MSM Tiyatro ve İstanbul Üniversitesi Dramaturji bölümlerinden mezuniyetleri olan Zeynep Kaçar’ı çoğumuz televizyon dizilerinden tanıyoruz. Çılgın Bediş’in Ayşegül’ü desem benim gibi hatırlayanlar olacaktır hemen. Tiyatro oyunlarından yönetmenlik geçmişini de biliyorduk. Bunların yanında 2000-2007 yılları arasında tanıtım ve eleştiri yazıları Radikal kitap eki, Varlık dergisi ve çeşitli web sitelerinde yayımlanmıştı. 2017 Ocak ayında ise Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan Kabuk ile yazarlığa merhaba dedi Kaçar.
Olimpos’a doğru yaptığım otobüs yolcuğunda bana eşlik eden Kabuk’a dair Zeynep Kaçar ile söyleştik.
Öncelikle tebrik ederim. Tiyatro oyunculuğunuzun yanında Kabuk romanınızla Türk romancılığına merhaba dediniz. Kabuk, kendini nasıl doğurdu bu süreçte?
2000 yılından beri oyun yazıyorum. Tiyatro metninde tek bir temel cümleniz olması gerekir. Yoksa dağılır metin. Bir yere varmaz. Birkaç küçük yan konunuz olabilir ama aslolan ne demek istiyorsanız açıklıkla onu söyleyebilmektir. Sadece diyaloglardan yararlanarak sahnelenmek üzere bir metin yazarsınız. Bu yüzden neredeyse teknik bir metin yazmış olursunuz. Öte yandan oyunlarımın tamamı sosyolojik bakış açısıyla kaleme alındı. Böyle olunca daha özgür bir alanda yazma hevesi doğuyor. Romanı yazdığım dönem epey boş vaktim vardı. Söyleyecek sözüm birikmişti. Derine inen ve beni özgür kılacak bir biçime ihtiyacım vardı. Roman bütün bu ihtiyaçların ve isteklerin bir araya gelmesiyle yazıldı diyebilirim. Psikolojik bir dünya, diyalog dışı bir anlatım dili, geniş bir anlatım alanı. Kabuk bana yazıda hiç bilmediğim bir özgürlük sundu.

Zeynep Kaçar
Sabiha, Sezin ve Füsun… Kitapta sıradan olmayan bir ailenin üç farklı kuşağının hikâyelerini okuyoruz bir anlamda. Bir aileyi, bu ailenin kadınlarını, mutsuzluklarını bir nevi kadın hallerini toplumcu ve feminist bir bakış açısıyla ele alıyorsunuz. Böyle bir roman yazma eğiliminizde tiyatro oyunlarınızın etkisi oldu mu acaba?
Ne yazarsam yazayım, kadın merkezli bakış açısından besleniyorum. Şiir ya da öykü yazabilseydim yine kadını anlatırdım. Ben bir kadınım ve dünya kadınlar için dar, zor. Hep yenik başlanan bir hikâye. Ancak mücadele edebilenler kendilerini var edebilirler, teslim olmak neredeyse bir hayat yaşamamak demek bana göre. Sözüm bu. Kadın. Ama yazıda sözümü estetize etme gayreti içindeyim elbette. Bağırmanın da bir sanatı olmalı. Çünkü çığlık çığlığa ve alenen bağıran bir kadını susturmaya herkesin hazır olduğu bir dünya burası.
Kız çocukları, gençlik dönemleri, kadınlar, kadınlarımız… Kitaptaki kadın karakterlerden Sabiha’nın güzellik, Sezin’in intihar, Füsun’un ise kilo takıntısının psikolojik hallerini görüyoruz. Temelinde aile denilen kavramla ne kadar kabuğumuzdan sıyrılabilirdik sizce?
Aile bizi hem koruyan hem çürüten yer. Cinsiyet rollerinin en keskin olduğu yer. Sen erkeksin, görevlerin ve hakların bunlar. Sen kadınsın, görevlerin ve sınırların bunlar. Çocukların zaten neredeyse hiç söz hakkı yok. Özellikle de kız çocuklarının. Hep bir kurallar zinciri, hep bir alan ve sınır belirleme hali. Korunup kollandığınız kadar sömürülüp yok sayıldığımız yer. Tartışılacak konu çok aile üzerine. Ben kadından bakarak aileyi tartıştım. Erkeklerin neredeyse hiç olmadığı, kadın kadına bir aile. Birbirini kollayan, yok sayan, unutan, birbirine destek olan kadınların ailesi. Hem birbirlerini zehirleyip hem birbirlerine ilaç oldukları bir akrabalık ilişkisi Kabuk’ta anlattığım. Benim de bir cevabım yok aslında. Her ailenin kendine özgü bir hikayesi var ve her ailede insan kendine özgü bir çıkış bulmalı belki.
