Sous les pavés, la plage! / Kaldırım taşlarının altında kumsal var!
(68 Hareketi protestolarından bir slogan.)
Herbert Marcuse’un yapmış olduğu “tek boyutlu insan” tanımlaması 21. yy insanını ve toplumunu, davranışlarını ve alışkanlıklarını anlamlandırmak açısından oldukça önemli. Marcuse’a göre insanlar, medya aracılığı ile suni ihtiyaçlara boğulur ve tüketime yönlendirilir. Bu tüketim alışkanlıkları öyle boyutlara ulaşmıştır ki günümüzde insanlar kimliklerini dahi tüketim nesneleri üzerinden inşa eder hale gelirler. Marcuse burada kitle kültürü kavramının içerisine yalnızca üretilen nesneleri değil zaman, mekan, yeme-içme gibi kavramları da ekler ve gündelik hayattaki tüm bu eylemlerin metalaştığını ve standartlaştığını öne sürer. Buna göre tüketim odaklı düşünce ve davranış kalıpları geliştirilir ve tüketim bir denetim aracı haline gelmiştir. Bu yazının amacı da işte bu tüketim alışkanlıkları üzerinden mekanın dönüşümü ve gündelik yaşam pratiklerinin ilişkisi ve medyanın bu bağlamdaki konumunun ne olduğunu irdelemektir. Zira kapitalizm kendi bünyesinde barındırdığı krizleri aşmak için sürekli değişim ve gelişim göstermek zorundadır ve bu süreç mekanın dönüşümüne de neden olur. Kapitalizm büyüme biçimini tanımlarken “mekanı işgal ederek ve üreterek” der Lefebvre. Kentsel mekanlar sınıflı toplum yapısının getirdiği çatışmalar ve üretim-tüketim döngüsü bağlamında başat öneme sahiptir. Lefebvre’nin çalışmalarında aktardığı gibi mekan, kapitalist toplumsal ilişkilerin hem sonucu hem de yaratıcısıdır. Eşitsizliği, tahakkümü yeniden üretir ve bu süreçte kendisi de üretilir. Gündelik hayat nasıl sıradanlığın, alışkanlıkların zeminiyse kent de gündelik hayatın zeminidir.Kentin tüketilmesi dışında son yıllarda artan sokak hareketleri ve farklı coğrafyalarda ortaya çıkan direnişler de bu yazı kapsamında kentsel mekanların konu edilmesini önemli hale getirmiştir.
Tarihsel sürece baktığımızda sanayileşme ile beraber üretim ve dolayısıyla işçiler kentlere kayınca, kent mekanları üretimin ve sermaye birikiminin merkezi haline gelmiş oldu. Ayrıca kentler işçi sınıfı için yığılmalara neden olmasıyla beraber örgütlenme olanağının da artmasını sağladı. Diğer yandan kentler artık yalnızca üretimin değil tüketimin de merkezi haline geldi. Hatta artık kentsel mekanların kendisi gündelik pratiklerimiz bağlamında tüketim nesneleri haline geldiği söylenebilir. İşçi sınıfının yığıldığı hatta Türkiye için konuşacak olursak kırdan yoğun göçlerin yaşandığı kentlerin yine de herkese kapılarını tam anlamıyla açtığı söylenemez. Aynı kentin içinde görünmeyen sınırlarla belirlenmiş yoksulların ve zenginlerin farklı yaşam alanları, gündelik hayat pratikleri, mekanların bireylerdeki kimlik inşasında önemli rol oynadığının kanıtı niteliğindedir. Hatta şu an ismini hatırlamadığım bir gazetede Kadıköy’e açılan Marmaray durağıyla ilgili o dönem oldukça tartışma yaratmış bir yazı okumuştum. Yazıda görece “kentlileşememiş” insanların yaşadığı sosyo-ekonomik düzeyi düşük semtlerden Kadıköy’e ulaşımın kolaylaşması nedeniyle Kadıköy’deki atmosferin, görece fazla denilebilecek politik farkındalığın bozulacağı yönünde bir endişe söz konusuydu. Bu nedenle direnişlerde ortak talep haline gelen kent hakkı talebi artık yalnızca iktidara yönelik değil üstenci gruplara yönelik de ileri sürülmesi gerekiyor. Zira bir kenti tüketmek (!) konusunda kimin hak sahibi olduğu tartışmanın ucu yine her birimizin gündelik pratiklerine dokunuyor. Kente sahip olma meseli esasında yeni bir konu değil. Tarihe baktığımızda 68 Hareketleri kente dair söz söyleme hakkı ve katılımcı süreçlerle politik güç elde etme, kültürel kimlikleri gündelik hayatta yansıtabilme ve var olan mekansal düzenin neden olduğu sosyo-mekansal ayrışmaya karşı anti-kapitalist bir duruş üzerinden kendisini var etmiştir.
Burada Lefebvre’nin dile getirdiği “kent hakkı” kavramı oldukça önemli. Bu kavram iktidarın kentler üzerindeki mekansal organizasyonuna karşı üretilen söylemi tanımlamaktadır. Çünkü iktidar mekansal organizasyon ile toplumu da organize etmektedir. Kent hakkı “bir haykırış ve bir talep” olarak düşünülebilir Lefebvre için. Bu bağlamda kapitalist sistemin ürettiği kente dair söz hakkının gündelik pratikleri ile kentte var olan bütün insanlara ait olduğu vurgulanmaktadır.
