama bir türlü başaramadığı işi diyebiliriz. :)
Öyküm: Babanın da anti fan sayfasını açarım bu arada. İki kardeş arasında seçim yapmak ve Sarah’ı diş bahanesiyle yanına alıp gezip tozmak nedir?
Aziz: En üzücü kısmı buydu sanırım ve Emily’nin bunu öğrenme anı…
Cansu: Baba gerçekten silik bir karakterdi ama çok çok önemliydi hatta kızların üzerinde şaşırmayacak seviyede en büyük etkisi olan insandı bence. Özellikle anneleri öldüğünde babalarının ölümüne ağlamaları ne çok şey anlatıyor aslında. Çok vurucu bir detay değil miydi?
Öyküm: Emily belki de o kaçışı hak edecek biriydi. Neden annelerine bir süre bende kalsınlar, diye soramamış da böyle bir şey yapmışlar anlamadım. Sonunda da babaya dedim ki: Bak gördün mü? Sarah da sana benzemiş dedim. Umarım duymuştur. :)
Eksiklik hissi öyle bir şey işte. Annelerinin yerlerde süründüğü, hafızasının ip atladığı o zamanlarda bile nasıl da bıkmışlardı onunla ilgilenmekten. Yanında olan daha az tahammül seviyesine sahip oluyor çünkü. Baba ise hep uzakta, hep ulaşılmazı zor yerdeydi. O dolduramadıkları boşluk mahvetti kızları bence.
Aziz: Emily’nin anti fan sayfasını açmadan bunlar göz önüne alınmalı. Sadece Sarah’ın bağlanma biçimi değil Emily’nin de sağlıksız ilişkiler yaşadığının temeli aynı değil mi zaten?
Öyküm: Evet onu da size sormak istiyorum. Emily’nin şu şair sevgilisi için ne düşünüyorsunuz?
Cansu: Lanet olsun o adama. :) İçimi şişirdi şişirdi şişirdi gerçekten patlayacağım sandım en sonunda. Mız mız adamlara gerçekten gram tahammülüm yok ya. :)
Nihan: Çok sıkıntılı biriydi. :) İnanılmaz bencildi ve yetişkin olamamıştı.
Aziz: Narsist herif. İyi şiir yazamayıp bu hale dönüşen insanlar tanıdım az çok yabancı gelmedi bana. :)
Öyküm: Çünkü Yates’in sonrasında Emily’nin karşısına çıkardığı tek eski sevgili o oldu. Bu sebeple bu ayrıntıyı size de sormak istedim. Bir sebebi olduğunu düşünüyorum ben bu yaptığının. Yıllar sonra Emily’nin gazetede okuduğu bir röportajında şair adamın şiirlerini yazarken kullandığı ilhamı Emily’den aldığını söylüyordu. Emily, edebiyat camiasının kanayan yarası da mı oldun kızım?
Şair erkekler her duygunuzu şiirle ifade etmek zorunda değilsiniz, bilin istedim. Ayrıca beceremiyorsanız bırakın yahu. :)
Başka da sevgilisi aklımda kalmamış. Zaten o kadar çoktu ki hafızamın gücü yetmedi. Kusura bakma Emilyciğim.
Cansu: Aaa! Eski eşine takık manyağı nasıl unutursun Öyküm?
Kevser: Evet öyle biri de vardı! :) Bence burada Emily’nin ne kadar öz saygısının olmadığını görüyoruz.
Aziz: Emily’nin ilişkileri boşluk doldurma oyunları gibi. :)
Rahatsız bir erkek vakası daha… Yates o adamın eski karısına benzediği için Emily ile beraber yaşadığını söyleseydi tam olurdu. :)
Öyküm: Ablasını bu uğurda reddettiği adam mı? Nasıl da aydınlanma yaşadım ama… Şey dermişim gözümde o kadar küçüldü ki görememişim, pardon. Benimle de kavga edilmez ya çok çirkinleşiyorum.
