Yazarların, çoğunlukla itiraf etmeseler bile, içlerinde bir yerlerde çok okunmak ve gözde bir sanatçı haline gelmekle ilgili yükselen bir dua olduğunu tahmin etmemiz mümkün. Capote, bu itirafı kendine çok daha erken yaşlarda etmiş olmalı ki kararlı ve disiplinli bir çalışmayla zaman içerisinde Amerikan edebiyatının önde gelen isimlerinden olmayı başarır.
Asıl adı Truman Streckfus olan yazar, 30 Eylül 1924’te Louisiana’nın New Orleans kentinde dünyaya gelir. Öyle ki bir an önce yazmaya başlamak istercesine 4 yaşında okumayı ve yazmayı kendi kendine öğrenir. Çok geçmeden, 8 yaşına geldiğinde, kısa hikâyeler yazmaya başlar. 10 yaşında Mobile kasabasın yakınlarında yaşarken Mobile Press Register tarafından organize edilen çocuklar için yazma yarışmasına katılır. Genç Capote komşularından esinlenerek ‘’Old Mr Busybody’’ adında bir roman à clef (yaşanmış olayların kurmaca gibi gösterildiği roman türü) yazar fakat bu durum fark edilince yazının ilk bölümü dışındaki diğer bölümleri yayınlanmaz ve romanı yarışmadan dışlanır.
Çocukluğunun bir kısmı Alabama’daki teyzelerinin yanında, bir kısmının ise annesi ve üvey babasının yanında geçmesi yalnız ve mutsuz bir çocukluk yaşamasına neden olur ki ilerleyen yıllarda verdiği röportajlarında, çocukluk zamanlarını da göz önünde bulundurarak ‘’Hayatım boyunca neredeyse hiç, sakin bir an dahi yaşamadığımı söyleyebilirim,’’ diyecektir.
Virginia Woolf’un İngiltere’de Ouse Nehri’nde ceplerine taşlar doldurarak ağır ağır sessizliğe yürüdüğü 1941 senesinde Amerika’ın en önemli gazetelerinden biri olan The New Yorker’da yazarlık kariyerine başlayan Capote henüz 17 yaşındadır. (Belki de Pozzo’nun Godot’yu Beklerken söylediği ‘’Dünyadaki gözyaşı miktarı sabittir. Ağlamaya başlayan biri için, bir yerlerde bir başkası keser ağlamayı. Aynı şey gülmek için de geçerlidir…’’ cümlesi bu durumun dramatik bir denklemi sayılabilir.)
Yazmaya olan bağlılığından ve akademinin kendisine hiçbir şey öğretemeyeceği düşüncesine olan inancından üniversiteden ayrılarak değerli vaktinin çoğunu yazmaya ayırır. Mark Twain gibi söyleyecek olursak okulun, eğitimini engellemesine izin vermemiştir. Üniversite yerine The New Yorker, Truman Capote için gazeteciliği öğrenmek adına yararlı iyi bir okul olmuştur. Öyle ki kısa sürede gazetenin en gözde yazarlarından biri haline gelir ve yazmak bir çocukluk tutkusundan sıyrılarak vazgeçilmez bir dışavurum şeklini alır. 1940’ların başında Capote, Amerika’nın gelecek vaat eden kısa öykü yazarı olarak tanınmaya başlar, öykülerini The Atlantic Monthly, Harper’s Bazaar gibi dergilerde yayınlamak genç bir yazar olmasına rağmen onun için artık çok kolaydır. Yazdığı öyküler sadece geniş okur kitleleri kazandırmakla kalmaz 1945 senesinde O. Henry Ödülünü de getirir. Öykülerinden biri olan ‘’Mirriam’’ Bennet Cerf’in dikkatini çekmeyi başarır ve Random House ile ilk sözleşmesini imzalayarak Başka Sesler, Başka Odalar kitabını yayımlar.