Kent kavramının sınırlarını çizecek olursak kentin gündelik hayattaki yeri bağlamında pencereden baktığın yerdir, evden çıktığında adımı attığın yerdir, aidiyet hissettiğin, duygusal ilişkiler kurduğun mekanlardır. Türkiye’de inşaattır kent ve devamlı yıkım, yeniden yapım, asla tamamlanamama, gürültü ve tozdur, tıpkı ülkenin prototipi gibi. Parktır, sinemadır, okuldur, ezberlediğin yoldur. Kent birlikte yaşamak, ötekine “maruz” kalmaktır. Kent doğanın üstüne inşa edilendir. Reklam panoları, billboardlar, avmlerle işgal edilendir. Duvar yazıları da karşı saldırı olarak nitelendirilebilir. Kent, “kentsel dönüşümdür”.
Kentsel mekanların sistem içinde rolü ve gündelik pratikler bağlamında önemi dışında bir de konunun medya boyutu söz konusu. Örneğin sosyal medya bir şehir pazarlama alanıdır. Kentsel mekanların beğeniye sunulduğu yerdir ve bu anlamda kent ve medya ilişkisi giderek iç içe geçmektedir. Yeni medya kent için “İsviçre olsa beğenirdiniz ama burası Çorum ”dur. Kentin kıyas için sunulduğu yerdir. Twitter’da kentsel mekanlarını sergileyen belediyeler için yeni medya, kentin dışarıya açılan yüzüdür. Fakat kent ve medya ilişkisi kentin yalnızca tüketim nesnesi haline gelmesinden ve pazarlanmasından ibaret değil. Medya aynı zamanda kentin savunulduğu bir zemin işlevi de görmektedir. Yukarıda bahsettiğimiz kent hakkı için ileri sürülen taleplerin büyük oranda dile getirildiği alan sosyal medyadır. Ülkemizde de yaşanan sokak hareketleri bağlamında düşünecek olursak direniş için sokağa, kent meydanına çıkılır fakat direniş çağrısı yine sosyal medya üzerinden yapılır. Esasen çoğu zaman kent hakkı için ilk hareket sosyal medya üzerinden yapılır. Direniş sırasında da sokaklara dağılmış bir kitlenin bir araya toplanmasını ya da belirli bir hedefe yönelmesini mümkün kılan yine sosyal medyadır. Eleştirilerin aksine dijital aktivizm, sosyal medyada dile getirilen muhalif söylemler sokak hareketlerini ortadan kaldırmaz tam tersine toplanmayı, iletişimi ve diğerlerini direnişten haberdar etmeyi mümkün kılar.
Gündelik hayat pratiklerimiz hem kentleri dönüştürüyor hem de kent tarafından dönüştürülüyor. Bireyler çoğu zaman gündelik hayat koşuşturmacasında kentin farkına bile varmıyorlar tıpkı gündelik hayatın kendisinin farkına varılmadığı gibi. Öte yandan kent üretim ve tüketim merkezi olmasının dışında kendisi de pazarlanan bir nesne haline gelmiş durumda. Kendi içerisinde sınıfları, yasakları, zengin ve yoksulların ayrı ayrı yaşam alanlarını çok kimlikli, çok kültürlü metropoller zenginlik ve çelişkiyi barındırıyor. Ancak yine aynı kentler direnişlere, sokak hareketlerine, Sarı Yeleklilere, kadın cinayetlerine tepki için adalet sarayını yakan Arjantinli kadınlara, Boğaziçililere, Gezi parkını savunanlara, madenci eylemlerine, işçi grevlerine ve daha pek çoğuna ev sahipliği yapıyor. İktidar tarafından işgal edilen kentler, meydanlarındaki direnişlerle savunuluyor ve kent hakkı talebi ışıltılı kentlerin gecekondularından yükseliyor. Unutulmaması gereken noktada kent meydanına giden yolun medyadan geçtiği. Sosyal medya taleplerin bir araya toplanmasına ve yüz yüze gelmesine olanak sağlıyor. Diğer yandan medya, evdekini sokakta olandan haberdar ediyor. Sonuç olarak gündelik hayat alışkanlıklarımız içerisinde her gün gördüğümüz sokaklar, binalar, inşaatlar, kafeler, meydanlar bir süre sonra görünmez olur çünkü onları görmek de sıradanlaşır ancak kent, gündeliğimizi inşa ettiğimiz bir zemin olarak tüm çelişkileriyle beraber her zaman orada bulunur. Sesini duyurmak isteyenin koştuğu daimi alandır, hepimizindir. Medyayı, özellikle sosyal medyayı da toplumun taleplerini dile getirmek için bir araya gelmesini sağlayan araç olarak ifade etmek yanlış olmayacaktır. Kentlerdeki üretim-tüketim zincirini dönüştürmek de gündelik hayat pratiklerimizdeki dönüşüm ile mümkün.
Kaynaklar:
Kapitalizm, Kentsel Muhalefet, Kent Mekanı ve Üretimi: Tarihsel Bir Okuma – Pınar Çobanyılmaz Öztürk
Kentsel Mekanda Ayrışmanın Gündelik Hayata Ve Kişisel Sanat Pratiğine Etkisi – Esma Burcu Havası