Soldan sağa: İlişkide şiir. Yukarıdan aşağıya: İki eşli. Ahah! Emily bulmacası…
Cansu: Evet tam olarak o adam! Gerçi o değil Ahmet, Mehmet olsaydı da Emily aynı tepkiyi gösterirdi ama neyse…
Öyküm: Emily’nin karaktersizliğini sorgulayamam bence müthiş işlenmiş o özelliği çünkü. Ama adamın bu çok odacıklı kalbine sinir oldum. Bir de kadın hisseder derler ya, Emily de soruyordu her şehir dışına gidişinde “Onu görmeye mi gittin,” diye. E be adam, desene gördüm evet! Yok filan diyordu bir de arsız gibi…
Bence Emily askerle karşılaşmasaydı, başka şekilde yaşadığı bir başka ilişkiyle sosyal hayatına başka bir gözle bakabilirdi. Gerçi Emily’e çok güvenemiyorum. Yine bir şekilde hayatını mahvederdi diye düşünmüyor değilim.
Aziz: Öyküm ya ahah! Emily’e bu kadar sinirlenemezsin. Tamam kadın pek çekici gelmiyor gözümüze ama karşıdaki herifler de ortada. Sadece doğru ilişkiyi bulamadı diyebiliriz.
Bağlanma biçimleri gerçekten göz ardı edilmemeli ama buna katılıyorum.
Öyküm: Aziz tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş demek istemiyorum ama gerçekten orası da öyle. Bu kitaplarda istemsizce yaptığımız empati duygusunda, ben karşılaştığı bütün adamlara kendi hayatımda birkaç saat verdim mesela. Birini yediğimiz ilk yemekte terk ederdim. Şair adamı kesin o ilk ilham kasılmalarında terk ederdim. :)
Yani sonuç olarak bence Mutluluk Fotoğrafı, yalnızca bir kurgu kitabı değildi gibi. Okullarda ders olarak anlatılsa bir ilişkide, bir iletişimde, bir evlilikte, bir aşkta -ilişkiyle aşkı nasıl ayırdım ama hocam Richard Yates sağ olsun- nasıl olunmamalı üzerine önemli noktalara değiniyor kitap.
Ben hissettiğimiz bütün bu duygularda Richard Yates’in dilinin vuruculuğunu övmeden geçmek istemem. Ferrante’nin dört kitabından sonra bile hala Cansu’yu arayıp Lenu’yu sevemedim ama şurada da üzüldüm ya diyeceğim falsolarım oldu. Ama Richard Yates sayesinde net bir şekilde nefret edebildim. Tek bir kitap ile bu kadar hızlı bir akış, bu kadar etkili bir hikâye anlatamazdım. Çağırın şair adamı, o da bulamazdı böyle ilhamı. :)
Cansu: Kesinlikle katılıyorum. Ayrıca toksik maskülenite nedir, nasıl anlarız ve bu masküleniteden nasıl uzak durmalıyız gibi sorulara muhteşem cevapları içeriyor.
Aziz: Kimden ve neyden kaçmalıyız bu işaret ettiği şeyleri unutmamalı bence de :)
Nihan: Son otuz kırk sayfada kitap başka bir yere evrildi, ondan da bahsedelim derim. Herkesin ölmesi, Emily’nin yaşlanması ve yalnız kalması çok iyi anlatılmıştı.
Aziz: Annesinin sonunu yaşıyor gibiydi.
Öyküm: Ben bunun da bir mesaj taşıdığını hissettim. Ne anne var ne baba. Baba zaten baştan beri kendisini değil Sarah’ı seçmiş. İlk hoşlandığı adam da Sarah ile evlenmiş. Kendi de böyle bir evlilik hayali ile ya da çocuk için bu kadar çok erkeği hayatına aldı belki de. Sonunda ne Sarah kaldı ne de yanında biri. Benim de en çok etkilendiğim yer tam burası oldu. Seçimlerimiz…
Nihan: “Neredeyse elli yaşına geldim ve bütün hayatım boyunca hiçbir şey anlamadım,” cümlesi çok vurucuydu.
Öyküm: Nihan hepimizi bitirdin. Bildiğimiz yerden gol yedik yine. :)
Aziz: Sil baştan yaşasaydı her şeyi olduğu gibi, bir 50 yıl daha anlayamazdı. :)
Öyküm: Peki sizi zorlayacak bir soru soracağım. Malumunuz kitapta hep en az sevdiğimiz karakterler arasında gidip geldik. Birini seçmek zorunda olsanız kimin yanında olurdunuz?
Cansu: Sarah’nın oğlu Peter desem kaçamak bir cevap vermiş olur muyum ahah!
