İtalyan edebiyatının önemli isimlerinden Dino Buzzati’nin yıllardan beri okuyucularının boğazlarına bir yumru konduran romanı Tatar Çölü…
İnsan; beklemek üzerine düşünmüş, yazmış, sorgulamış ve ağrımıştır. Edebiyat camiasında da bu mesele irdelenmiş ve çok güzel işlenmiştir. Meselâ, beklemek deyince hepimizin aklına belki de Beckett geliyor ve Godot’yu Beklerken diyoruz. Beklenenin kayıtsızlığı, bekleme eyleminin inadı -beklemek öz Türkçedir ve ‘berklemek’ten gelir; sağlamlaşmak anlamındadır- veyahut bekleyişin yanılgısı bize anlatılmak istenir. (Selçuk Altun romanında Godot sahnedeydi tezini öne sürmüştür ve Beckett uzmanları tarafından kabul edilmiştir. Bu müthiş tespit ve serüveni için ayrıntılı bilgi ektedir[1])
Tatar Çölü’nün bekleyişine gelirsek… “Subay çıkan Giovanni Drogo ilk atandığı yer olan Bastiani Kalesi’ne gitmek üzere kenti bir Eylül sabahı terk etti.” diye başlar roman. Teğmen Drogo, sınır kalesine vardığında kalenin şehirden kopmuş bir çöl sınırında kimsesiz ve metruk vaziyetteymiş gibi göründüğü gerçeğiyle sarsılır ve hemen burayı terk etmeyi arzular. “Okur ve kitap arasındaki ilişki, Drogo ve kale arasındakine paralel seyreder.” denmiş. Gerçekten bu kitap için söylenebilecek idrake kıyım ve yıkım potansiyeli en yüksek gücü olan cümledir. Kitaba karşı Drogo’nun kaleye hissettiği şeyleri hissedeceksiniz fakat sonuna kadar okuyacaksınız –ben notlar alarak iştahla okudum- ve sonunda Drogo’nun yüzleştiği gerçek-ler-le karşılaşacaksınız.
Romanların arka kapağını kapattığımızda hep içimizde birkaç cümle kendini tekrar eder. Tatar Çölü’nü kapattığımda tekrar eden cümle romandan değil Seyyidhan Kömürcü’den oldu: Durup beklemenin durup beklemekle devam ettiği günler. Buzzati gerçekten, alışmak kavramını izah edilmesi en uygun zemin üzerine oturtmuş: Askeriye! Askeri nizam ve işleyişindeki manasız kurallar, alışmak eylemi, sinir bozucu rutin (sarnıçtan gelen su sesine tahammülsüzlük ve tedirginlik, akabinde bu rutine alışma güzel bir imge), saçma titizlik, boş sanrılar (bana kimi bölümlerde kitap Zindan Adası filmini anımsattı.), asker kibri, duvarlara karşı duyulan evcil aşk, yönetmeliğe uygun barutla doldurulmuş silahlar ve dahası görkemli bir alegori oluşturuyor. Okurken zihinde, “Kale dünya mı, ben Drogo muyum, neyi bekliyoruz, terzinin ‘’Ben burada geçiciyim!’’ söylemleri ve çıraklarının verdiği tepkinin içimizde yıktığı tanıdık his neyin nesi?” minvalinde sorular dolaşıyor. Asıl mesele ise kitap bittikten sonra başlıyor. Geç kalmadan okuyun!
Birkaç alıntı:
“kendisini bu dünyaya, bu dağlara, bu yalnızlığa yabancı hissediyordu.”
“tronk genç kızların seslerindeki tatlı tınıyı, bahçelerin, ırmakların ve kale çevresindeki sıska ve seyrek çalılıklar dışındaki ağaçların neye benzediğini unutmuştu.”
“önlerinde ölü bulunduğunu tamamen unutan komutan”
“giderek artan bir uyuşukluğun pençesinde, uzaktan, bu haykırışın düzenli aralıklarla yankılandığını duyuyordu.”
“bekleme süresini uzatmayı, neredeyse yazgıyı kışkırtmak ve onun tamamen zincirlerinden boşanmasını sağlamak için, kesinlikle hareketsiz kalmayı tercih ediyordu.”
[1] http://www.hurriyet.com.tr/godot-nun-cozulen-sirrini-beckett-uzmanlari-kabul-etti-21034537