“Ekmek, kitap çalanlara ceza olmaz! Ülkeyi çalıyorlar, kitap çalanla mı uğraşacağız?”
İnsan neden okur? Merak eder, merak ettikçe araştırır, okur, okudukça daha çok merak edip daha çok araştırır, okur. Bu bir kısır döngüdür. İnsanı heyecanlandıran da bu değil midir? Belki de Vedat Türkali’yi 96 yaşına kadar ayakta tutan ve hâlâ tutmakta devam eden bu heyecanıdır.
1919’dan beri Cumhuriyet’in her bir anına şahit bir adamın 2009 yılında yayımladığı Yalancı Tanıklar Kahvesi ile karşı karşıyayız. 70’li yıllara, üniversiteli ve sol görüşlü Muhsin’in gözünden bakacağız. Bu dönemi ele alan diğer yazarlardan daha yalın bir dil kullanarak farklı bir yönden ele alması bu romanı daha ilgi çekici hale getiriyor.
Kitabın sayfalarında ilerledikçe Türkali sorguluyor, yanıtlıyor; sanki bizlerin aklına takılan noktaları duyup ona göre cevap veriyor olduğunu göreceksiniz.
“Adliye’nin yakınında bulunan; boşanmalar, arazi ihtilafları, borç-alacak ilişkileri için yalancı şahide ihtiyacı olanların ihtiyaçlarını karşılayan kahveler varmış.
Yalancı şahide ihtiyacı olan biri girmiş kahveye. Adamın biri sokulmuş:
-Yardımcı olabilir miyim, nedir sorun?
+Bir alacak davası.
-O namussuz herif, paranızı vermedi hâlâ değil mi?
+Ben borçluyum arkadaş, parayı benden istiyorlar.
Yalancı şahit kükremiş:
-Kaç kez vereceksiniz beyefendiciğim, kaç kez vereceksiniz?”
Muhsin’in hayatına baktığımızda kendisinden daha güçlü bir kadın karakter olan Reyhan’ın onu nasıl etkilediğini, bilge bir kitapçı sahibi olan Nedim Hoca’nın onu nasıl eleştirip aynı zamanda eğittiğini, kendisi gibi devrimci olan arkadaşı can dostu Salih’in ondan desteğini eksik etmediğini, köydeki ağababasını ve maddi manevi hiçbir desteğini esirgemeyen annesini düşünürsek kendi hayatında pek de sözü geçmeyen bir Muhsin’den bahsedebiliriz. Kısacası kendisine bir yol çizmeye çalışırken herkesten kendisine bir yol göstermesini istemiştir.
Tek bir konuda, devrimde, tutucu olmayan bir tavırla devam eden bu romanda; aşk, cinsellik, arkadaşlık, din, yoldaşlık gibi birçok duyguya parmak basılmış durumda. Bu durum da roman dünyasından bağımsız olarak, gerçek dünya ile roman dünyasını daha kolay bağdaştırmamızı sağlıyor.
Kitapta yer alan monologlar, bir süre sonra kendi iç sesiniz ile karışmaya başlıyor, kendi kendinize bir iç savaş başlatıyorsunuz. Bu öyle bir Türkali romanı ki, her ne kadar dönem farklılığı olsa da hayatınızın bir parçasına tutunmayı başarıyor. Mesela Muhsin hapisteyken “Ne yapalım arkadaş, bu da böyle bir manyak!” diye serzenişlerini, siz de kullanmaya başlayacaksınız.
Başta da dediğim gibi kitabı okudukça araştıracak sorular soracak birçok sorunun cevabını da kitapta bularak okumaya devam edeceksiniz.
“Devrim şiir gibi oğlum; başka dile çevrilmesi güç iş.”
Ufak Ayrıntılar, Büyük Farkına Varışlar
Kitapla ilgili araştırmaya başladığımda dünyanın ne kadar da küçük olduğunu bir kez daha anladım. Edip Cansever’i bilirsiniz. Onun bir Ahmet Abi’si vardır, “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinde “Ah güzel Ahmet Abim benim” diye seslendiği Ahmet Gayretli. Ahmet Gayretli ve Vedat Türkali Adana Cezaevi’nde birbirlerine yoldaşlık yapmışlardır.
Ayrıca resme baktıysanız arka plânda Ruhi Su var. Ruhi Su da Türkali ve Ahmet Abimize eşlik etmiştir o zamanlarda. Yakın tarihimiz ile ilgili okurken genelde onlara eşlik edenlerin hayatlarını, şarkılarını okuyarak, dinleyerek onlara daha çok yaklaştığımı düşünürüm. Böylece daha anlamlı olur bazı duygular. Kitap okurken size de Ruhi Su’nun eşlik etmesini öneririm. Ahmet Abimizi ve Edip canımızı tekrardan anıp, size bol kelimeli zamanlar dilerim.