Rus bale sanatçısı Vaslav F. Nijinsky (1890 – 1950), genç yaşında üne kavuşmuş, zamanının en büyük dansçısı kabul edilmiş, geçirdiği ağır şizofreniyle sanatından uzaklaşmak zorunda kalmış. “Nijinsky’nin Günlüğü” adıyla okuduğum, dolu dolu üç defterden ibaret denilen notları çok sonraları kızının eşyaları arasında bulunmuş; birçok kaynakta gerçekte dört defter olduğu yazıyor. Türkçe çeviride, 1991’de Gallimard tarafından yayınlanan baskısı temel alınmış ki Ferit Edgü, Nijinski Öyküleri’nin giriş yazısında, Gallimard’dan çıkan “Günlük”ün Nijinsky’nin ailesi tarafından makaslanmış, hatta kuşa çevrilmiş olduğunu belirtiyor. Kısaca, okurken de, oldukça eksik, daha doğrusu eksiltilmiş bir metin olduğu her haliyle hissediliyor.
Seneler önce, Nijinsky’nin yaşam öyküsünden habersizce bir sahaftan aldığım günlüğü ilk birkaç sayfasından sonra okumayı bırakmıştım. Daha sonra karşıma çıkan Ferit Edgü’nün Nijinski Öyküleri’ne ise korkumdan elimi uzatamamıştım. Korktum, evet.
Yıllar sonra, okuyup bitirdikten sonra dahi bana ürkütücü gelenin, “gerçeğin böylesi” olduğunu söyleyebilirim. Nitekim notların bütününde ara ara beliren yalana karşı duyduğu öfke, nefret, gerçekliğe tutkusu, sevgisiyle birlikte, sonunda açıkça yazıyor: “Herkes tüm bu anlattıklarımın hayal ürünü olduğunu düşünecek. Ama şunu belirtmeliyim: Ben gerçek olmayan hiçbir şey yazmam.”* (s. 119)
Defterlerine hızlıca aldığı notlara bazen kitap diyor, bazen günlük. Vaslav F. Nijinsky yazar değil, bir roman kahramanı da değil, yazdıkları kurmaca bir eser olarak okunamaz. Yaşadığı dönemde oldukça ünlenmiş, dâhi addedilen, kendisini sahnede izleyen herkesi dansıyla büyüleyen sanatçının yazdıklarını okurken, oldukça düzensiz sıralanmış düşüncelerine rağmen bana alabildiğine berrak, saf bir zihinde yolculuk yapıyormuşum gibi geldi. “Normal”ler tarafından belirlenen aklın belirsiz sınırlarındaki bu yolculuğun başı da yok, sonu da yok. Cümlelerin güzelliğinin bir önemi yok, aksınlar, doğru anlatsınlar, yeter. Cümleler hakikaten hızla akıyorlar, hızlı yazdığını kendisi de belirtiyor, “O [Tanrı] benim kolumu durdurana dek yazacağım.” * (s. 111) diyor. Anlık kesintilerle yükselen, düşen; geçmişe, şimdiye, geleceğe, kaygıya, sevince, hüzne savrulan bu zihin, kendi gücünün bilincinde, akıldan pek yana olmasa da aklın ölümünü istemiyor, sezgilerine, hislerine oldukça güveniyor. Açıklamak, doğru anlatmak ateşiyle yanıyor; ilk sayfadan “konuya açıklama getirmek” için yazdığını belirtiyor. Anlaşılmadığında çok sarsılıyor, kimseyle tartışmak niyetinde ya da birilerini bir şeylere ikna etme çabasında değil, sadece, “insanlık adına, yaşama ve ölüme bir açıklama getirmek için yazıyorum.”* (s. 83) diyor. Kendiliğinden yazıyormuş gibi; düşüncesinin deftere akışına müdahale etmeden, öylesine, içinde ne var ne yoksa, olduğu gibi yazmaya uğraşıyor.
