Yaratma Cesareti eserinde Rollo May, yaratıcılığın içeriden gelen, ölçülemez, açıklanamaz bir şey olduğunu söyler. Yani yaratıcılık bir bağlamda içe bakışımız, kendimizle yüz yüze gelmemiz sonucu ortaya çıkar. Bunu kanıtlayan bir diğer durum da yaratıcılığın ortaya çıkmadığı/çıkamadığı durumlarda -ki buna dikeyleşememek de diyebiliriz- rahatsızlık vermesidir. İçtepimizin böylesine yoğun olduğu anlarda ortaya çıkan yaratıcılık çoğu zaman yaratmadan önce bir yıkıma gereksinim duyar. Bizler günlük hayatımızı ise bu yıkımdan uzak, yatay düzlemde yaşarız ve tüm rutinlerimiz burada gerçekleşir. İnsanlar bir noktada yataylığın sıradanlığına ihtiyaç duyar ancak var olabilmek yataylıktan çıkabilmekle mümkündür. Kimliksiz yığınlar haline dönüştüğümüz yatay düzlemden sıyrıldıkça, eşyanın iç hakikatine ve kendi benliğimize erişebiliriz. Yaratıcılık da varlığını dikeyleşebildiğimiz oranda gösterir, gizlendiği yerden çıkar. Yeni bir şey yaratma; yaşama katılmadır diyor May, yaşadıkça bilinçaltımızda yaratacak malzeme üretiyor ve yarattıkça da yaşantıya katılıyoruz. Var olabilmek, kendimizi birer birey olarak gerçekleştirebilmek için yaratıcılığın çoğu zaman rahatsız edici olan uyarılarına kulak vermemiz gerekiyor. Rollo May, “yaratıcılık Prometheus’ un her gece yeniden büyüyen ciğeridir, bir kartal tarafından parçalanması kaçınılmaz olan” der, onun zincire vurulmuş bedenini de yatay düzlemdeki hayatlarımız olarak düşünebiliriz. Ona mana katabilmek, sıradan olanda estetiği görebilmekse ancak yaratıcılık ile mümkün.
Yaratıcılık anlarını birer vecd hali olarak kabul ederiz. Her zaman geçtiğimiz sokakta o an, diğer günlerden farklı bir şey görüyorsak bu yeterince yoğunluğa ulaşmış duygulanımların bir sonucudur.
Evlerimizde geçirdiğimiz sürenin arttığı şu günlerdeyse insanlar yaratıcılıktan çok “sıkıntıdan” söz eder oldu. “Sokak, insanı insana, dünyayı dünyaya açar; ev ise insanı kendi içine, kendi mağarasına” diyor Cengiz Çakmak. Evlerimizi bir vecd haline kavuşmak için gereken mekan olarak görmemiz için hiçbir engel yok. Oysa insanlar sıkılmaktan korkuyor ve sürekli meşgale arayışına girmiş durumda. Sıkılmak, beraberinde kendimize dönmeyi ve sorgulamayı getirir. Tek yapmamız gereken can sıkıntısını kurtulmamız gereken bir duygu olarak görmeyi bırakmak ve onu kelimelerle, notalarla ya da sessizlikle beslemeye çalışmaktır. Çağımızın insanı ise işte sıkılıp boş zaman dileyen ve boş zamanında yapacak bir şey bulamayıp tekrar sıkılan tinsiz birer et parçasına dönüşmüş durumda. Yer Değiştiren Gölge kitabındaki Taşra Sıkıntısı adlı denemesinde şöyle özetliyor Nurdan Gürbilek “taşrada her gün yaşanan, şehirlilerinse en çok pazar öğleden sonralarından tanıyacağı bir sıkıntı..” Bense bu sıkıntının artık metropollerde de yalnızca pazar öğleden sonraları değil günün her saati hissedildiğini düşünüyorum.
Oysa yatay düzlemdeki gürültüden sesini duyamadığımız yaratıcılığımızı dinlemek için doğru zamanlardan geçiyoruz. Önemli olan ruhumuzu aç bırakmamak. Mekanların yaratıcılık üzerine etkisi çok açık ancak bunun için “gitmek, evden çıkmak” gerektiğini düşünmek gereksiz bir kaygıyı beraberinde getirecektir.
Türk edebiyatında da taşra sıkıntısı birçok eserin de temasını oluşturur. Kahramanlar her gün aynı saatte aynı işi yapar, bunu yıllarca tekrarlar, benimser ancak bundan sıkıldığını farkına varması için bazı anlara, düzeni bozacak zorunlu değişimlere ya da kişilere ihtiyaç duyabilir. Sıkıldıkça taşraya sığamaz olur ancak bunu değiştirmek için herhangi bir hamlede bulunmaz çünkü kendisi de halihazırda o taşranın bir öznesidir. Sıkıntıyla beraber kendisine yabancılaşır ve hayatı değiştirip dönüştürme potansiyelini kullanamaz. Günümüzdeyse insanın içine işleyen ve paralize eden taşra sıkıntısını yaşamak için taşrada olmaya gereken yok. Apartman dairelerinde kendimize birer taşra yaratıp sıkılıyoruz, sıkıldıkça şikayet ediyor ve asla harekete geçmiyoruz. Tek çarenin evden çıkıp başka bir yere “gitmek” olduğuna kendimizi inandırmış durumdayız. Belki de yapmamız gereken tek şey can sıkıntımızı beslemek, yaratıcılığımızın sesine kulak verip gitmek; kendi içimize.