Siyasal iletişimci ve yazar Ateş İlyas Başsoy ile siyasetin edebiyatla nasıl beslendiği, gerçekliklerin yazılma gücü ve öykülerinin derlenip toplandığı kitabı “Bizsiz Onlar” hakkında konuştuk.
İlk öykü kitabınız Yüksek Volüm’ün yanı sıra siyasi içerikli kitabınız CHP Neden Kazandı AKP Neden Kaybetti ve devam kitaplarını da düşününce bu zamana kadar pek çok kitabınız okurlarıyla buluştu. İzninizle ben o ilk yazmaya karar verdiğiniz zamana geri dönmek isterim. Genç Ateş İlyas Başsoy’u yazmaya iten sebep neydi ve ilhamını nereden buldu?
Murakami’nin “Koşmasaydım Yazamazdım” diye bir kitabı var ya, ben de “Yazmasaydım, koşamazdım”. Bursa’da doğduğum kenar mahallede en az beş kitapçı vardı, şimdi tüm Bursa’da o kadar kitapçı olmayabilir. Ben çocukken bir Jack London kitabı okumak, sinema filmi izlemek gibiydi. Çocuklar için yazılmış harika romanlar vardı. Şu anda da var ama ipad’de balon patlatma oyunu mu, yoksa Mark Twain mi dense hangi çocuk kitabı seçer? Eskiden okur olmak kolay, yazar olmak zordu, şimdi tam tersi. Okumadan yazan insanlarla dolu çevremiz. Hatır gönül ilişkileriyle okuma bilmeyen yazarlar tarafından yazılmış kitaplar basılıyor. Evlerdeki kütüphanelere bakın, yıpranmamış kitaplarla doludur. Alındığı gibi rafa yerleştirilip orada unutulan o kadar çok kitap var ki artık. Kısaca, çocukken beni yazmaya iten dönemin koşullarıydı öncelikle.
Çok sevdiğim bir soruyu sizin için biraz değiştirerek sormak istiyorum. Son zamanlarda masa kelimesi bende hep yuvarlak masaları hatırlatsa dilediğiniz gibi bir masa düşünün ve bu masada oturmasını istediğiniz edebiyatçı veya konuşabileceğiniz siyasetçileri… Kimlerle o masada oturup sohbet etmek isterdiniz?
Milan Kundera ile aynı masada oturmak isterim. Onun kurgusal bir öyküyü anlatırken bir anda okurla sohbet etmeye başlamasını çok seviyorum. Henry Miller, Upton Sinclair, David Lodge ve Ursula K. Le Guin’in olduğu bir masadan kalkasım gelmez. Ama yan masada Orhan Veli, Sait Faik, Haldun Taner, bir de rakı varsa bu sadakatim bitebilir. Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Orhan Kemal olan bir masaya garson olarak dahil olsam bayram ederim. Siyasetçileri boş ver.
Yazarlığınızın yanında adınızdan “siyasal iletişimci” olarak bahsedildiğini biliyoruz. Ben bu iki mesleğinizin de birbiriyle çok iyi anlaştığını düşünüyorum. Yaşadığımız dönem öyle bir dönem ki insanlar düşüncelerini söyledikleri vakit cezalandırılıyorlar. Fakat siz konuşmanın yanında öykülerinizde siyaset taşları atıyorsunuz okurlara. Özgürce konuşmaya çekinen bir ülkenin içinde şahit olduklarınızı hiçbir kalıba sokmadan olduğu gibi anlatabilmek, okurlarınızla paylaşabilmek nasıl bir duygu?
Siyasetten arınmış kitaplar hoşuma gitmiyor. Bunu yazan kadın veya adam uzayda mı yaşıyor diye düşünüyorum. Bir sürü laf ebesi, font dekoratörü yazar var, yüz binlerce okurları var. Her satıcıya bir alıcı düşüyor. Bir de kitabın bizzat siyasi olduğu durumlar var. Orhan Pamuk’un Kar’ı böyle bir kitap bence, yazar bu kitapta sinsice siyaset yapar, edebiyatı kendi siyasi ikbali için güzel güzel kullanır ve bana göre en kötü kitabıdır Pamuk’un… Ama aynı yazarın bir de Kafamda Bir Tuhaflık diye kitabı var, bu romanda yazar değil, kahraman siyasetin içindedir. Kafamda Bir Tuhaflık gibi siyasi olan romanları beğeniyorum, yazara siyasi PR yapmaya çalışan romanların tam aksine.
Farklı mecralarda yayımlanmış öykülerinizin toplandığı kitabınız Bizsiz Onlar, 2022 yılında Say Yayınları tarafından çıktı. Çoğunluğa ayak uyduracağım bir gerçek var ki en etkileyici öykünüz Güvercin Patlaması idi. Fakat ben o öykünüzün yanı sıra başlangıç öykünüz olan Çöpçü’yü de çok sevdim. Eksikliğini hissetmediğimiz ama gördüğümüzde eksik olduğunu fark edeceğimiz kelimelere bir çöp benzetmesi yaparak o çöpleri heybesine doldurarak evine dönen bir karakteri anlatıyorsunuz. Toplanan bu kelimeler: devrim, emek, özgürlük, adalet… O öykünüzün üzerinden 7 yıl geçmiş. Bence hala aynı kelimelerin arayışındayız. Bu defa biraz daha toprağın altında kalmış gibi, kazdıkça kazıyoruz ulaşmak için. Peki sizce bu kelimelerin yanına başka kelimeler de eklendi mi?
