Paul Strathern, bir kitabında “Çağımız asıl eleştiri çağıdır, ki, her şey eleştiriye tabii tutmalıdır kendisini.” der. Fakat çağımız eleştirinin oldukça uzağında durmayı tercih ediyor. Halbuki Azra Erhat’ın da dediği gibi “Eleştiri, yerin dibine batırmak değildir, olamaz.” İşte bu sebeple insanların bir kitap için hissettiği bütün duyguları ve ürettiği bütün düşünceleri özgürce söyleyebileceği bir seri oluşturmak istedik.
“Ne Okuyoruz?” Kitap Kulübü, olumlu eleştiriyi severek paylaşan fakat olumsuz eleştiriyi görmezden gelen yazarların aksine tam da gerektiği şekilde eleştirmeyi amaç edinen bir oluşum olma hayaliyle yoluna başlıyor.
Yedinci bölümünde Osamu Dazai’nin edebi intihar mektubunun son bölümü olarak anılan 1948 yılı romanı İnsanlığımı Yitirirken’inini (İthaki Yayınları, 2022) konuk ediyor.
*
Öyküm: Ay o zaman bu deli dehşet depresyon kitabımızı konuşalım. Öncelikle ben bayağı bir ödev gibi çalışmışım bu kitabı. Notlarımda birkaç okurun yorumunu da kaydetmişim. Başlarda kitabın üzerinden uzun zaman geçti diye üzülüyordum ama böyle zamana yayıldıkça da etkisini derinleştirdi gibi geldi. Belki de kaderi bu. En güzelini kendi yaptı. Neler düşünüyorsunuz İnsanlığımı Yitirirken hakkında?
Cansu: Ben üzülerek İnsanlığımı Yitirirken’in hiç bana göre bir kitap olmadığını söyleyebilirim sanırım.
Esma: Üzerinden zaman geçince kitaba dair hislerim zayıflıyor benim.
Aziz: Yozo Bey’in “Hepinizden nefret ediyorum ama tek başıma da canım sıkılıyor,” tavrı ilk başta çok hoşuma gitti ancak kitap ilerledikçe zıvanadan çıktım. Kitabı iki defa uzun aralar vererek okudum ve okudukça daha çok karanlıkta kaldığımı hissettim beni epey zorladı. Şimdi fark ettim kitabı unutmuşum resmen.
Öyküm: Neden böyle düşündün Cansu? Depresyondan dolayı mı? Genellikle çoğunluk bunun bunaltıcı etkisinden kaynaklı beğenmemiş çünkü. Seninkini merak ettim.
Esma: Okumaya başladığımda hiç beklentim yoktu ama okurken hoşuma gitti.
Nihan: Benim Japon Edebiyatı’ndan okuduğum ilk kitaptı o nedenle nasıl bir şeyle karşılaşacağımı merak ediyordum, yorumlardan ötürü beklentim de yüksekti. Aşırı depresif bir kitap olmasına rağmen güzeldi yine de. Henüz okumamış olanlara daha güneşli günlerde okumalarını tavsiye edebilirim belki çünkü hava da kapalı olunca etkisi artıyor anlatılanların. :)
Cansu: “Yozo Bey” şunu bilsin ki kendisi nefret edilecek boyutta bir kişiliğe sahip.
Aziz: Cansu’nun neden sevmediğini tahmin ediyor gibiyim. :)
Cansu: Kasvetli olması benim sevmememde bir sebep ama yalnızca minik bir sebep. Benim sevmememdeki asıl sebep karakterin bizzat kendisinden ötürü. Öncelikle bu Yozo denen beyfendiye sormak istiyorum: “Kadınlarla alıp veremediğin ne anlatsana biraz. Biz de sana bayılmıyoruz pek çünkü.” Aziz, tahminin doğru çıktı mı? :)
Aziz: Bingo! :)
Esma: Belki de yazarın hayatıyla bu kadar paralellik gösterdiği için dikkat çekmiştir. Çünkü bu sorgulamaları aşağılık insanlardan güçlü duygular çıkarma işini Dostoyevski çok daha iyi yapar ki kendisine bayılırım.