‘’Ama hepimiz yalnızız yavrucuğum, korkunç yalnız, birbirimizden yalıtılmış: dünya öylesine azgınca alaya alır ki sevecenlikten söz edemez, onu gösteremeyiz, bizim için ölüm hayattan daha güçlüdür, karanlıkta esen bir rüzgar gibi güçlü bir çekimi vardır ölümün…’’ (sayfa 135 – Başka Sesler Başka Odalar)
İlk kitabı olmasına rağmen Başka Sesler Başka Odalar, Truman Capote’ye hızlı bir biçimde ün getirir; bu ünün edebiyat hayatının dışında sosyal yaşamına da büyük etkisi olur ve onu çocukluğundan beri sıkıcı bulduğu orta sınıf olmaktan çıkartarak toplumun seçkin insanları arasına katılmasını sağlar. Amerikan edebiyatında yerini daha da sağlamlaştırdığı Tiffany’de Kahvaltı kitabını yazarken ilhamının çoğunu girdiği bu yeni çevredeki deneyimlerinden alır. Capote için yazarken kalem yerine makas kullanıyor demek hata olmaz. Elindeki hikâyenin önemli olmasına dikkat etmesinin yanı sıra öyküdeki biçimsel hâkimiyete sahip olmayı da önemli bulur ve bunu eserlerinde başarılı bir şekilde gösterir. Öyle ki iyi bir hikâye, cümledeki bir kelimenin ahengi bozmasıyla kuvvetini yitirebilir.
1959 kışında Capote, edebiyat ve yazarlar hakkında konuşmak için David Susskind’ın Open End programına katılır. Ve Beat yazarları hakkında konu açıldığında öfkeli bir şekilde ‘’Onların söyleyecek hiçbir şeyleri yok, hiçbiri yazamıyor, Bay Kerouac da dahil.’’ diyerek Kerouac için ‘’Yazmıyor, daktilo ediyor,’’der. Şiirde Allen Ginsberg’ün Uluma’sının destansı etkisini, Burroughs’un edebiyata kazandırdığı cut-up tekniğini düşünürsek Beat yazarlarının yazınsal değerleri hakkında söylenen havada bir eleştiriden farksızdır bu.
Bu eleştiriyi öne sürmesinin nedeni: Erken yaşlarda anne-babası tarafından terk edildiği için her zaman sevgi görmek istemesinin dışında başka yazarların kendisinden daha fazla ilgi görmesinden hoşlanmamasından kaynaklanıyor olabilir. 1958’de Tiffany’de Kahvaltı ilgi çeken bir kitap olmuştur fakat 1957’de Jack Kerouac’ın Yolda kitabının ün kazanmasıyla gözler aniden Beat yazarlarına çevrilir ve yeni bir dönemin başladığı görülür. Buna rağmen uzun zamandır Amerikan edebiyatında yeni bir şeyin ortaya koyulmadığını söyleyerek Capote 1959’da yazmaya başladığı Soğukkanlılıkla kitabı ile kurgusal olmayan bir roman türü ortaya koyar. Kitabın konusunun sarsıcı biçimde çok konuşulur olmasının da etkisiyle ilgileri tekrar üzerine çeker.
Soğukkanlılıkla romanı, Kansas’ta çiftlikte yaşayan Clutter ailesinin iki kişi tarafından bir gecede soğukkanlılıkla öldürülmelerinin hikâyesidir. Capote, bu hikâyeyi araştırmak ve süreci kaydetmek için Kansas’a gider, orada kaldığı süre boyunca Clutter ailesinin katilleri yakalanır ve onlarla görüşmeye başlar. Süreci kaydetmek tam 6 yıl sürer, bu cinayetin araştırılmasında ona yakın arkadaşı Harper Lee de uzun süre yanında bulunarak yardım eder. Soğukkanlılıkla kitabı okura suç, suçlu ve ceza kavramlarını yeniden düşünmeye iten 4 bölümlük bir yapıt. İlk bölümde Clutter ailesinin kasabada sevilen ve değer verilen bir aile olduğunu sırasıyla diğer bölümlerde ise polis soruşturmasını, katillerin yakalanışını ve idamını ele alıyor.
‘’Sonsuzluk ne demek biliyor musun? Bir kuşun kumsaldaki kum tanelerini tek tek okyanusun kıyısına taşıdığını düşün. Kuş bütün kum tanelerini karşı kıyıya yığdığı zaman sonsuzluk daha yeni başlıyor olacak’’ (Soğukkanlılıkla – Sayfa 87 )
Truman Capote, bu süreçte mahkûmlarla yakından ilgilenir; özellikle de Perry Edward Smith ile olan iletişimleri çok daha yakındır. 6 yıl boyunca devam eden mahkeme sonuçlandığında birçok kişi Capote’nin mahkûmlara yardım edebileceğini fakat romanın bitmesi için bir sona ihtiyaç duymasından dolayı idamlarını engelleyecek her hangi bir harekette bulunmak istemediğini öne sürmüş ve bunun bir bakıma idam cezasını destekler nitelikte olduğunu savunmuşlardır. William S. Burroughs da 1970’te yazdığı açık mektupta hem bu olaya ilişkin fikirlerini hem de Capote’nin edebiyatı hakkında eleştirilerini belirtir.
