Mrs. Harris ile tanışmak, onun ufacık ve sıradanmış gibi görünen dünyasına adım atmak bu kitaptan beklentinizi karşılamaya yetecek mi dersiniz? Belki de sadece size nefes aldıracak ve tebessüm olarak yayılacak suratınızda. Diğer bir ihtimalse; hayatın ücra köşelerinde varolan ve var olacak tüm toz kaplamış sandıkları açtıracak. Cesareti, yenilgiyi, imkansızlığın içinde var edebildiğimiz umudu, amaca ulaşmanın getirilerini ve aslında her şeyin amaca ulaşmak olmadığını amaca ulaşırken kişinin kendini yeniden keşfettiğini ve asıl önemli olanın bu olduğunu gösteren bu kitabı elleriniz de tutup birde onu okuyacaksınız.
Aslında bu kitabı sahafta rafları dolaşırken bulduğum zaman, arkasını dahi okumadan aldım ve kafamda çeşitli öyküler kurgulayıp durdum. Fakat aklımda canlandırdığım kurgu ve konuyla hiçbir alakası olmayan öz kurgu ve konuyu fark ettiğimde içimde yazara karşı bir kırgınlık hissettim. Yine de bu şaşkınlık ve kırgınlıkla beraber kendimi de yadsıyarak okumayı sürdürdüm; iyi ki.
Bazı kitapları bir şey öğrenmek için okumak yerine onunla yaşayabilmek için okumayı tercih ederiz ve yaşarken öğrenmekten daha kalıcısı var mıdır ki? Gallico, bizi Londra’ya ve ardından Paris’e götürüyor hemde gündelikçi bir kadının peşi sıra. Mrs. Harris Londra’da evlere temizliğe giden sevimli, orta yaşı geçkin bir kadın. Yine onunla aynı yaşlarda kadın arkadaşıyla yaşıyor. Kitapla; elde edemediği şeylerin, bunlar güzellik gibi soyut kavramlar, üzerinde bıraktığı ezinçliği çiçeklere olan ilgisiyle atmaya çalışan narin bir İngiliz kadınının hedefine ulaşırken kadınca verdiği mücadeleyi izliyoruz. Evet; izliyoruz yazdım çünkü karakterler hiç zorlanmadan gözünüzde canlanabilecek kadar herkes gibi ve bir o kadar da hayrete düşürecek kadar kendine has.
Mrs. Harris gündeliğe gittiği zengin bir kadının evinde kıyafetleri düzenlerken adeta vurulduğu bir elbiseyle karşılaşıyor ama öyle sıradan bir elbise değil çok ünlü bir markanın elbisesi… Ve bunun üzerine Paris’e gitmek, o markanın herhangi bir elbisesini almak, o güzelliği solumak, dokunmak için para biriktirmeye başlıyor. Tabi ki önüne engeller çıkıyor, pes etmeyi düşünüyor ama derin tutkusu onu rahat bırakmıyor. Böylece eninde sonunda Paris’e gidiyor. Orada hiç beklemediği ve hiç beklemediğimiz şeyler yaşanıyor. Güzellik dışında birçok insanın hayatına dokunuyor ve öyle kalıcı izler bırakıyor ki… Kendi hayatına da kalıcı ve mutlu edecek anılar biriktiriyor.
Bu şekilde saf, içimizden gelen tüm isteklere hiçbir ket vurmadan isteklerimiz doğrultusunda hareket etmek ne kadar doğrudur bilemiyorum. Bunu bileceğim kadar çok yaşamak da istemem. Bazen sadece isteriz ve olmaz. Bazen isteriz, çabalarız ve olmaz. Bazen isteriz, çabalarız ve olur. Bunu açıklayabilmek çok güç. Mrs. Harris yoğun bir tutkuyla istedi ve bir şekilde başardı. Belki de tutkuları yönetmek ve tutkulardan emin olmak her şeyi çözer. Keyifle okuyun!
“…Ama şimdi arzuladığı şey sahip olma isteğiydi, kadınca ve fiziksel bir sahip olma isteği: Elbise dolabında asılı durması, uzakta olduğunda bile onun orada olduğunu bilmek, döndüğünde kapıyı açmak ve onu orada bulmak; ona dokunmanın, onu görmenin ve ona sahip olmanın olağanüstülüğü…” (sf.20)
“… Ve artık hem başına gelenleri hem de İlahi Adaleti yorumlaya biliyordu. Artık ona kızgın olmadığını göstermek için parasının yarısını geri göndermişti ve eğer dürüst davranmayı sürdürürse elbiseyi alabilirdi, ama bundan sonra kumar oynamayacaktı, giden yirmibeş pound bunu gösteriyordu. Çalışarak, ter dökerek ve fedakârlıkla kazanılacaktı. İçini saran neşeyle bütün bunları yapmaya hazırdı…” (sf.40)
“…Ama her şeyin ötesinde insan kalbinden yayılan çığlıklara ve insanın gereksinimlerine karşı hem körleşebilecek hem sağırlaşabilecek kadar gündelik yaşamın düşüncelerine kapılıp kendisini böylesine güç duruma sokacak kadar sertleştiğinin farkına vararak dehşete kapıldı. Nereden gelirse gelsin, ne olursa olsun karşısında duran, her kadın gibi arzuları olan bir kadındı…” (sf.60)
- Bayan, Bu Çiçekler Size (Özgün Adı: Flowers for Mrs. Harris – 1958) – Paul Gallico
- Can Yayınları (1989) – Roman
- Türkçesi: Esra Selamoğlu
- 128 sayfa