Kitabın kapağındaki matruşkalar dikkatimizi çekiyor. Aile ortamını bir kabuğa benzetirsek bu kabuktan çıkmak ya da çıkamamak mıdır aslen yaşadığımız sancı?
Bir ölçüde genetik ve öğrenilmiş mirastan bahsetmeye çalıştım romanda. Çaresizliği, mücadeleyi, yol yordam bulmayı biz, bizden büyük kadınlara bakarak öğreniyoruz. Sabiha’nın çaresizliği, akıl karışıklığı Sezin’in hayatını etkiliyor, Sezin’in acısı, umutsuzluğu Füsun’un hayatının sınırlarını çiziyor. Füsun ailenin tüm kadınlarının ortak sonucu. Ailesinin ürettiği bir hayat onunki. O da kendi yolunu bulmak zorunda.
Aile denilen kabuktan çıkmak ayrı bir macera, çıkmamak bambaşka bir macera. Evet her ikisi de sancılı. Ütopik bakarsak, aile hiç olmasaydı ne olurdu? Önce cevabı bilmek gerek. Ama şimdilik, aileden uzak dursak da, içinde kalsak da o çok kuvvetli etkisinden kaçışımız yok.
Romanın taslak durumundan basım sürecine kadar neler yaşandı?
Türkiye’de tiyatro metni basan tek yayınevi Mitos Boyut. Oyunlarımı yayınevine teslim ettikten on beş gün sonra kitap olarak karşıma çıkıyor. Bu sürece alışkındım ve tek bildiğim yayın süreci de buydu. Neyse ki kendimle kolayca dalga geçebiliyorum. Çünkü roman basımı epey uzun bir süreçmiş. Sel Yayınevine gönderdikten sonra ne kadar bekledim hatırlamıyorum ama aylar aylar geçti. Ses çıkmadıkça umutsuzluğa kapıldım. Sonra birgün basmak istediklerini söylediler. Editörümle üzerine epey çalıştığımız bir yaz döneminden sonra, Ocak 2017’de Kabuk elimdeydi. Sonra yine bir aylık sessiz bir dönem… Ondan sonra tepkiler gelmeye başlayınca ben bir romanın baştan sona hikâyesini anlamaya başladım.

Kabuk / Sel Yayıncılık – Roman
“Hayat gelir ve geçer. Ağır ve karanlık ve yorucu ve uykusuz ve zalimdir hayat. Umduğunla başına gelenler arasında dünyadan güneşe uzanan yol kadar mesafe vardır. Hep mutlu olmayı ummak kocaman bir aptallıktır. İnsan sadece kendi olmalıdır. Kendi denilen şey neyse o. “ Aile ortamında insan ne kadar kendi olabiliyor?
Ebebeynlerimize bakmak lazım. Ne kadar açık görüşlü, vicdanını ne kadar geliştirmiş olduklarına bağlı. Özgür bırakıp, kişiliğimizi oluşturmamızda bize saygı gösterebiliyorlarsa, isteklerimizi gerçekleştirirken destek olabiliyorlarsa, biz de o kadar kendimizi gerçekleştirebilirsiniz. Ama kurallar ve baskı ne kadar artarsa alanımız daralır. Aile bir anlamda faşizmin ana damarı. Emir komuta zinciri, yasaklar, kurallar alanı. Herkesin diğerinin hayatını zindan ettiği yer.
Daha çok kadın temalı tiyatro oyunlarınız oldu. Kabuk’tan sonra yine aile ve kadın karakterlerin ön planda olduğu başka bir roman okuyabilecek miyiz sizden?
Yeni bir roman yazmayı istiyorum. Henüz epey ham bir fikrim var. Onu olgunlaştırıp beslemeye çalışıyorum. Aile konusunu ele alacağımı sanmam ama kahramanımın bir kadın olacağı kesin. Hayat izin verirse altı ay içinde yeniden yazabilirim diye düşünüyorum.
Son olarak, şu an okuduğunuz kitapları öğrenebilir miyiz?
Neyse ki bu soruları tatil döneminde cevaplıyorum. Çok yoğun, yorucu bir kış geçirdim. Ancak yollarda, vapurda kitap okuyabiliyordum. Son on gündür işim neredeyse sadece kitap okumak. Virginie Despentes‘ten King Kong Teori’yi okudum. Oldukça sert bir kitap. Çok kafa açıcı oldu benim için. Ondan önce Zamanın Kısa Tarihi‘ni okudum. Melisa Kesmez‘den Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz yeni bitti. Şimdi de Antoni Casas Ros‘un Enigma adlı romanını okuyorum.
Yoruma kapalıdır.