“Benim deliliğim insanlığa karşı duyduğum sevgidir.”* (s.17) diyen, Tanrı’ya ve sevgiye sarsılmaz inancı, keskin algıları, güçlü sezgisiyle “normal” insanların dünyasında yavaş yavaş kaybolan Nijinsky, bütün bir yaşamını üç ya da dört deftere hızlıca döküyor. Çocukluğu, ailesi, sanatı, arkadaşları, ilişkileri, sevgileri, çekinceleri, öfkesi, tutkusu, inancı, doğaya/doğal olana düşkünlüğü; dünyaya ve yaşama dair haklı saptamaları; korkuları, hezeyanları, sanrıları; hepsi gerçek; hepsi bir bütün halinde Nijinsky’nin hakikati.
“Keşke insanlar yaşamımızın kısa olduğunu ve kötü olan her şeyden vazgeçilmesi gerektiğini sonunda anlayabilseler. Yeryüzü boğuluyor. İnsanlar depremlerden korkuyorlar ve Tanrı’ya dua edip bu gibi felaketlerden kendilerini kurtarması için yalvarıyorlar. Oysa ben onları arzuluyorum, çünkü ancak o zaman yeryüzünün soluk alabileceğini biliyorum.”*
Vaslav F. Nijinsky, Bir Kır Tanrısının Öğleden Sonrası’nın ilk gösteriminde, 1912
Ferit Edgü, kendisi de nedenini açıklayamadan, uzunca bir süre Nijinsky’nin yazdıklarını ve hakkında yazılanları ilgiyle izlemiş, dört defterin makaslanmamış halini okuma şansına erişmiş. Nijinski Öyküleri’ne giriş mahiyetinde yazdığı yazıda, bu metinleri yazarken izlediği yolu şöyle açıklıyor:
«Benim izlediğim yol, resim sanatı örneğini devam ettirirsem, diyebilirim ki, merceğimi karşımdaki resmin belli bölgelerine çevirmek oldu. Bu ayrıntıları alıp büyüttüm. Kısacası bir ayrıntı seçip onu çerçevelemekten ve onlara birer ad vermekten başka bir şey yapmadım. Bu nedenle de onlara gerçek sahibinin adını verdim: “Nijinski Öyküleri.”»** (s. 11)
Ferit Edgü’nün Öyküleri’ni, Günlük’ten hemen sonra okuduğumda, gerçekten de özgün metindeki anlamın korunduğunu, hatta yer yer satır aralarının belirginleştiğini söyleyebilirim. Bu bağlamda, Ferit Edgü’nün kaleme aldığı metinleri, sadece bir esinlenme olarak değerlendirmemek gerektiğini düşünüyorum. Ailesi tarafından makaslanan, acımasızca eksiltilen Nijinsky’nin Günlüğü kurmaca bir metin değildi. Hemen ardından okuyunca Edgü’nün Öyküleri de yoğun bir “kurmaca değil” hissiyle kuşatıyor insanı, tâ ki kitabın Olağan Öyküler başlığıyla ayrılmış ikinci bölümüne kadar. Kurmaca burada başlıyor ki zaten yazar en başından, Nijinski’nin anısına, defterlerde yer almayan birkaç metin eklediğini belirtiyor. Ne var ki, ben “gerçeğin böylesi” hissinden kendimi pek çekmek istemedim.
Öyle ya; Nijinsky gerçek olmayan hiçbir şey yazmadı, Ferit Edgü’nün elinde ise sadece bir büyüteç vardı.
2016, Antakya
“Yabancı bir dans topluluğundaki ünlü ve dâhi bir dansçıydı (…), yüzü pastel renkte, bakışları esrik, genç bir deli (…), farklı bir yaşam biçimi ortaya koyan her şey adına ve sanki doğanın buyruğuyla, büyülenip olduğum yerde kaldım –bir kalabalığın içinde kaybolmuş bir kelebek görsem aynen böyle olurdu işte–, onun o doğal, kanatlı, şımarık ve rengârenk zarafetinin havada çizdiği kıvrımları seyre daldım.”*
Marcel Proust
*Nijinsky Vaslav F., Nijinsky’nin Günlüğü, Yapı Kredi Yayınları, Çev. Orçun Türkay, İstanbul, 2006
**Edgü Ferit, Nijinski Öyküleri, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2007