Fransız şair ve sanat kuramcısı André Breton’ın (1896-1966) ‘roman’ türünde yazdığı Nadja’yı bir roman gibi okumak zor. Bunun iki nedeni var. İlki, Nadja’nın yarı-otobiyografik bir metin olması buna engel oluyor. Tam olmasa bile otobiyografik özellik kurguda aksamalara yol açıyor. İkinci nedeni ise romanın sürrealist bir eser olması. Yalnız, sürrealizmin en belirgin özelliği zihnimizin bizi koşullandırdığı sebep-sonuç ilişkili kurguya/çerçeveye yer vermeyen bir ‘yapıt’ oluşturmasıdır. Dolayısıyla bu teknik detayın farkındalığıyla okumak gerekiyor. Sürrealist eserlerde mantık ve tutarlılık aranmadığı gibi ideal ve yüce bir anlam kaygısı da beklenmez. Amaç, hayatı zora sokan mevcut anlam bloklarını yıkmaktır. Bir anlamda yapay kurallara, ahlaki normlara, kültürel şablonlara, toplumsal kabullere karşı çıkma deneyidir. Son tahlilde sürrealizm insan üzerindeki kısıtlamaları kaldırmaya çalışır. Gerçeküstücüler özgürlüğe ulaşma yolunun kural koyan her türlü oluşumu reddetmekten geçtiği düşüncesiyle soyut bir düzlemde kuralsızlığı sistematize etmeye çalışır.
Sürrealizmin toplumsal karşılığı realizm, rasyonalizm veya romantizm kadar olamamıştır. Zira zihnin koşullanma eğilimi akıl, mantık ve duyguya uygun olanın daha muteber olduğu yönündedir. İnsan için faydanın ölçütü buradaki muteberlikle doğru orantılıdır. Sürrealizm bu koşullanmanın sorunlu olduğu gerekçesiyle alternatif üretmeye çalışan bir eğilimi vurgular ama hedeflenen etkiyi yakalayamadığı açıktır. Kısacası toplumda yeterli karşılığı olamamıştır. Sürreal bir resmi izleyen/inceleyen karikatürleştirilmiş insan profili bu durumu yansıtan anlamlı bir detaydır. Bu profil sinemada sık sık işlenmiş, edebiyatta da yeri geldikçe köpürtülmüştür. Tablo karşısında iki tip belirir. Biri tabloya değişik açılardan bakarak mantık çerçevesinde anlam üretmeyi dener ve başarılı olamasa da olmuş gibi yapar. Kendisine sahte bir tatmin olma görüntüsü veren bu kişi ‘sanat ve estetikten anlamayan’ sıradan vatandaştır. İkinci kişi salt sanat insanıdır: Özgüvenli bir sükunetle süzdüğü eserde sanatçının ruhunun çığlıklarını duyumsayan bir elitisttir. Eser üzerinden sanatçının bilinçaltına iner ve bildiği bir mekânda geziniyormuş gibi rahat hareket eder. Semboller, simgeler, gizli anlamlar çıkıp çıkıp yanına gelir. Tanık olduğu şey varoluşsal açıdan hayati şeylerin dışa vurumudur. İşin özü ise çağrışımlardır.
Nadja okur için aşağı yukarı yukarıdaki deneyimi yaşatan bir ‘roman’. Başka bir deyişle pek bir şey söylemeyip çok şey çağrıştıran (ya da söyleyen) bir eser. Muhatabını ister istemez ya sıradan bir vatandaş ya da elitist bir sanatsever yapıyor. Kişiye ya çok şey çağrıştırıyor ya da kişi hiçbir şey anlamıyor. Bir anlamda, ‘anlamsızlıktan anlam üretme’ gibi bir durum oluşuyor. Bu yüzden aykırı edebiyata merakı olmayanlar, edebi akımlara ilgi duymayanlar, kafa konforunu bozmak istemeyenler Nadja’yı okuma listelerine eklerken bir kez daha düşünmeli.