Bunu başka söyleşilerde de soruyorlar. Son yedi yılda çöplüğe saygı, anlayış, dinleme gibi sözcükleri de attık. İnsan düşmanına bile saygı göstermeli. Savaştığın kişiyi öldürebilirsin ama ona saygısızlık edemezsin. Düşmana gösterilen saygı senin karakterini belirler. Mezar taşları kırıldı, öldürülen kadınların çıplak bedenleri sokağa atıldı bu ülkede. Faşizmi, kibri, cehaleti, hödüklüğü, açgözlülüğü çöpe atmadıkça uygar dünyaya dahil olma şansımız yok.
Sanat Okur ile yaptığınız bir söyleşide size temas eden öykünüzü seçmeniz istendiğinde Adım adlı öykünüzü seçtiğinizi okudum. Benim altını çizdiğim ve çok sevdiğim bir alıntının da sahibi Adım öykünüz: “Sağ serbest, sola bastığın her zaman beni hatırla.” Buna benzer bir kitap okumuştum. Ayfer Tunç’un Suzan Defter’i sol sayfanın bir karaktere sağ sayfanın başka karaktere ait olduğu deneysel bir yazım şekline sahip yapıtıydı. Siz de Adım’da sayfayı ikiye bölerek sol kenarı sevgilisi olan fakat parasızlık çeken bir arkadaşa, sağ kenarı ise maddi durumda arkadaşına destek çıkan, yazar adayı ve sevgilisi olmayan arkadaşa ayırmıştınız. Önce sanki karşılıklı kavga eden iki arkadaşı zihinlerinin içinden izliyormuşuz hissi yarattığınız bu öyküyü sonrasında ikiye bölünmüş bir film karesinde aynı yolda yürürken farklı yönlere dönmelerine rağmen yine de birbirlerine denk gelmişler gibi hissederek bitirmiştim. Bana göre böyle deneysel yazılan öyküler çok ince bir çizgide yürürler. En küçük bir hata tüm bağlamı altüst eder. Sizden duymak isterim: Adım nasıl böyle bir yol seçti? Neden Güvercin Patlaması gibi kendisini karakter karakter anlatmadı da aynı sayfada tartışmayı seçti?
Aynı günü iki arkadaşın bakış açısıyla yaşamak istedim. Bazen arkadaşlarınızla flash back’ler yaparsınız. Beraber yaşadığınız bir günü onun bakış açısıyla anımsayınca, ayrıştığınız uzlaştığınız yerlerde karşınızdakinin aslında bambaşka gerekçeleri olduğunu fark edersiniz. Bu hikâyede o farklı bakışlar tenis topu gibi bir o sütuna, bir bu sütuna gidiyor. Hatta sevgili de bu oyuna giriyor, belki bir sütun da onun için yapmalıydım. Dev kağıtlara basılmış, çok sayıda karakterin aynı anı yaşayıp birbirleriyle etkileşim içinde oldukları bir öykü harika olurdu.
Kitabınızın girişinde bir Elias Canetti alıntısı karşılıyor bizi: “Artık en korkunç olanı yakalayamıyor; en korkunç olan, pençesini gevşetmiş.” Kendisinin çok bilindik bir cümlesi Bizsiz Onlar’ı bitirdiğimde de benim aklımda yankılanmıştı. Duyduklarımızın, gördüklerimizin kendine yer bulduğunda böyle akıllarda yanıp sönmesine hayranlıkla bakıyorum. Bizsiz Onlar kitabınızda kadın cinayetine, kadının bir erkek tarafından aşağılanmasına, şiddete, adalet kelimesi geçmeden insanın kendince birisine cezalar biçme haksızlığına değiniyorsunuz. Yaşayıp geçiyoruz fakat acısı hiç geçmiyor. Hatırladıkça üstünden geçen zaman da üzerimize biniyor. İşte tam o sırada anımsadım Elias Canetti’nin cümlesini: “Tüm acıların suçu, şimdiki zamanın sırtındaydı.” Tüm bu olanları bir öyküde karakterlerin hayatları üzerinden anlatırken isteğiniz bu sırtımızdaki acıların suçunu bizlere de hatırlatmak mıydı?
Adaşım Elias da şimdiki zamanın bir cıva olduğunu çok iyi bilir. Acıların suçu “şimdiki zaman” dediğimiz yakalanmayan, tutulamayan, dolayısıyla tutuklanamayan bir suçlunun üzerinde ve bu nedenle vay halimize.
Son olarak sizi besleyen o kitapları ve yazarları merak eden okurlarınız için sormak istiyorum. Mutlaka okunması gerektiğini düşündüğünüz yazarlar veya spesifik olarak “şu kitap” diyeceğiniz kitaplar var mıdır?
Yüzyıllık Yalnızlık, Geceyarısı Çocukları, Madde 22, Alıklar Birliği, Mülksüzler, Düşünce Balonları, Gülün Adı, Körleşme, Yolda, Petrol, Gazap Üzümleri, Yaşam Başka Yerde… Daha eskilere gitmeden, geçen yüz yıldan kalma, okunması da çok zor olmayan birkaç kült kitap adı vereyim.