“Aşk acısı bir nesne gerektirir. Sevilen varlık ulaşılmaz olur; yasaktır, ortadan kaybolmuştur, reddeder. Kaybın nedenleri ne olursa olsun, yok olmuş aşk nesnesi kedere yol açar.”
Aşk, derinlikli bir arzu olarak, imkansızlık halinde en acı duruma yol açan hallere karşılık gelir. Ne kadar mekanik ve mantıksal havaya bürünürseniz bürünün, hayatın bir diliminde sizi sarıp sarmalayan bu duygu ile tüm mekan/zaman kavramlarını anlamsızlaştıran bir durumla karşılaşırsınız. Çaresi de yoktur. Ötekine o derece bir bağlılık, hiç bir medikal çare, ilaç sunulmasına dahi imkan vermez. Belki denk bir acı, tam anlamıyla sevdiğinizin ölümle yitimi olabilir. Onun da yoktur belki de çaresi, şayet aşk acısından tükenmezseniz tabi, o da zamandır.
Freudcu Psikanaliz Derneği üyesi bir psikiyatrist ve aynı zamanda 19. Yüzyıl Fransız Edebiyat uzmanı olan Patrick Avrane tarafından kaleme alınan, çevirisi Şule Çiltaş tarafından yapılıp Türkiye İş Bankası Yayınları tarafından yayımlanan “Aşk Acıları” kitabı, aşkın tarihsel boyutunu, yazarın edebi bilgileri ve hatta kimi mitolojik karakterlerin analizi ile modern dönem karşılaştırmasını bir bütün olarak ele alma yöntemini benimsemiş. Çeşitli nedenlere bağlanabilir aşk acısını yazar temyizi olmayan bir ceza gibi gördüğünü belirtiyor. Ceza davası bakımından sanık sıfatındaysanız suçlamayı kabul etmezsiniz, ne var ki, ceza tertip edilmiş ve derhal infaza başlanmıştır. Ötekine duyduğunuz o derin arzu, çeşitli nedenlerle reddedilebilir. Size herhangi bir manevra alanı artık bırakılmaz. Kime danışsanız, sorsanız aynı o umarsız ve boş teselli sözlere maruz kalırsınız. Ceza alan ve temyiz hakkı olmayan için cezaevindeki koşullar ve sevdiklerden uzak kalma hali nasıl bir his ise, aşkın gadrine uğrayan maşuk için de durum aynıdır. Yazar, aşk acısı çeken kişileri farklı boyutları ile ele almış. Kimi bu sorunu dillendirip bir nevi Yunan katharsisine benzer sağaltım imkanı bulurken, kimileri de ölümün o sessiz karanlığında kaybolmuşlardır. Ama ne türden olursa olsun aşk acısı kişiyi olgunlaştırır ve bir süre sonra da kahraman hale getirir. Yazar aşk acısı mağdurlarına işte bu mercekten bakmakta. Bunu yaparken de uzmanlık alanı olan psikanaliz kuramcısı Sigmund Freud‘dan sıklıkla yararlanmakta.
Oidipus kompleksinden, kitaptaki “Myrrha” hikayesine değin tüm bu ele alınanlar Freud bağlamında değerlendirmeye tabi kılınmış. Freud’un aşk acısı kahramanlarında pasif özneler hep erkeklerdir. Temel başat karakter ise kadınlardır. Gençliklerinde hayran olunan, olgunluklarında sevilen kadınlar aşk nesnesi olmakla yetinirler. Çocukluk çağını geride bıraktıklarında ise, özellikle güzelliğe doğru bir gelişme durumunda, kadının kendi kendine yettiği bir durum ortaya çıkar. Freud’un bu şemasında kadın narsistlik boyutunda irdelenmiş, erkek ise ona göre yine sevgi nesnesi için narsizminden feragat etmiş, tutkusu ise bu nesnenin gözle görünür derecede abartılmasının sonucundan başka bir şey olamamıştır. Yani narsist ben ideali, başkası için öldürülmüştür. Tıpkı kitapta sıklıkla ele alınan ve döneminde gençleri intihara teşvikle suçlanan Alman romantik yazar Goethe’nin “Genç Werther’in Acıları” kitabında acılı öznenin serzenişleri gibi. Acıda özne, ötekine, artık yitirilmiş olan nesnenin ötesinde yönelmeye devam eder. Zira ister gürültülü patırtılı, ister hıçkıyarak ağlamalı, haykırmalı, sert ya da dilsiz olsun, acı burada asla sessiz değildir.