Kadınları sevmiyor. Ben bu düşüncenin altında annesinin olabileceğini düşündüm.
Aziz: Yozo bütün insanlığı sevmiyor ama bu insanlığın içinde kadınları ayrı bir sevmemişliği var. İnsanlıktan korkuyor ama kadınlardan daha fazla korkuyor bence.
Öyküm: Nihan bunu psikologların söylediğini bile duydum biliyor musun? :) “Depresyon geçmişi olan insanların etkilenmesi olağan olduğu için okumamalı” tarzında. Cidden böylesine bir etkileyiciliği olması beni ürküttü.
Cansu: Sürekli yok “Kadınların olmadığı yere gitmek istiyorum” yok “bakire masumluğu” , “kadınları anlayamıyorum” vs. söylemler… Gerçekten benim katlanmamı epey zor kıldı.
Ha bir de tam hatırlayamıyorum -okumayıp dinlediğim için ve o esnada homurdandığım için galiba- bir kızın tecavüze uğradığı sahnede ortamı terk etmek… Ne düşüneceğimi bilemiyorum gerçekten…
Aziz: Mazallah Yozo karşında belirse dayak yer.
Öyküm: Cansu kadın düşmanı gibi gözüken bütün yazarlara silah çekiyorsun ahah!
Esma: Önce bir insanlığın iki yüzlüğünü filan eleştirirken “Toplum dediğin tam olarak neydi?” diye başlayan paragrafla yaptığı sorgulamadan aslında adamın derdinin kendiyle olduğunu düşündüm.
Öyküm: Bu kesinlikle doğru bu arada. Dazai otobiyografik bir roman yazmış. Zaten karakteri de intihar etmeye çalışıyor sürekli. İnsanlığını yitirme süreci bence tam da burası.
Esma: Adam kendi aşağılık duygularının farkında.
Öyküm: Ve sevemediğinin de… Birini seviyor ve kaybediyor hem de kendisini kaybetmek istediği gibi.
Nihan: Evet sadece insanlardan değil kendinden de nefret ediyor aslında.
Cansu: Ben bir de Timuçin Esen’in sesinden dinledim. Timuçin Bey’in içinden gizli bir Dazai çıkmış onu da söylemezsem olmaz. İyi bir deneyimdi bu açıdan.
Nihan: Dinlemek daha fenadır ya zor bir deneyim olmuş gerçekten.
Öyküm: Ayrıca bir ayrıntı daha gördüm. Düşüncelerinizi merak ediyorum. Bu karakterin sanırım çocuklukta yaşadığı bir tecavüz üzerine böylesi bir travmatik depresyona girdiği söyleniyor.
Esma: Kişi kendinden bilir. O yüzden hep aşağı insanlar, aşağı kadınlar peşinde kendince!
Tecavüzü bilmiyordum ama çok mantıklı.
Öyküm: Yani zaten doğar doğmaz ölmek istemesi normal olamazdı ya da kadınlara olan bu saçma sapan kullan-at peçete düşüncesinin olması.
Aziz: Yozo’nun yitirdiği insanlığa bir zamanlar sahip olduğunu da söyleyemeyiz. Yani Yozo hiçbir zaman insanlığını yitirmedi çünkü hiçbir zaman ona sahip olamadı diyebilir miyiz? İnsanların doğuştan günahkâr doğduğuna inanıyormuş gibi bir tavrı var.
Cansu: Ve tam olarak başlangıçta dediği gibi insan yaşamının ne olduğu hakkında hiçbir fikri yok.
Öyküm: Ama işte bu inanç nereden besledi kendini? Doğar doğmaz böyle bir düşünceye sahip oluyor olması da bana mantıklı gelmiyor. Evet böyle bir düşüncesi var ama neyden sonra çıktı ortaya?
