Arşiv Odası’nın bu kaydında, Enis Batur Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kendine dair eleştirilerinden yola çıkarak bizleri farklı konularda düşünmeye sevk ediyor.
30 Temmuz 1995 tarihli Cumhuriyet’te yayımlanan köşe yazısı, Tanpınar’ın iç dünyasına kısa bir yolculuk niteliği taşımakta.
İyi okumalar dileğiyle.
Tanpınar’a Sükût Suikasti
Rilke, bir dönem sekreterliğini yaptığı Rodin’e bakarken, “Ünlü bir insan, hakkındaki yanlış anlaşılmaların toplamıdır” demişti.
Tanpınar’ın durumuna da uyan bir saptama bu. Defterlerine düştüğü notlara bakılırsa, kendisi de farkında durumun: Suut Kemal Yetkin’in ağzından “Kimdir bu Ahmet Hamdi? Ne kadar az eser için bu isme tahammül ediyoruz?” sözleriyle yargılıyor şair kimliğini. Bir adım sonra ekliyor: “Sanatkâr bilmeli ki efkâr-ı umumiye yoktur, daima birkaç yüz kişi vardır. Bu birkaç yüz kişiyi seçmek meselesidir ki asıl hünerdir. Bu birkaç yüz kişi senin ayarında olursa ayağın sağlama basar. Fransız irfanıyla yetişmiş Yahya Kemal’i birkaç dostu hariç, ya hiç Fransızca ve ecnebi dili bilmeyenleri, yahut bilip de en kötü edebiyatın numunesini verenleri seçti. ” Ya kendi doğru seçmiş midir birkaç yüz kişisini? Yanıtı göz kırpmadan verir: “Bana bağlananlar arasında benim cinsimden tek bir insan bulunmaması beni düşündürüyor.”
Tanpınar’a, ölümünden sonra sağ kesimin aydınları da, sol kesimin aydınları da ilgiyle bakmıştır. Mehmet Kaplan’dan Orhan Okay’a bir yakada, Selahattin Hilav’dan Murat Belge’ye bir başka yakada. Yaşıyor olsaydı, bu ilgi, içindeki yalnızlık duygusunu özde azaltmayacaktı diye düşünüyorum: O dönem de, şiiri, şairleri, romanı (Oğuz Atay hariç) romancıları, denemeleri, denemecileri beslemiyordu. 1950 kuşağı şairleri, yazarları, belki de Ataç’ın etkisiyle ‘çok önemli’ bulmuyorlardı Tanpınar’ı: Tahsin Yücel’den, Bilge Karasu’dan, Cemal Süreya’dan onu ‘gözümde büyüttüğüm‘ yollu uyarılar aldığımı anımsıyorum. Ahmet Oktay ve Ece Ayhan’ı saymazsak, bir sonraki kuşakla derinleşti ilgi: Selim İleri, Orhan Pamuk, Oğuz Demiralp, Orhan Koçak, Nurdan Gürbilek, Sefa Kaplan’la.
Kaplan’ın, Okay’ın, Hilav ya da Belge’nin yaklaşımlarında da çoğu zaman yararcılık ağır basmıştır: Tanpınar’ın toplumsal bakışıyla sınırlı, daha doğrusu ona ihale edilmiş bir perspektifle sınırlı bir ilişkidir bu. Tanpınar’ı ne kadar deşifre edebilmişlerdi? Onun şu sözleri bu soruyu doğruluyor: “Türkiye’de her şey politika mücadelesi. Ben ise eserimde Türk politikasını, hakiki Türk politikasını görüyorum. Sağ taraf beni kâfi derecede kendilerinden, kâfi derecede inhisarcı, kâfi derecede cahil görmüyor. Sol bana düşman. Benim kültür seviyemde olanlar ise trenklerde benden iyisini buluyorlar… Hakikat bu ki ben Türkçede yeniyim. Fakat dünyada yeni değilim… Sağcılar yalnız Türkiye, gözü kapalı, ezberde almış ve geçmiş bir Türk tarihi, yalnız iç politika ve propaganda diyor. Sol Türkiye yoktur ve olmasına da lüzum yoktur diyor; yahut benzerini söylüyor. Ben ise dünya içinde, ileriye açık, mazi ile hesabını gören bir Türkiye’nin peşindeyim. İşte memleket içindeki vaziyetim. “
Tanpınar’ın konumu mu bir tek, yalnızlığını doğuran? Kendisine, yaptıklarına yaklaşımında zalimlik kertesine varan eleştirellik de onu bir başına bırakmıştır. Türk edebiyatında kimse, aynaya bakıp bunca acımasız olmayı başaramamıştır:
“Ömrümün bir on senesi var ki kendiliğinden, bir on senesi daha var ki elimle yandı. ”
“Muhakkak olan bir şey varsa yirmi sene evvel bir şöhretim olmuş. Kitap neşretmemek, aynı muhitlere yazmamak bu tesirin de devamını men etmiş. Anlaşılıyor ki şiire az yer vermişim.’’
“Hocalık ve faydasız nesir, birkaç evde birden yaşamak gibi. Birini bırakıp öbürünü almakla iş olmuyor… Bana ne zamanım, ne de hususi hayatım yardım etti. ”
“Estetiğimi kendime mal etmek uzun senelere ihtiyaç gösterdi. Acaip bir kader her şeyimi geciktiriverdi. Öyle ki 59 yaşımda ilk defa olarak ihtiyar bir kız gibi dışarıya gittim. Bunun ne demek olduğunu Fransız edebiyatıyla biraz meşgul olanlar bilir. Kırk yaşımda tek odada müstakil evim oldu. Her şey, hayatımda her şey geç oldu. İlk nesir kitabım 40 yaşımda çıktı.”
“Belki de kendi kendimi mahveden benim. Hakımdaki sükût suikastinin bir sebebi de belki benim.”
İnci Enginün’ün yayımladığı defter sayfalarından seçtiğim bu paragraflar, Tanpınar’ın, hayatının son birkaç yılında hayatının bütünü üzerinde yürüttüğü kazının boyutlarını gösteriyor, sanıyorum. Onun, “Dindarın şantajından bıktım, hayata öyle barajlar koyuyor ki tahammül kabil değil” türünden günümüzü ve geleceğimizi de bağlayan gözlemleri; “Biz Avrupalılaşacağız, fakat Asya’da oturan Türk milleti sayılarak, kitle halinde değişerek”, “halk düşünmeden çocuk yapıyor”, “millet olarak bütünüyle bu kadar politika yapan cemaat var mıdır başka?”, “Evvela Türkiye. Evvela onu kurtaralım” türünden altı çizilesi cümleleri, defterlerin sükût suikastini kırabilecek gücü barındırdığını düşündürüyor.