Aşk acısına ilişkin kitaptaki ilginç bilgilerden birisi de olayın tarihsel evrimini ele alan yaklaşımdadır. Gerçektende “Genç Werther’in Acıları”ndaki gibi Goethe’nin romantik hali, antik Yunan dünyasında görülmez. Aşk, tıpkı üretim biçimleri gibi şekilden şekile girmekte, acının rengi de, tıpkı Foucault’un akıl hastaları gibi dönemin minör iktidarlarınca farklı bir konuma sokulabilmektedir. Aşk algısı ve acı hali dönem ve mekan itibariyle farklılık arz edebilmektedir. Bu bazen endrüstri toplumunda insani bir boyuta da ulaşabilmekte. Örneğin kitabın başında öğreniyoruz ki, bir Japon firması aşk acısı yaşayan çalışanlarına üç gün izin vermektedir. Ancak bu tüm kapitalist ülkelerin benzer uygulamaları yaptığını göstermiyor. Yazarın ülkesi olan Fransa’da Sağlık Sigortasının saydığı iş bırakma nedenleri arasında örneğin aşk acısı bulunmamakta. Kitapta “yalnız kalma yeteneği”, “esneklik” ve “sezgi”, “baba figürü ile başa çıkmak” gibi başlıklarla Lacan’dan esinlenme kimi psikanaliz kuramlardan hareketle aşığın acısına dair metodlarla, kimi edebi göndermeler de yer almakta. Ötekinin gizemi, onda kendini bulma sıklıkla tekrarlanmakta eserde, “…böylelikle bir taraftan aşık, sevgilisine ideal bir imge takdim eder; sahip olmadığını sunar. Diğer taraftan, sevilen varlık aynı zamanda idealize edilmiş bir kişidir. Aşk nesnesi, sevilen kadın ya da erkek, seven erkek ya da kadın tarafından üretilen ideal tipe uygun olması ölçüsünde sevgilidir. Daha doğrusu, sevdalının tutkusunu depreştiren, onu büyüleyen şey ötekinde keşfettiği kusursuzluk boyutudur.” Sevdiğiniz ama söyleyemediğiniz kişinin her halini bilirsiniz, mesela telefon numarası ezberinizdedir, nelerden hoşlandığını yüzüne bile söylersiniz, ancak kendisine sunulacak bir sevgi teklifinin reddi, bu idealizmin yarıda kalmasına neden olur. Bir bilinmezlik girdabında sürekli sorgu dönemini yaşarsınız. “Şayet evlenseydik mutlu olacaktık!” sayıklamaları, Cemal Süreya şiirindeki gibi “yaşlanıp öyle kolkola yürüyelim mi, ne güzel yaşlanırsın sen” hayalleri arasında sürekli bu sorularla uykusu bölünecektir. Bir daha görememe, kokusunu alamama, tüm benliğindeki tüm imgeleri bir daha algılayamama ihtimali içini kemirir.
“…Aşk acısı egemen olur. Hayal kırıklığına uğramış, yaslı ya da küçümsenen aşık, yalnızlığın pençesindedir. Ağlar ya da hüzün içinde kuyruğu dik tutar, şikayet eder ya da sessizliğe gömülür; her durumda acı, içinde yankılanmaya devam eder.”
Ancak idealize edilmiş ötekinin, aslında ideal olmayan bir halinin afişe olması, yani ötekinin gizeminin yitimi, aşkın da tükenmesidir. Halbuki, acı, ötekinin kapısını da açar. Acı halinde kitapta da oldukça sağlıklı ele alındığı gibi kişi kendisini tanımaya başlar. Ancak acı yaşanacak diye aşkın ötelenmesi de sağlıklı sonuç vermez. Aşk, çünkü hiç bitmez. Louis Aragon’un dediği gibi belki de mutlu aşk hiç yoktur. İster terk edilsin, ister reddedilsin, hatta hiç söylenmesin, Orhan Veli’nin “Anlatamıyorumunda”ki gibi acı hep yanı başındadır:
“Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda; Dokunabilir misiniz; Gözyaşlarıma, ellerinizle? Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu Bu derde düşmeden önce. Herşeyi söylemek mümkün; Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; Anlatamıyorum…”
Acı çekenlere, bağırmak isteyenlere, anlatamayanlara, sesini duyuramayanlara bu kitap vesilesiyle, sevgiyle…

- Aşk Acıları – Patrick Avrane
- Türkiye İş Bankası Yayınları
- 136 sayfa
- Çeviri: Şule Çiltaş