Aziz: Konu ailede başlıyor bence kalabalık bir ev, anne, baba, kardeşler var tamam ama bu adam hizmetkârların elinde büyüyor ve en başta sevgiden eksik kalıyor.
Öyküm: İşte o iyi bir şey ile beslenememekten mesela. Yani insan sıfırdan başlıyorsa mesela adım atacağı, ilerleyeceği bir şey bulamazsa sıfırda kalır. Buna katılıyorum. Ama ya günahkâr insan olmamız düşüncesi?
Aziz: Hıristiyan inancıyla çok bağdaşıyor, doğar doğmaz vaftiz edilme meselesine dayanıyor bence. Sonrasında Hıristiyanlığı tercih ediyor diye hatırlıyorum.
Öyküm: Olabilir bak bu. O zaman ailesinin yaşam biçiminden çok düşünce biçimi de etkili olmuş diyebiliriz.
Esma: “İçki, sigara ve fahişelerin insanlara karşı duyduğum korkumu geçici de olsa uzaklaştırıyordu,” dediğinde kitapta adamın nefretine temeline karşı hiçbir şeyden bahsetmemiş havada kalmış olması bence okuyucuyu karaktere karşı kızdırıyor. Senin derdin ne, hiç mi insan güzellik fark etmez hayatta başka bir insanda diye…
Cansu: Bu arada Öyküm ben Junji Ito’nun bu kitaptan uyarladığı aynı isimli mangasını okumuştum geçen sene. Orada ayrıntılı ve şahane çizimlerle küçükken karakterin tecavüze uğramış olması düşüncesini anımsıyorum.
Öyküm: Ay bu konuya geleceğim. Bu ayrıntıya ben de denk geldim ve dedim ki Cansu bunu görse severdi. Haksız değilmişim. Bir çizimini kaydettim bile. Hatta lafı gelmişken göstereyim. Çoğunlukla bir anın içinde küçük ayrıntılara takılıyor olmasına dikkat çekmiş onu fark ettim çizerin. Yani kime dokunsam farklı bir düşünce buluyorum kendimde. Belki de bu yüzden böyle herkesin yorumunu okudum araştırdım bilemiyorum.
Aziz: Dazai’nin zihni bir çizim olsaydı kesinlikle bu olurdu.
Öyküm: Ve şu soruyu sormamıza neden olurdu: Kime göre ayrıntı, neye göre ayrıntı? Sanıyoruz ki dikkat edilmesi gereken şey kadın ve belki de gözyaşları. Ama ne kadar da farklı bir odak yaratıyor Dazai.
Aziz: Söylemek isterim ben kitabın mangasını okuyamadım, yarıda kestim. Çizilmiş haline katlanamadım bile.
Öyküm: Peki ne düşünüyorsunuz Yozo hakkında? Nerede kırıldı ya da doğuştan mı kırıktı içindeki o ölüme hayranlığı?
Esma: Kadının zayıflığı kendi zayıflığıyla örtüştürüyor olabilir. Kitabın sonunda “Tanrı’ya soruyorum direnmemekte mi suçtur?” diyordu.
Öyküm: Değil mi? :) Herkeste kendini görüyor yani.
Cansu: Bence direkt doğası öyle sonradan olan bir durum gibi hissetmedim ben. Çocukken de epey mutsuz ya da mutsuz demeyeyim de genel insanları mutlu eden çoğu durum onu mutlu etmeye yetmiyor diyeyim.
Aziz: Ben de bu şekilde düşünüyorum.
Nihan: “Melankolimi ve öfkemi gizlemek için büyük çaba sarf ettim ve bunun yerine kendimi masum bir neşe havası geliştirmeye adadım.” diyor bir yerde. Ben doğuştan olduğunu düşünüyorum.
