Varlık dergisinin 1345. sayısı olan Ekim 2019 baskısı, “Övgüler ve Yergiler Arasında Polisiye” kapak konusuyla raflardaki yerini aldı.
Derginin yeni sayı duyurusu aşağıdaki gibi:
Polisiyenin edebî bir tür olarak kabul görmesi uzun süren tartışmaların sonucunda gerçekleşti. Öte yandan polisiye romanları, öyküleri edebî mi değil mi diye düşünmeden keyifle okuyan geniş bir okur kesimi var. Araştırmalar son yıllarda polisiyeye ilginin gittikçe arttığını, hatta İngilizcede günümüzde yayımlanan her üç kitaptan birinin polisiye olduğunu gösteriyor. Bu nedenle Ekim ayı dosyamızın konusunu “Övgüler ve Yergiler Arasında Polisiye” olarak belirledik ve bazı polisiye yazarların kitaplarını merkeze alarak bu türün tarihini, yazın özelliklerini inceledik, ayrıca televizyondaki polisiye dizileri de ihmal etmedik. İleride Türk sinemasında polisiye üzerine bir yazıya da yer vereceğiz.
“Polis Romanını Yaratan ve Yaşatan İki Şey: Merak ve Güç Arayışı” başlıklı yazısında Korkmaz Alemdar, polisiye romanın öncüleri üstünde duruyor ve Umberto Eco’nun Gülün Adı’ndaki kimi kısımlar ile eski Arap Yahudi, Hint, Fars öykülerinin şaşılası benzerliğini alıntılarla gösteriyor.
Elif Güliz Bayram, “Türkiye’nin En Seri Polisiye Yazarı: Osman Aysu” başlıklı yazısında önce polisiye türünün Batı’daki doğuşunu, devrik öyküleme tekniğini anlatıyor, ardından 1994’ten günümüze doksan beş roman yayımlayan Aysu’nun eserlerini türün yeterliliklerine göre inceliyor.
“Cüneyt Ülsever Polisiyelerinde Toplumsal Gerçeklik” başlıklı yazısında Ejder Çelik Ülsever’in okurun toplumsal gerçekten yabancılaşmasını engellemek üzere suç ve gizem unsurlarından kısmen kaçındığını ileri sürüyor; suçun nasıl betimlendiğini, başkahramanların niteliklerini, suç ile toplumsal çevre arasındaki ilişkiyi inceliyor.
Mehmet Özkan Şüküran, Türkiye’de polisiye türünün en çok kazanan yazarı Ahmet Ümit’in niteliğe dair çabasını, türün belirgin izleklerine göre ne derece farklılaştığını “Aşındırma Denemeleri” başlıklı yazısında tartışıyor.
İncilay Cangöz haberlerde felaketleri izleyen seyircinin dizilerle bir rahatlama yaşadığını ileri sürüyor “Polisiye Diziler ve İzleyici Hazları” başlıklı yazısında; ayrıca yerli ve yabancı yapımların suç, şiddet ve toplum ilişkisi bağlamında ideolojik anlamlarını irdeliyor.
Bu ayki Kültür Gündemi’nde Damla Karagöl’ün “Feminizm ve Kuir Hareketin Mutsuz Evliliği” başlıklı yazısına yer veriyoruz.
Kuir hareket içinde beden, cinsiyet ve kimliğe dair yeni tanımlamalar beklenmedik yarılmalar ortaya çıkarıyor. Uzun tarihi boyunca kadın bedeni üzerine inşa edilen ataerkil tahakküme karşı mücadele eden feminist hareket artık bazı mücadele pratikleri yüzünden ayrımcılıkla suçlanıyor. Biyolojik cinsiyetlerin atanmış, cinsiyet kimliklerinin ise doğuştan gelen hisle kişisel özdeşleşme olduğunu öne süren yeni trans-aktivistlerin hedefinde bu görüşe itiraz eden −“trans dışlayıcı radikal feministler” diye niteledikleri− feministler var. Söz konusu grup ise dışlayıcı olduğunu kabul etmeyerek kendilerine “toplumsal cinsiyet eleştirisi yapan feministler” diyor. Özün, inşanın ve beden politikasının tersine çevrildiği bu yeni matriste, trajik biçimde, aralarında çok az politik mesafe bulunan iki grup arasında kazananı olmayan bir savaş veriliyor.
Karagöl, feminist bir bilim insanı, moleküler biyolog kimliğiyle bu tartışmaya dahil oluyor ve kuir kuramı farklı katmanlarda ele alıp irdeliyor.
İleride farklı görüşlerden yazılara da yer vererek meselenin daha geniş kapsamda tartışılmasına katkıda bulunmayı umuyoruz.