“Zamanının olduğunu sanıyorsun. Sonra ansızın, olmadığını anlıyorsun.” (sayfa 122)
Bir şeyi kırk kere söylersen olur tezini doğrulayacak şeylerle karşılaşıyorum. Bulduğum her boşlukta doğru şeylerin konuşulmasının dünyaya bir katkı sağlayabileceğini söyler dururdum. Kadına olan şiddeti erkek gözüyle değil de bütünüyle yanlış bir hareket olduğunu anlata anlata yazılan kitapların savunucusu oldum ya da sosyal medyada dünyayı kurtaralım, evreni temiz tutalım demek yerine yerdeki bir çöpü atanların ve gelecekteki dünyanın durumunu anlatan yazarların destekçisi oldum.

Jessie Greengrass, bir önceki kitabı Bakış ile bir kadının yalnızca anne olabilmek için yaşamadığını, anneliğinin bir tercih olduğunu ve anne olabilmek için kendisini hazır hissetmenin ne demek olduğunu anlatmıştı. Bu kitabı ile bir nevi kendi anneliğini de kurgunun içine harman eden Jessie Greengrass gerçekliğin bir kurgusunu yazarak etkileyiciliği arttırmıştı. Daha da fazlası olmaz derken olduğunu gösteren Jessie Greengrass bu ay Timaş Yayınları’ndan Rabia Elif Özcan çevirisiyle yayınlanmış olan Issız Ev kitabıyla gelecekte bizi bekleyen iklim değişiklerinin, düzensizliğin ve hayatta kalabilmenin sözcüsü olmuştur.
“Bu sadece küresel ısınma ve geleceğimize getirebileceği değişiklikler hakkında yazılmış sıradan bir hikâye değil. Greengrass, insan kalbini ve insan hikâyesini keşfederek bunu herkes için bir roman haline getiriyor.” (Bir Okur Yorumu)
Costa- En İyi Roman Ödülü finalistleri arasında yer alan Issız Ev, Caroline isminde bir kızın babasının annesinden sonra yaptığı evlilik sonucu doğacak çocuğu Paul’u kabul etme sancılarıyla başlıyor. Caroline, kitapta geçtiği haliyle Caro, Paul’un doğmasından sonra hayatının olumsuz bir şekilde değişeceğini düşünürken aslında hiç de öyle olmadığının farkına varır. Bu Issız Ev içerisinde sürecek olan güçlü abla-kardeş ilişkisinin aslında temelleri sayılabilir. Bilim insanı ve aktivist bir annenin ve aynı şekilde bilim insanı olan bir babanın çocuğu olan Paul, bu durumun maalesef kötü taraflarının yazıldığı bir kader yaşayacaktır. Dünyanın durumunun kötüye gitmesinin yanında iklim değişikliğinin deniz kenarına kurulu bir şehri sular altında bırakma olasılıklarını değerlendirme zorunluluğu yaratır. Devletin ve yetkililerin bu duruma karşı olan ilgisizliklerinden bıkan anne Francesca, arkasında bırakacaklarını düşünmeden, yazar böyle düşünülmesi konusunda harika bir zemin hazırlıyor, bavulunu toplayıp sular altında kalma riski olan yerlere yardım etme ve çağrıda bulunma kararı alır. Çocukları ve eşi arasında seçim yapma zorunluluğu hisseden baba da küçük oğlunu sahiplenecek bir ablasının olduğu hissiyle olsa gerek yalnız başına gitme planları yapan eşine destek olmaya karar verir. Anne ve babadan ayrı yaşamaya çalışan abla-kardeşin, bir gün geçmişte yaşanmış olan sel felaketini yaşamamaları için evlerinden ayrılarak kitaba da adını vermiş olan yüksek alana inşa edilmiş ve suyun yükselme seviyesinde dahi ulaşamayacağı, köyden uzak o ıssız eve gelmesiyle asıl hikâye başlar.