Esma: Ölüme karşı hissettiği üstün olma duygusu olabilir mi?
Öyküm: Ölümden de üstün olmak mı? Yoksa insanlara göre kendini üstün görmek mi?
Esma: İntihar aslında çok insana özel bir şey değil midir? Neden ölüme tanımadığı kendi için bir kıymeti olmayan insanlarla paylaşıyor?
Öyküm: Genellikle intiharda böyle bir düşünce var bence. Kendi ölümümü de kendim seçerim düşüncesi… Yozo’daki de o muydu yoksa bu bir şeylerin çözümü müydü?
Esma: Nedenini anlamıyorum. Kendi ölümümü ben bilirimlerin altında yatan da sanki kendini beğenmişlik oyunu ben kazandım demek gibi.
Cansu: Ay bir de etrafındaki kadınlar ölüp bu ölemiyor ya bir türlü :) Kardeşim kadınları intihara ikna edip ölmemek nedir?
Aziz: Kadınların ona karşı sevgisi bu kadar güçlü müydü? Yoksa onun yaşama karşı bakış açısı intihara götürecek kadar etkili miydi? Aklıma bu sorular geldi.
Öyküm: Kadınlar yalnızca her insanın yaptığı gibi sevdi bence. Çok da ciddi bir durum yok bana göre. Ama gerçekten onun bu hiçbir şeyi sevememesi bazen cazip geliyor olabilir.
Burada bir okurun yorumunu paylaşmayı istiyorum. Sanırım en çok etkilendiğim yorumlardan biriydi. İnsanlığımı Yitirirken özeti çıkarıyor olsaydım yalnızca bunu yazsam da olurdu gibi hissediyorum.
“Kendinden nefret etme, diğer insanların sorunlarının muhtemelen sizden kaynaklandığına dair içten inanç, kendi acınızı önemseme ve başkalarının sorunlarını yalnızca kendi sorunlarınız üzerinden görme. Bunu yaşamamış olanlar anlatıcımızı aşağılık bir figür olarak görebilir (gerçekten de çoğu zaman olduğu gibi). Çoğunlukla ona sempatiyle baktım, en iğrenç hallerinde bile, çünkü başkaları ondan ne kadar nefret ederse etsin, sizi temin ederim ki o kendinden daha çok nefret ediyor.” O kendinden daha çok nefret ediyor…
Esma: Kesinlikle başta kendinden ve tüm insanlardan nefret ediyor.
Öyküm: Ve yaşamdan ve aileden ve kadından. Resmen her şeyden. Bilemiyorum ne düşünürsünüz ama ben nefretin bu derece saf bir şekilde işlenmesinden çok etkilendim. Sinirlerim bozuldu yani nasıl böylesine sıfır hata her şeye nefret besleyebilir. Ben bir yerde bir kedi görsem kesinlikle patlardım nefretimde, hemen “Oyy!” hissine bürünürdüm. Yozo iflah olmaz bir nefret büstü.
Esma: Ben kitabı sevdim ve buradan da hep manyak sevdiğimi bir kere daha anladım.
Öyküm: Ahahaha. Ne kadar manyak sevicisiniz testi. Hazırlayan Osamu Dazai. O zaman bana da şaşırmamalı.
Cansu: Aziz, kısa sürelerde bu denli sevgi inandırıcı gelmiyor bana bu sevgi değil birlikte ölecek birilerine ihtiyaç duyan benzer karakterlerdeki kadınları karakterin mıknatıs gibi çekmesi bence. :)
Esma: Kadınları aşkla ikna ettiğini düşünmüyorum.
Öyküm: Cansu merak ediyorum bunu anlatan bir kadın olsa ve erkeklere böylesine bir muamele ile yaklaşıyor olsa o zaman ne düşünürdün?
