Ahmet Telli, bir söyleşisinde şöyle diyordu: “Sezgiye, imgeye, çağrışıma dayanan bir kılgıdır şiir… Böyle olunca nesini eleştireceksiniz şiirin? Bir şiiri kendinize yakın bulursunuz ya da bulmazsınız. Bu, sizinle şiir arasındaki özel ve öznel bir yakınlaşmadır.” Bu noktada gerçekten şiir eleştirisi yapılır mı bilmiyorum. Ama şunu biliyorum, Ahmet Telli’nin “her dizesi sessiz bir çığlık olan şiirlerine” insanın kendini yakın hissetmemesi mümkün değil. Şiirlerini her okuduğumda, kitabın sayfaları arasına Bülent Ortaçgil şarkısı gibi yüzümü döküyorum, gözyaşlarımı tutamıyorum. “Su Çürüdü” daima başucumda duracak bir şiir kitabı. Ahmet Telli’nin, Tüyap’ta kitabımın ilk sayfasına yazdığı cümle gibi “Anlam çürümesin diye…”
Siz sevgili okuyucuları Ahmet Telli dizeleriyle baş başa bırakıyorum. Şiirleri ömrümüzün her günü sevelim.
Su Çürüdü*
Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman karanlık bir nokta. Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan havayla ışıkta… (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?) Bütün belleğimdekileri yokettim. Elektrikli bir aygıtla yaktım, jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül edip savurdum.
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü. Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi yırtıyordu. Şaklayan kırbaç gibi… Acı duvarını aşan bu sesler, medeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf’tum belki. Ama durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri. Peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Ama yine de soruyorlar, soruyorlar, soruyorlar…
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
İki şeyi bilmek istiyorum. (Belki aynı şeyi iki kere bilmek istiyordum.) Duvarların rengi neydi? Derimin rengi neydi? Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla, dilimle dokunuyorum. Duvarların bir rengi olmalı. Ama hiçbir duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. Adı yoktu bu rengin, kimyası yoktu. Belki renksizliğin rengiydi bu. Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi…
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
…
Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. Yetmiş iki gündür sakındığım ve her gün ancak bir kere dudaklarımı değdirdiğim… Dilimi bir köpek gibi değdirdiğim… (Dilin suya dokunuşu… Bir süngerin denizi yutuşu yani. Bir çölün seraba kesilmesi bir an için).Her gün ancak bir kere değdiriyorum dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artık; sünger bütün vantuzlarını birden uzatmasın diye… Bataklıktaki suyun da bir su yanı vardır. Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir kokusuna. Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi artık. Küstü, öldürdü kendini su…
Su çürüdü…
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
- Ahmet Telli – Su Çürüdü
- Everest Yayınları – Şiir
- 100 Sayfa