Nihan: Sarah galiba. Onu çekip çıkarırdım o hayattan. :)
Kevser: Ben Sarah’ın yanında olurdum galiba. Lütfen gözlerini aç, mutsuz bir evlilikte mutluluk arıyorsun, yapma kendine bunu derdim. Çocukları da al kocayı boşa derdim. :)
Öyküm: Sahiden Sarah’ın oğulları… Hayatlarına çok az değindiler ama onlardan da çıkar mı dersiniz böyle berbat bir hayat?
Nihan ve Kevser’den Sarah Kurtarma Derneği çıktı. Kulübün güçlü kadınları.
Sarah çekip çıkarılmaktan anlar mıydı bilmiyorum ama Emily’nin ablasını dövdüğünü gördükten sonra ablasını korumak için Tony’yi dövdüğü hiçbir dakikadan pişman olmadım. Kız cezası neyse bölüşürüz bile dedim.
Nihan: Oğullarından da böyle berbat bir hikâye çıkar bence.
Aziz: Emily’i sevdiğimiz tek an diyebilir miyiz ahaha!
Cansu: Bence Yates insan gerçekliğini edebiyata muhteşem yansıtan isimlerden biri. Çıplak ve çarpıcı biçimde yansıtıyor. Büyük olay yok, süsleme derdi yok hatta bence basitliği sayesinde bu kadar derinlikli olmuş bir kitap Mutluluk Fotoğrafı.
Öyküm: Bundan daha iyi yorum olamazdı. Ben de tam olarak böyle düşünüyorum. Yanımda, çevremde, yaşadığım ülkede kolayca görebileceğim karakterlerdi her biri. Söylediği cümleler ve yaptıkları şeyler de. Belki de o yüzden çizemedim altını. Kayıt altına almama gerek yok, dedim kendime. Ben de söylerdim o cümlelerden herhangi birini.
Aziz: Bahsettiği gerçeklik bizi etkileyen kısım kitaplarında. Bunun için bir çaba harcamıyor sadece olanı anlatıyor.
Kevser: Sonunun da devamını beklemediniz mi? Ben burada biter mi dedim.
Öyküm: Ben bir Grimes Romanları adında serisi çıksa oturur okurdum gibi.
Aziz: Emily’nin yaşlılığına katlanabileceksek olabilirdi gerçekten. :)
Öyküm: Richard Yates yarattı, yaşattı, ortalığı temizledi ve kapattı. Buradan kendisine teşekkür ediyorum. Kendisi öldürmemiş olsaydı mesela ben öldürmek için başka insanlar seçebilirdim.
Aziz: Ben sevdim bu temizliği. :)
Öyküm: Ben kitabı keşke başkasında görseydim de daha önce keşfetseydim dedim. Yapı Kredi, yeni baskısını yapmakla iyi etmiş. Eski kapağıyla hiç karşıma çıkmazdı diye düşünüyorum. Richard Yates’in yakasından düşmeyeceğim gibi hissediyorum. Bana Mutluluk Fotoğrafı muazzam bir yazar ile tanışma şansı verdi.
Aziz: Ben yarattığı fotoğraftan ve Richard Yates’ten razıyım ya. :) Yates’i okumaya devam ederim gibi. :)
Nihan: Yates’le tanışmak için güzel bir kitaptı. Ben de okumaya devam ederim artık. :)
Kevser: Farklı bir kitabını daha okumak isterim. Yazar başka hangi konuları dert edinmiş kendine merak ediyorum.
Cansu: Yates müthiş bir yazar bana göre. Öncelikle erkek modellerini bu kadar iyi tespit etmesi tamam ama kadın karakterleri böyle incelikli işlemesi beni cidden şaşırttı. “Kadınları bu kadar iyi bilemezsin be adam” dedim hep. Ve bu gerçekçiliği daha önce dediğim gibi bu denli basit bir yerden yakalayıp bu denli basit biçimde anlatması ayrı bir güzellik. Hayatımızda yaşadığımız şeyler ve dönüm noktaları şahane işlenmiş. Ktabın sonunda kusulan öfkeler koca bir hayatın öfkesi. Boşa geçen ömre duyulan öfke bir nevi. Bu çok acı ve okura üzerine düşünülecek çok şey veren bir mesele. Başıyla sonuyla, bütün incelikleriyle şahane bir metin Mutluluk Fotoğrafı.
*