Aziz: Seninle Başlamadı kitabında “İnsanlar genellikle farkında olmadan yaralarını tetikleyecek bir eş seçerler.” diye bir alıntıyı not almışım. Bu kitap için kadınlar da bu yüzden etkilenmiş olabilirler mi acaba?
Cansu: Böyle bir soruya cevap verebilmem için böyle bir kitabı kadın bakış açısıyla okumam gerek şeklinde cevap verme hakkımı kullanıyorum. :)
Öyküm: Kaçamak cevap…
Cansu: Helal olsun be kraliçem falan mı derdim ya da… :)
Öyküm: Ahahaha! Hiç şüphem yok.
Esma: Hissettiklerini dile getirişi üzdü beni. Ne acı ne büyük bir yük bununla yaşamak.
Öyküm: Ve bundan bir türlü kurtulamayışı…
Aziz: Kurtulmak istedi mi?
Nihan: İnsanın, yaptıklarının ne kadar zavallıca olduğunu bilerek onlara soytarılık demesi bile çok kötü. :(
Öyküm: Kadınlara karşı düşünce şekline rağmen bir kadına anlam veremediği derinlikte bir bağ hissederek bunun peşinden gitmesi biraz öyle…
Ben soytarı kelimesini düşününce şaklabanlık gibi algılıyordum. Saray soytarısı tarzı bir şey. Ama sahiden insanları güldürmenin, olmadığı biri gibi davranmanın soytarılık tabiri ile anılmasından ben de etkilendim. “Melankolimi ve öfkemi gizlemek için büyük çaba sarf ettim ve bunun yerine kendimi masum bir neşe havası geliştirmeye adadım. Böylece yavaş yavaş eksantrik bir soytarıya dönüştüm.”
Esma: İsrail’in bombaları ardından bir hafta düşündüm insanların içindeki bu vahşilik acımasızlık hepimizin içinde mevcut. Çok ürkütücü. Konfor alanımızda çok kolay insanlık, ahlak konuşmak. İş değiştiğinde neler yapabileceğimizi düşünmek korkutucu.
“Ölmek zorundayım. Hayatın kendisi tüm suçların kaynağı,” diyen birisi için ölümden başka zaten kurtuluş yok ama adamcağız giderken bir zavallıyı daha mı kurtarayım deyip kadınları intihara ikna ediyor anlamadım.
Cansu: Tabi ta en içindeki karanlığı görüp onun bu neşeli hallerinin şovdan başka bir şey olmadığını yüzüne nazikçe söyleyince verdiği tepki de çok hoş. Büyük bir endişe duyuyor içinin dışına yansıdığına dair.
Aziz: Fark ettiniz mi kimseyi öldürmeye yeltenmiyor.
Esma: Tatlı tatlı ikna ediyor.
Cansu: Eh iyi biri değil ama kötü biri de değil ki. Tam olarak mutlu ya da mutsuz olmadığı gibi her şeyi arada derede belirsiz bir alanda yaşayan bir karakter. Birini öldürmek ya kazara olur ya sinir krizi geçirirsin ya ruh hastasısındır ya da saf kötülük gerektirir. Yozo hiçbir şey. Bence tam olarak hiçbir şey.
Öyküm: Bunu ben de düşünüyorum. Yozo ile karşı karşıya kalsam, bana sürekli ölümden bahsetse gülsem bile ağlamak hissi ile doldursa cümleleri ben de geceleri intihar düşünmeye başlardım herhalde. Bence bu anlamda da duygusal anlamda zayıf karakterde kadınlar seçiyor.
Düşünsenize o anlamda devrilmez bir kadına denk gelse, ölüm ölüm dese kadın da “Ayol ne saçmalıyorsun? Uğraşamam senin gibilerle” dese Yozo bitik. Belki de kendine gelirdi ahah!
Aziz: Onlara acımak hoşuna gidiyor.
Esma: Şu anda hanginizi alışverişe ikna ederim? En çok buna yatkın olanı. Bence adam kendi gibileriyle yapıyor bu işi.