23 Temmuz 1970
Benim sevgili bay Truman Capote’m.
Bu alıştığın üzere bir hayran(Fan) mektubu değil. –Tabi sen hayrandan Panama’daki vantilatörleri kastetmiyorsan. Hadi buna ‘’okuyucudan’’ gelen bir mektup diyelim. -Kişi sayısı özellikle belirtilmiyor. – Tüm ’’yazılar’’ bu bölüme gönderildiğinden bu eldeki marjinal materyallerden bir seçki. Senin edebi gelişimini, temsil ettiğim bölüm adına en az senin Kansas’taki son araştırmaların kadar yorucu bir dizi soruşturma yürüterek, başlangıcından beri takip ediyorum. Mirriam – ki çantasında bir süredir sakladığı şekerler onun ne kadar da cana yakın biri olduğunun ispatıydı- den başlayarak bütün karakterlerini inceliyorum. Söze başlamadan evvel tüm bu gerçekleri bir kenara bırakmayı tercih ederim. Söylemeye hiç hacet yok ki bay Kenneth Tynan ve senin aranda son zamanlardaki nezaket alışverişini okudum. Onun çok fazla müşfik bir adam olduğunu duyumsadım. Senin, polisin şu anda yaptığı şey olan, itiraflarını yabana atarak, suçlunun ifadesini yazmadan önce danışma komitesine gitme hakkını inkar eden politikasını yaşatma yararına konuşma yaptığınız bir senato komitesi evvelindeki son görünüşünüzde ayrıca gözümden kaçmadı. Aslına bakarsan sen vahşilik ve baskıdan beslenen ifadeler temin ederek standart polis prosedürünü onaylar konuşuyordun, oysa zeki bir polis gücü zoraki itiraflardan çok kanıtlara dayanırdı. Ne zaman idam mevzusu açılsa, yayıncıya harflerdeki ahenk denen saçma savunmayı tekrarlayarak kendini daha da ucuzlaştırdın. ‘’Niye bunca özdeşlik bu katillerle ve neden hiç merhamet yok onların kurbanlarına?‘’ Kendimi senin tüm basılmış eserlerini okumaya görevli kıldım. Önceki dönem eserlerin birkaç açıdan umut vaat ediciydi. –Özellikle kısa hikayeleri kastediyorum. Psişik alanda yetenekle donanmıştın. Bir süre sen bu yeteneğinin hakkını verirsin gibi geldi. Oysa bunun yerine sen, sana satmak için verilmemiş olan bu yeteneği satmayı seçiyorsun. New Yorker’ın alelade bir çalışanının dahi yazabileceği, okunacak halde olmayan sıkıcı kitaplar yazıyorsun. (Kazanılmış Amerikan refahının çıkarlarına adanmış gizli, gerici, süreli bir yayın.) Sen yeteneklerini, Amerika’yı basit bir işleyişle suçu kasten besleyen, daha da arttırılmış polis kuvveti isteyen ve kendi yarattığı bu durumla baş edebilmek için idamı hep güncel tutan ve böylece onu polis devletine dönüştüren çıkarların emrine verdin. Bu dalın sana bahşettiği yeteneğe ihanet ettin ve onu sattın. O yetenek şimdi resmen tescilli. Kirli paranızın sefasını sür. Hepi topu sahip olabileceğin o işte. Bir daha asla Cold Blood (Soğukkanlılıkla)’ın ötesinde tek bir cümle yazmayacaksın. Bir yazar olarak sen bittin. Bu konu burada kapanmıştır.
Beni mi kandırıyorsun sen? Biliyor musun ben kimim? Tanırsın sen beni Truman. Beni uzun zamandır tanıyorsun. Bu benim son gelişim.
William. S. Burroughs
(Çeviri: Seda Suna Uçakan)
Perry Edward Smith’in ölümünden dolayı mı yoksa William S. Burroughs’un lanetlemesinden dolayı mıdır bilinmez ama Soğukkanlılıkla kitabından sonra Capote hiçbir çalışmasını tamamlayamaz. Soğukkanlılıkla’nın yayınlanmasından sonra artan alkol kullanımından dolayı Los Angelas’ta 25 Ağustos 1984’te karaciğer kanserinden ölür. Kabul Edilmiş Dualar kitabı ölümünden sonra yayınlanmıştır.