“Hatırlamak çok güç artık, iki ayrı gelecek arasındaki boşlukta yaşamanın nasıl hissettirdiğini. Korku ve kader arasındaki gediğe tüm yaşamımızı uydurmak… Ama belki çabalayıp da uyanamadığımız düşlerdeki gibi en çok da. Hani tekrar tekrar döşeğimize döner, yorganın üstümüzü örtüp gözlerimizi kapatmasını bekleriz ya… Bir çeşit organik bir merhamet bağı var bunda. İçimizin derinliklerinde büyüyor. Yakınımızdaki küçük şeylere dikkat etmemizi kolaylaştırıyor. Başka türlü nasıl yaşayabilirdik ki zaten? Büyüdükçe sorun, uzaktaki tehlikelerden yakındaki olasılıklara kaydı. Biz de sabit bir şekilde ona uyduk.” (sayfa 26)
Var oldukları evden birer çanta ile çıkan Caro ve Pauly için alışık olmadıkları, merkeze oldukça uzak, üretimini ve tüketimini kendilerinin yapmak zorunda oldukları yeni bir hayat vardır artık. Jessie Greengrass, Caro ile Pauly’i tanıştırıp birbirine alıştırdıktan sonra bu ıssız eve taşımasının ardından durumun ciddiyetini ve Francesca’nın başına buyruk davranmadığı gerçeğini ortaya çıkarması için ıssız evin tek komşuları aynı zamanda bekçisi olan Grandy ve torunu Sally’i görevlendirir. Grandy geçmişte böyle felaketlerden birine şahit olan yaşlı bir adamdır. Kendi bahçesinde mahsulünü eken, müsrif olmaktan hiç hoşlanmayan, köyün içerisinde dolaşarak herkesin tasarruflu olabilmesi için neler yapması gerektiğini anlatan ve anlattıklarını herkese uygulamayı görev edinmiş olan biridir. Torunu Sally ise altı yaşındayken evden kaçmasına rağmen bu yaşlı adamın vazgeçemediği ve her daim üzerine titrediği biridir. Bu iki hayat yolcusu yaşamlarını bir arada sürdürürken bir gün tepedeki ıssız eve gelen Francesca’yı görürler. Francesca dünyanın geldiği duruma isyan eden ve gecesini gündüzüne katarak çalışan aynı zamanda ıssız evi onaran bir kadın olarak karşılarına çıkmıştır. Sally ne zaman eve dönse Francesca’yı evlerinin kapısının önünde dedesiyle konuşurken görür. O zamanlar kendisi de bu tür iklim sorunlarına ilgilidir ve bilgisi ile kendisinden üstün olan bu kadına içten içe kıskançlık duymaktadır bence. Francesca ise bu uğurda canını her şeyden önce yola koymuş olan bir kadınken, anneliğini hiçbir şekilde unutmamıştır. Fakat Jessie Greengrass başından itibaren çocuğuyla fazlasıyla ilgilenirken bir anda uzaklaşan, çocuğunun bile kendisine sus yemini etmesine sebep olacak ilgisizlikte bir kadın olarak göstermiştir. Yazarını tanıyorsanız anneliği de ne derece iyi anlattığını bilirsiniz. Francesca başka bir şehirde, başka bir evde çocuğu olmadan yaşıyor olsa dahi gelecekte karşılaşacağı sorunları göz önünde bulundurarak evi yenilemektedir. Düşünün, gücünün iki asır yeteceği söylenen bir jeneratör bile takmıştır. Sele karşılık depoya bir sandal koymayı bile akıl eden bir kadına nasıl çıkar da düşüncesiz dersiniz?
“Korkunç ve ürpertici bir gelecek hakkında olmasına rağmen, bu romanın güzel yazısından, neredeyse nazik, sevgi dolu bir hikâyeden keyif aldım. Bir çocuğa duyulan sevgi, bir çocuğu kurtarmak için annenin dürtüsü hakkında bir hikâye. Keşke tüm çocukları kendi çocuğumuz olarak görseydik, belki de yaşamlarımızı değiştirme ve kaçınılmaz görünen geleceği değiştirme gücünü bulabilirdik.” (Bir Okur Yorumu)
Jessie Greengrass Issız Ev’i henüz yeni alıştığımı düşündüğüm bir tarzda kaleme alarak karakterlerin isimlerinin olduğu başlıklarla hikâyesini anlatmayı tercih etmiş. Anlatılan bir hikâyenin yaşayan dört insan gözünden anlatılması ve anlatanlardan birinin, Pauly, henüz bir çocuk olması Issız Ev’e değişik bir hava katıyor. Siz olayların gidişatını, yaşanılanları, zorlukları üç kişiden dinlerken Pauly’nin gözünden kuşları, kelebekleri ve parlayan gökyüzünü görüyorsunuz. Bu durum hem gülümsetiyor hem de yazılmış olan olası geleceğimizin karanlık ve ağır havasını bir nebze olsun dağıtıyor. Her şeye rağmen Jessie Greengrass tam da aylardır beklediğime değecek bir kitap kaleme almış ve gerçekliği harika bir kurgu içerisinde okuruna sunarak “Bunlar gerçekler, bunlarla tanış!” mesajını vermiş. Kurtaralım şu dünyayı demek yerine gerçekten kurtarmak için harekete geçenlerin önünü açmak, elini tutmak ve destek olmak yapabileceğimiz en iyi şey. Neyse ki artık kitaplarımız da yanımızda.
“Bu haberden sonra bir de deprem haberine rastladım. Ardından kolera salgını, sel, kuraklık. Her seferinde aynı şeyler soruluyordu. Her seferinde insanlar bir süreliğine para yardımında bulunuyor, sonra başka bir şey patlak verince bu olaylar unutuluyordu. Ateş düştüğü yeri yakıyordu ve geride kalanların canı yanmaya devam ediyordu muhtemelen. Bunları izlemek bir tür hobi, yahut alışkanlık haline gelmişti.” (sayfa 88)
İyi okumalar.

- Jessie Greengrass – Issız Ev
- Timaş Yayınları- Roman
- Çeviri: Rabia Elif Özcan
- 280 sayfa