Aydını ve aydın sayısını belirleyenin egemen sınıf olduğunu, bu aydının “doğmadan önce” belirlenen bir geleceği olduğunu, egemen sınıfın vereceği eğitimde kendine uygun bilgi ve uygulamalarla aydını donatacağını hiç farkettirmeden istediği değerleri ve mitleri bu oluşturacağı aydına aktarabileceğini söyleyen Sartre, şunları da ekliyor: “..bununla birlikte kimsenin aklına onlara aydın demek gelmeyecektir: Bunun nedeni aslında egemen ideolojiden başka bir şey olmayan şeyleri bilimsel yasalar diye yutturmalarıdır.”
Toplumun sınıflara ayrılması ve iktidarın getirdiği burs sistemi ile şu veya bu işe sokulabilecekler listesinin oluşturulması ayrıca, orta sınıftan çocukların aile bütçeleri bile eğitim masraflarını karşılamakta güçlük çekerken bunların sebebi “milimi milimine ayarlanmış” bir aydın kitleyi istekler doğrultusunda oluşturma hedefidir. Bu kitleye çocukluğundan itibaren iktidarın ayrık duruşu aktarılmış ve “orta sınıf ve ortalama bir insan, vasat insan” olduğu kafasına yerleştirilmiştir.
“Aydın bir hümanisttir ve bütün insanların eşit olduğuna inandırılmıştır.” Hümanizm adı altında gerçekler saklanmış, çarpıtılmış bir şekilde önüne gelir. Hümanisttir ama ayrıcalıklıdır. Ayrıcalıklı olması kendisinden kaynaklı bir şey olduğundan bunu bir kenara bırakamaz ama bunu bir kenara bırakmadan bir çok ağızdan çıkan tek bir ses nasıl olacaktır? Aydın çelişkilidir ve çelişkili olmaya mahkumdur egemen sınıf aydını bu duruma bilerek sokmuştur. Çitlerle örülmüş bir bahçede dolanıyorsunuz ve bahçede dolandığınız ve evden çıkabildiğiniz için özgür olduğunuzu düşünüyorsunuz; dışarıyı seyrederken de arka tarafta bank olmadığından ön taraftaki banka oturup her gün ön tarafı seyretmeyi yeğliyorsunuz. Çünkü manzara o kadar güzel ki keşke arkaya da bir bank koysalar diyorsunuz, ayaklarınızın yorulmasını bunca zaman hiç göze almamış biri olarak. Ya ayakta kalmayı ve topuklarınızın ağrımasının ne demek olduğunu oturup biraz düşüneceksiniz ya da ömür boyu ön tarafın yazını kışını göreceksiniz. İşte aydın bu noktada ortaya çıkıyor. Burada görüp görebileceğiniz her şey var mı, yoksa aslında daha fazlasını görmekten korkutulan gözlere mi sahipsiniz?
Aydın “kendini dünyaya gönderen dünyayı kendine gönderen” kişidir. Sartre’ın aydın diye bahsettiği insanda zaman zaman Nietzsche’nin üst insanı akla geliyor. İçrek bir durum yakaladığım an tekrara sarıyorum kitabı. Alnına yazılan ve göğsünde asılı duran mitlerden kurtulmuş, bağlarından kopmuş bir insana önem veriyor ikisi de. İçselliğin yeniden dışlanması diyor Sartre. Bu zamana kadar var olan beni kusmaktan bahsediyor.
Aydının en büyük çelişkisi burjuva içinde doğmak, işçi sınıfının şüpheyle yaklaştığı ve egemen sınıf tarafından hain ilan edilen birine dönüşüyor aydın. Hiç kimse tarafından kabul edilmeye hiç durmadan kendi içinde dönen, kendini sorgulayan bir insana bürünüyor. Tekilliği sağlamak ve bu bağlamda ortaya bir şeyler koyma konusunda çok aceleci davranmamak gerektiğini söylüyor Sartre. Olaylar üzerinde çalışılmalı ve herkesin aydın akılcıdır, soyut düşünür, entelektüel bir beyinle özdeşleşir gibi konumlardan uzak durulmalı diyor. Bu ancak sözde aydındır diyen Sartre kitabında sözde aydınlara örneklerle çok güzel değiniyor. Çarpıtılan konuşmalar ve ılımlı tavırlarla ortamdan kendini soyutlayan sözde aydınlar. “biliyorum gene de..’ciler.” Duvara çizilenleri gören sözde aydınlar duvarda açılan o küçük deliği hiçbir zaman fark etmediler etseler bile korkularından bunu unutmaya çalıştılar. O küçük delikten duvarın arkasına bakan cesurlara selam olsun!
Aydın ezilenlerin bakış açısından dünyaya bakarak, ayrıcalıkların ortadan kaldırılması ve sınıfsız bir toplumun kurulmasından yana evrensellik yandaşı olan, sadece savunduğu ideolojiyle körü körüne yaşayan değil, ideolojisini bir “çift filtreli gözlük” gibi kullanan, dikilen heykellerin arkasındaki gerçek insanı görmek için çabalayan, toplumun alt kesiminin kendini temsil eden “organik temsilcisi” olmasa bile ve her ne kadar alt kesim kendisine şüpheyle yaklaşıp egemen sınıf kendisini hain ilan etse de hiçbir yere yerleşemeyen ve ait olmayan bir dışlanmışlık içinde boğulsa da bu çelişkinin kurbanı olmak zorunda olan aydının süreklilik gösteren içsel ve dışsal mücadelesinde görülen tek şey “görevlendirilmemiş” olmasıdır. “Sürekli özeleştiri içinde olan ve olabilirliliğin değerlendirmesi içinde yaşayan aydın, görevlendirilmemiştir” diyor Sartre. Aydının neler yapması gerektiğinden ve nasıl biri olduğundan daha uzunca bahsediyor. Özellikle evrensellik!
Benim anlayabildiğim ve yettiğini düşündüğüm aktarım bu kadar olsa da politik anlamda farklı noktalar var ben onlara değinecek bilgiyi kendimde görmediğimden onu okuyacakların merakına bırakıyorum. İçrek olarak beni tatmin eden ve bir şeyleri değiştirebileceğine inandığım kadarını kendimden bir şeyler katarak aktarabildim.
Sartre’nin Bulantı’sıyla bulanmışken, aydınıyla aydınlandım! Okunmalı ve ister istemez eylemde var olan dogmatikliği yıkmak için okutulmalı.
İyi okumalar!
- Aydınlar Üzerine – Jean-Paul Sartre
- Can Yayınları – Deneme
- 98 sayfa
- Çeviri: Aysel Bora