Bir kitabı okumadan önce çoğunlukla var olan arka kapaktaki tanıtım yazısını okumadan geçmiyorum. Bazen sırf tanıtım yazısını okuyup kitabı alıp almayacağımıza karar verme güdümüz, doğal olup olmadığının ötesinde bir şey. Ya da refleks olmanın dışında, hiçbir şey! Zira tanıtım yazısı esasen bir amaçla yazılır. Bir fikir verir. Bununla birlikte tanıtım yazılarının epey bir yanıltıcı olabileceğini unutmamak lazım.
“Deccal Antichrist*, Nietzsche’nin çıldırmadan önce ‘tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesi’ başlığı altında dört parçadan oluşacak eserinin ilk ve tek tamamlanmış bölümüdür.” diye yazılmıştı arka kapaktaki tanıtım yazısında. Bu kısımda ilgimi çeken şey, çıldırmadan önce denilerek Nietzsche’den bahsedilmesi! Nietzsche gerçekten çıldırmış mıydı? Nietzsche deli miydi? O, ne çıldırmıştı ne de deli idi; bir dahi miydi yoksa? Üstinsan?
Nietzsche gerçekten deli olsa bile, çağının en şerefli delilerindendi!
Bir dâhinin sahip olabileceği bir beyne, bir delinin sahip olabileceği cesarete sahipti ve Hıristiyanlığa lanet yağdıracak kadar çılgındı. Fazlasıyla çılgındı! Tanrı’yı öldürecek kadar…
Ne Hıristiyanlığı ne de onun ulvi merhametini istiyor. Bununla beraber tanrıbilimcilere, papalara, rahiplere lanet yağdırıyor. Kiliseye, bir savcının ağzından çıkabilecek en korkunç suçlamayı yöneltiyor.
“Savaş açtığım bu tanrıbilimcisi içgüdüsüdür. Her yerde buldum izlerini. Damarlarında tanrıbilimci kanı akanlar, bütün şeylere daha başından eğri, dürüst olmayan bir tavırla yaklaşırlar. Bu yaklaşım sonucu oluşan tutku, kendine inanç adını takar; kendi karşısında, sağalmaz sahtelik görünümünden acı çekmemek için, gözünü sımsıkı, hepten yummak. Tanrıbilimci içgüdüsünü başka her yerde de kazıp ortaya çıkardım. Bu içgüdü, yeryüzünde bulunan en yaygın sahtelik biçimi, sahteliğin sahici yeraltı biçimidir. Bir tanrıbilimcinin doğru diye duyduğu, yanlış olmak zorunluluğundadır. “ diyor ve Savanarola, Luther, Rousseau, Robespierre ve Saint Simon gibi ünlü yaratılışçıları da alenen düşmanı ilan ediyor.
Kitapta sadece isimleri geçmesine rağmen Nietzsche’nin neden bu kişileri (yaratılışçıları) düşmanı olarak gördüğüne ilişkin algının biraz daha netleşmesi için felsefe tarihinden, mesela Savanarola’dan biraz bahsetmekte yarar var. Aslında Savanarola, Nietzsche’nin ‘düşmanım’ diye nitelendirdiği kişilerden en radikal olanı gibi görünüyor. Savanarola, İstanbul’un Fethi’nden bir yıl önce, 1452’de doğmuş ve 46 yaşında ölmüştür. Orta Çağ düşüncesinin taşıyıcısı rolünü fazlasıyla yerine getiren, Tanrı’ya akılla değil; ancak ruhla ulaşılabileceğini savunmuştur. Bunu yaparken de introspeksiyonu (iç gözlem) kullanmayı yöntem seçmiştir. Orta Çağ’daki baskı, sansür, katı kurallar 13. yüzyılın son çeyreğinden bu döneme kadar devam eder. İşte böyle bir ortamda inançlara merakla yaklaşmayı günah sayan St. Bernard’tan daha da ileri giderek, dini inançları tartışmaya açan kitapları yakmıştır Savanarola. Tanrı ile yüzleşmek sadece inançla ve kutsal kitapları okumakla olur. Mantık yadsınır; gereksiz, dinden çıkarıcı ve tehlikeli görülür.
Diğer eserlerinden de anlaşılacağı üzere, ‘dinleri’ bütün pisliklerin anası olarak görmesine rağmen Nietzsche’nin Hıristiyanlığa öfkesi o kadar geniş ki, bazen Budizm ve Müslümanlıktan övgü ile bahsediyor ve burada, Hıristiyanlığın övgüye değer hiçbir yanının olmadığını göstermeye çalışıyor.
‘Hıristiyan ajitatörü’ olarak nitelendirdiği Augustinus’u, ‘kilise babası efendiler’ olarak nitelendirdiği rahipleri erkek olarak görmüyor ve ekliyor: “Laf aramızda, bunlar daha erkek bile değildirler… Müslümanlık, Hıristiyanlığı hor görüyorsa, bunda bin kez haklıdır. Müslümanlık erkekleri varsayar…”
Doğu ve Müslüman kültüründen bahsederken; Hıristiyanlığın, Müslümanlığın kültürünü talan ettiğini ve Haçlı Seferleri’nin üst düzeyde korsanlıktan başka bir şey olmadığını söylüyor.
Hıristiyanlık: Sağlıksız çağdaşlığımız içindeki en sağlıksız şey. Kirlenmemiş peydahlanmanın barındığı ‘inanç’… Kutsal bir biçimde yalan söyleme sanatı… Rahiplerin günahı icat ettikleri egemenlik! Bedeni yanlış anlamayı öğreten ve hasta insanların buluştuğu adres!
Nietzsche’nin tüm bu lanetleri, aynı zamanda dili ne kadar iyi kullandığını da göstermektedir. Filolog olması bu durumu etkilemiş mi dersiniz?
Kitabın son sayfasında yer alan Nietzsche’nin “Hıristiyanlığa Karşı Yasa” dediği kendi yasaları ise özet şekilde şunlardır:
Madde bir: En günahkâr insan, rahiptir. Rahibe gösterilecek olan, nedenler değil; tımarhanedir.
Madde iki: Herhangi bir Tanrı’ya tapınma ayinine iştirak etmek, kamu ahlakına tecavüz anlamındadır.
Madde üç: Hıristiyanlığın yılan yumurtalarını kuluçkaya yatırdığı lanetlenesi yerler, yerle bir edilmeli ve yeryüzünün rezaletli yerleri olarak geleceğin korkulu ibret vesileleri olsunlar diye korunmalıdır.
Madde dört: Cinsel yaşamın her horlanması, ‘kirlilik’ kavramıyla her kirletilmesi, yaşamın kutsal ruhuna karşı işlenmiş sahici günahtır.
Madde beş: Bir rahiple yemek yiyen kişi, kendini doğru dürüst insanlar topluluğundan aforoz etmiş olur. Rahibi, kanun kaçağı ilan etmeli, açlığa mahkûm etmeli, bir tür çöle sürmelidir.
Madde altı: “Tanrı”, “mesih”, “kurtarıcı”, “aziz” sözcükleri küfür olarak, canilere takılan adlar olarak kullanılmalıdır.
Madde yedi: Gerisi kendiliğinden gelir.
Nietzsche’nin yasalarından sonra, son olarak şunu söylememe izin verin: Dostlarım, Tanrı sizi Nietzsche’nin lanetinden korusun. O zaman bilin ki hasta olmaktan uzaksınızdır.
- Nietzsche, F. – Deccal (Der Antichrist)
- Alter Yayıncılık
- 103 Sayfa
- Çeviri: Emir Aktan