Cansu: Bu arada Öyküm sen ikinci ölüm bahsinden sonra “Kalk git be adam,” dermişsin gibi geliyor bana ama neyse. :)
Öyküm: Ahahah uyuyan adamdan ve ölmeyi seven adamdan nefret…
Bu anlamda beni etkileyen bir diğer etken de çevirmeni Peren oldu. Kendisi de böyle depresif biridir. Umarım sonu ölüme gitmiyordur onun da düşüncelerinin ama çoğu zaman “Ay Peren, saçmalama niye öyle düşünüyorsun?” serzenişine bağladığım anlar oluyor. O hemen kendine geliyor tabi. O sebeple Yozo’da da böyle bir şey düşündüm istemsiz. Peren kendi hissini aynen Osamu Dazai’ye aktarmış ve okurlara fırlatmış. Suratımıza suratımıza çarpıyor.
Esma: Adam orada bile kendi gibini buluyor çekim yasası mı? :)
Öyküm: Ahahahaha bundan sonraki çevirilerinden birinin de Dazai ile ilintili olduğunu düşünürsek kesinlikle doğru tespit. Dazai’den bağlama büyüsü acilinden…
Aziz: O soruyu sormamın tam vakti… “Nasıl delirmedin be çevirirken?”
Öyküm: Aziz bu defa delirmedi diyemem, Peren kesin delirmiştir…
Aziz: Yüksek ihtimal…
Ve sanırım uzun bir süre Dazai’den tek bir satır bile okumam gibi bu yetti bana hahaha.
Cansu: Ben Peren Ercan çevirisi ile okumayı çok istemiştim karaktere katlanabilseydim. Hatta deli gibi iki çeviriyle birlikte gidecektim ama bana bu kadarı bile yetti valla. :)
Ben de Hüseyin Can Erkin’i anayım madem onun çevirisini dinleyebildim bir tek. Bana o çeviri de iyi geldi. Bütün işinin hakkını veren çevirmenlere bol saygı…
Esma: Çevirmenlere tebrikler.
Nihan: Yozo’nun toplumla ilgili söylediklerini de unutmadan analım. Kamu hizmeti olsun bu da. :) Bireyi hafife almamak lazım. :)
“Toplum dediği tam olarak neydi? İnsanın çoğulu mu?”
“Toplum dediğin şey sen değil misin?”
“Toplum dedikleri bireyden ibaret değil midir?”
“Toplum. Bu, bir bireyle diğeri arasında, spesifik bir anda gerçekleşen bir mücadeleydi.”
Öyküm: Bu müthiş bir ayrıntı. Toplum toplum yapan bireylerdir. Bu bakış açısına bayıldım. Ben de öyle düşünür ve bu düşüncede yalnız olduğumu hissederdim çünkü. Yalnız değilmişim dedirtti.
Cansu: “Artık yazamıyorum” demiş intihar notunda sanki yazdığı dönemlerde intihara kalkışmamış gibi. :)
Öyküm: İnsanlığımı Yitirirken yazdığı son kitap değil miydi, ben mi yanlış hatırlıyorum?
Aziz: Ben de öyle biliyorum.
Esma: “Parya diye bir kelime vardır. İnsan toplumunda bu kelime başarısızları ezikleri ahlaksızları belirtmek için kullanılır. Ben doğduğumdan beri kendimi bir parya gibi hissetim ve toplumunda böyle damgalanmaya layık gördüğü biriyle tanıştığımda her zaman derin bir şefkat duygusu hissederim. Şefkatim o kadar derindi ki bazen kendimi ona sesiz bir hayranlık duyarken yakalarım.”
Cansu: Toplum mu karakteri dışlamış yoksa karakter mi toplu mu dışlamış? Bu sorunun cevabını bir süre daha düşünürüm ben muhtemelen. Bana verdiği en kıymetli soru da buydu sanırım kitabın.
*