Son yılların en başarılı yayınevlerinden biri olduğunu düşündüğüm Jaguar Kitap’ın tekrar yayınladığı eser yüz kırk beş sayfadan oluşuyor. Dili son derece ağır. Bu durum teknik terim, alıntı ve dipnotlardan ziyade sürrealist özelliğinden kaynaklanıyor. André Breton Nadja’da günlük hayatı daha da minimalize ederek detayları bilinçakışı tekniğiyle yazıyor. Bu aşamada parça parça bir sürü görünüm çıkıyor ortaya. Birbirinin devamı olmayan, birbirinden bağımsız ve dolayısıyla birbirine çok da etki etmeyen bir sürü görüntü. Fakat tüm bu görüntüler hayatın içerisinde ve birbirine bağlayan şey total olarak hayatın kendisi oluyor.
Zihnin serbest bırakılarak bilinçaltındakilerin açığa çıkarılması gerektiğini düşünen André Breton’ın özgürlüğü önceleyen varoluşsal bir kimlik arayışı içinde olduğu görülüyor. Zaten yazarlık serüveni de bu doğrultudadır. Rüyalar onun sanat anlayışında önemli bir yer teşkil ediyor. Ayrıca eserlerinde bir dönem kendisinin de uyguladığı psikanalitik yöntemin izlerini sürmek mümkün. André Breton’ın Freudyen bakış açısının etkisinde olduğu anlaşılıyor. Bu bağlamda Nadja için bilinçakışı ve psikanalist yöntemlerin kesiştiği bir eser diyebiliriz. Diğer yandan Breton, psikanalizmin sorunun çözümüne katkı sunarken sorun ürettiğini belirtiyor. Daha açık söylemek gerekirse, soyut düzlemi bile kendi içinde soyutladığı görülüyor.
Nadja’da olay ya da durum hikâyesine yer vermeyen soyut bir anlatım mevcut. Yazar her ne kadar karakter tanımlama, tasvir yapma, hayatı yorumlama gibi girişimlerde bulunuyorsa da metnin omurgasını sembolizm oluşturuyor. Kapılar gerçeküstü bir dünyaya açılıyor. Bu açıdan kendi tutarlılığı içinde felsefi bir tarafının olduğunu söylemek mümkün fakat bu felsefenin felsefi literatürde nereye tekabül ettiği tartışılır. Bunun yanında zaten kendisi bir sanat kuramcısı olan André Breton’dan beklendiği üzere dönemin sanat anlayışına yönelik yoğun eleştiriler var. Sanatla birlikte üzerinde durduğu en önemli konunun özgürlük olduğu görülüyor.
Hemen hemen hiçbir şeyin net olmadığı romanda zaman ve mekân konusu son derece net. André Breton, 1920’lerin Paris’inin sokaklarında gezintiye çıkarıyor okuru. Çok fazla ayrıntıya yer veren Breton’ın gereksizin edebiyatını yaptığını söylemek mümkün. Elbette bu metnin gereksiz olduğunu söylemek değil fakat genelde romandaki ayrıntıların özelde mekân ile ilgili yoğun detayların okuru hissizleştirdiğini düşünüyorum. Buna ek olarak aşırı soyut anlatım okurun odaklanamamasına yol açabiliyor. Dolayısıyla dikkati elden bırakmamak gerekiyor. Kitapta yazarın sanat anlayışını yansıtan epeyce görsel kullanılmış. Metin içinde yapılan değerlendirmenin görseliyle karşılaşmak okur için hoş bir deneyim oluyor. Bu sayede hem yazarın hem de okurun çağrışım dünyası kesişiyor. Nadja, hem sürrealizmi hem de yirminci yüzyılın ilk yarısınındaki sanatsal atmosferi derinlemesine irdelemek isteyen okur için kaçırılmaması gereken bir eser.
- Nadja – André Breton
- Jaguar Kitap – Roman
- 145 sayfa
- Çeviri: İsmet Birkan