Arkadaşlarla Sohbetler serisinde hayatlarında kitaplara oldukça önem verdiklerine şahit olduğum arkadaşlarımı misafir edeceğim. Bu misafirliklerinde okudukları ve kendilerinde farklı noktalara değindiğini hissettikleri kitapları seçmelerini ve hazırladığım kalıp sorulara seçtikleri her bir kitap için cevap vermelerini isteyeceğim. Kitap tavsiye etmenin yanı sıra tavsiye edenlerin hayatlarında sızlayan noktaları da öğrenmiş olmanın değerini biliyor ve bunu çoğaltmak için Arkadaşlarla Sohbetler serisini başlatıyorum.
Umarım en az benim kadar keyif alırsınız. İyi okumalar. 🤎
Fedailerin Kalesi Alamut, Vladimir Bartol
Çeviri: Ender Nail
Koridor Yayınları, 2012
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Avni’nin büyük bir keşifle sonuçlanan o yolculuğunun sonlarına doğru en yakın arkadaşlarından birinin Seyduna’nın emriyle dehşete düşüren intihar uçuşu. Bir kişinin iradesini başka birine teslim etmesi ve o ne derse yapması garip bir etkileyicilik barındırıyor.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Ben bu kitapta Hasan Sabbah’ın yanında olmak isterdim. Onun yanında olup her şeyi bilmek. Ondan Ömer Hayyam’ı ve Nizamülmülk’ü dinlemek isterdim.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Avni ve Hasan Sabbah’ı Avni’nin tam her şeyi öğrendiği anda karşıma alıp çıldırmış bir halde “Neden?” diye sormak isterdim. Bu soru bugün yaşanılan savaşların ve anlaşmazlıkların da sorusu olurdu.
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Tıpkı her dediği sorgulanmadan yapılan Hasan Sabbah gibi atama beklerken yönettiğim platformda benim de bu şekilde yönettiğim ekipler oldu. Ben de hatalar yaptım. İnsanların bir lider etrafında birleşmeleri ve bazen iradelerini tamamen ona bırakmaları hala garip geliyor.
Huzur, Ahmet Hamdi Tanpınar
Dergâh Yayınları, 2013
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Ezanın Türkçe olduğu camiye gidenlere bile belki bir devlet bakışı olarak şüpheli bakıldığı zamanda kitapta türbe başında geçen kısımlar beni yıkılan bir medeniyetin izlerine götürür. Bir köksüzlüktür o. Tekrardan köklerini arama mücadelesiyle ne kadar arasa da bulamayacağını bilen birilerinin hüznüdür. Yaban’la hatta belki Araba Sevdası ile başlayan aydının krizi Huzur’la, Ölmeye Yatmak ile Yusuf Atılgan ve Oğuz Atay ile sürecektir.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Suat intihar ederken onun tam yanında olup vazgeçirmek isterdim. Aslında hayır. Eğer o intihardan vazgeçse ve mektubu yazılmasa kurguda bizi rahatsız eden o muhteşem şey gerçekleşmezdi.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Mümtaz ve Suat’ı da karşıma alıp ikisine de birer kulaklık verirdim. Mümtaz’da klasik müzik Suat’ta ise Dede Efendi çalardı. Suat’ın çektiği acıyı nasıl dindireceğimizi konuşurduk.
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Aydın sorumluluğuyla Türkiye’nin gideceği bugünlere gelmeden olacak olan krizlere engel olmak isterdim. Sadece düşünmek değil eyleme geçmenin gerekliliğini de dile getirirdim.
Miras, Vigdis Hjorth
Çeviri: Dilek Başak
Siren Yayınları, 2023
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Ailesi tarafından önce parası yenmiş sonra da dışlanmış biriyim. Bu yüzden bu kitap biraz benim de öyküm. Ailenin sizi önce manipüle edip sonra da “A! Bak çıldırdı gördün mü?” diyen taraflarını yaşamış biri olarak bu kitapta da onu görmem beni çok sarstı. Bu sarsıntı bana iyi geldi sonradan. Çünkü bunu yaşayan tek ben değilim hissi sağaltıcıdır.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Mağdur olan baş karakterin az çok ailesi için hissettiklerini biliyorum. Ondan bu kadar uzaklaşabilen aile fertlerinin yanında olmak isterdim. Çünkü insan kendine hep şunu sorar: “Nasıl böyle olabildiler? Bendim o. Bana bunu nasıl yapabildiler?”
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Anne ve iki miras kalan kardeşe -ki onlar yarım yarım anca bir düşünülebilir- neden böyle olduklarını sormak isterdim.
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Bir çocuk bekliyoruz. Yasemin’in ailesi var ve onlar benim de ailem oldu. Günün birinde sağlıkla dünyaya gelirse çocuğum benim kendi ailemi sorduğunda verebileceğim cevapları düşünüyorum bazen.
Tol, Murat Uyurkulak
Metis Yayınları, 2015
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Kitabın içerisinde kalbimi yakaladığım o an Oğuz’un işkenceli sorgusu. Benim de ayağımda tıpkı Oğuz gibi bir engel var. Kısalık değil onunki gibi belki ama var. Tüm dünyaya çatarcasına arkadaşları bile onu satmışken onun kendi adı için bile “Evet, ben Oğuz’um!” dememesi beni çok etkiledi.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Oğuz ve Şair ile iddialaşmak sıradaki bombanın nerede patlayacağı oyununu sürdürmek isterdim.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Şair’e ve Oğuz’a ayrı ayrı dönüp hiç kimsenin bizi anlayamadığı belki de arkadaşlarımızın bile bizden vazgeçtiği bu mücadelede “Bunları tamamen bildiğiniz halde yine de devam eder miydiniz?” demek isterdim.
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Sözünde durmak ve bir davan varsa ondan vazgeçmemek… Belki en yakının bile senden vazgeçecek. Seni onunla sevmiş kabul etmişken vazgeç diyecek. O dakikadan sonra vazgeçmezdim. Beni ben yapan o davayı bırakmazdım. Peki bu kolay mı? Asla…
Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı, Romain Gray
Çeviri: Alev Er
Sel Yayıncılık, 2022
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Kitaba adını veren o cümle aslında. Annene, bir erkek olarak ilk sevdiğin kadına verdiğin sözleri tutmanın gururu. Hiçbir şeye değişilmeyecek bir değerdir bu.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Ben kendime kurguda büyük karakterleri hiç yakın bulmadım. Belki anlatıcı verdiği sözü tutarken onun yanında bir yardımcısı olmak isterdim.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
Bu roman otobiyografik özellikler taşıyor. Dolayısıyla anlatıcı da olan direkt Romain Gary karakterine ve annesine “Hayatta ebeveynlerimizi mutlu etmek için çizdiğimiz yoldan çıkmak isteseydiniz ya da başka bir yolu hayal etseydiniz nasıl olurdu?” demek isterdim.
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Annemi 2019’da kanserden kaybettim. Hastalığını ilk öğrendiğimizde bir siyasi parti için bildiri dağıtıp gazeteye yazılar yazıyordum. Aynı gazetenin gençlik ekinin İzmir sorumlusuydum. Yani bir nevi editörlük görevim vardı. Yoldaş dediğim insanlar, dava adamları ve entelektüel dostlarım vardı. Annem onun için tüm bunları bırakmamı istedi. Onun için bıraktım. Halk oyunlarıyla ve sokak tiyatrosuyla ilgilendim. Performans sanatçısı oldum. Hatta canlı heykel performanslarından kazandığım paradan dolayı evden harçlık almadığım dönemde eve bulaşık makinesi alacak kadar para biriktirmiştim. Bu sanat sayesinde yurt içinde ve dışında birçok festivale katıldım. Yedim, içtim, bedavaya sarhoş oldum. Sonra annem günün birinde mezun olurken “Öğretmen ol. Senin masa başı bir işinin olmasını istiyorum.” dedi. Başlangıçta biraz direndim ama öğretmenlik düşüncesi yakın geldi. Bugün bu romandaki anlatıcı gibi annesine sözünü tutan bir çocuğun ilginç bir huzuru var içimde. Bir yerlerde beni izleyip gülümsüyordur umarım.
Tehlikeli Oyunlar, Oğuz Atay
İletişim Yayınları, 1984
Kitabın içerisinde kalbini yakaladığını fark ettiğin o anı anlatır mısın? Seni çeken o “şey” neydi?
Hikmet Benol’un karısından ayrılıp bir gecekonduya yerleştiği o an. Evlenirken ev’lenirsin. Bir evin olur. Tıpkı içine doğduğun aile gibi. Evin doğumdan önceki sen ve doğan sen arasında o güvenli alan olma durumu vardır. Peki, her şeyi bırakıp boşanınca bir gecekonduya yerleşmek. Erkekleri boşandıktan sonra daha perişan buluyorum ben. Özellikle şimdi güçlü kadınlar artıyor. Kadın çocuklarıyla da mutlu olabiliyor. Erkeği o saatten sonra doğurabilecek kimse yok. Erkek hep arayışta kalıyor. Tıpkı 100 yıldır bilmecesi çözülemeyen Türk aydını gibi.
Diyelim ki bu kitabın bir kahramanı da sensin. Nerede, hangi karakterin yanında olmak isterdin?
Tabii Hikmet Benol’un yanında olmak isterdim. Belki yeni boşandığı için alkolü fazla kaçırırdık. Sonra çektiklerini yazıya dökerdi. Editörlüğünü ben yapardım.
İçlerinden iki karakter seçmeni rica ediyorum şimdi. Bu soracağım soruyu ben her okuduğum kitabımda mutlaka yapıyorum. Seçtiğin iki karakteri karşına alsan onlara ne söylemek ya da sormak isterdin?
İki karakter olarak aslında hayatı bölünmüş bir Hikmet Benol’u seçmek isterdim. Her şeyi kısmen de olsa yolunda gözüken bir evli Benol ve sonrasında boşanıp gecekonduya yerleşen bir Benol. İkisini de ayrı ayrı “Hangi yaşantınızda mutlu olurdunuz?” demek isterdim.
Kendinde ortak gördüğün veya senin hayatında olmayan ama bu kitapla var olacak olan o ayrıntı nedir?
Hikmet Benol bu romanda Türk aydınını temize çekmeye çalışıyor aslında. Ben de sürekli “Biz ne durumdayız?” diye sorarım kendime. İnsan bazen belki düzenli görünen hayatını bırakıp bir gecekonduya yerleşmeli. Biz hayatımıza hep entelektüel eksenden bakıyoruz ama bizim yazamadığımız ya da henüz okuyamadığımız yerlerde insanlar faili meçhul oluyor, dolandırıyor, dolandırılıyor. Biz az çok bir şeyler yazanlar okuyanlar olarak bu toprakların aydını olmayı ne kadar hak ediyoruz?