Bir sanat eseri için en temel değerlendirmelerin toplandığı yer olarak şunları gösterebiliriz: Neyi anlattığı, bu anlattığı şeyi nasıl anlattığı ve görünürde anlattığı ile asıl anlatmak istediğinin ne olduğu. Çünkü biliyoruz ki sanat, fiktif, soyutlayıcı ve insana doğrudan konuşmayan bir meydana getirmedir. Sanat eserinin bizi kendine çeken büyüsü de, bu değerlendirmeler açısından tahlil edildiğinde, kendisinde taşıdığı iç ve dış tutarlılık ve bütünlükten doğan ahenkle, bizi olgunluğa taşıyacak bir gerçeğin veçhelerinden birine ışık tutmasından kaynaklanır.
Herman Melville’in Kâtip Bartleby isimli kısa öyküsü, sözünü ettiğimiz temel değerlendirmeler sonucu gözlemlenebilen anlatımdaki başarısından daha çok, öyküye de adını veren karakter dolayısıyla etrafında söz söylenmiş bir eserdir. Görünürde derinlemesine işlenmemiş, hakkındaki tüm bilgilerimizin müphem ve meçhul kaldığı bir ‘‘karakter’’. Daha doğrusu varlığına modernleşmeden sonra tanık olduğumuz bir insan profilinin veya bütünüyle olmasa bile insan psikolojisinin belli bir tarafını temsil eden bir alegori gibidir Kâtip Bartleby.
Kitap boyunca, Wall Street’te bir yazıhanesi olan, sağduyulu ve metotlu çalışan bir avukatın bakış açısıyla verilen bir hikâyeyi müşahede ederiz. Anlatıcı, hikâyenin asıl kahramanı olan Kâtip Bartleby’ye sözü getirmeden önce kendisinden ve yazıhanede çalışan diğer üç kişiden söz eder. (Bu üç kişiyi adlarıyla değil, huylarının bir yönünden kendilerine takılmış lakaplarla tanırız: Turkey: Hindi, Nippers: Kıskaç, Ginger Nut: Zencefilli Kek.)
Bir gün yazıhane sahibi avukat ilave yardım ihtiyacı üzerine bir ilan verir. İşe Bartleby müracaat eder ve işi alır. Anlatıcının Bartleby hakkındaki ilk intibaları şöyledir: ‘‘Hareketsiz bir genç adam, solgunca, derli toplu, acınacak ölçüde saygıdeğer, iflah olmaz derecede hüzünlü!’’
İlk zamanlarda Bartleby yazıhanede iyi işler çıkarır. Fakat bu çalışkanlığına rağmen Bartleby’nin solgunca duygusuzca yazdığı göze çarpar. Çalışkanlığı zaten uzun sürmeyecektir. Bir gün avukat kendisine bir iş verir ve Bartleby’den yanıt olarak hikâyenin mottosu diyebileceğimiz cevabı alır: ‘‘Yapmamayı tercih ederim.’’
Avukat bu tuhaf kırılma anından sonra diğer üç çalışanından Kâtip Bartleby hakkında ne yapılması gerektiği ile ilgili görüş alır. Onun kapı dışarı edilmesi dillendirilir. Fakat avukat onun eylemsizliğinin, iş yapmamanın ötesinde, bir şeye yaslandığını sezinler. Onu gözlemlemeye başlar.
Hiç yemeğe gitmediğini, hatta yazıhaneden asla ayrılmadığını orada yaşadığını fark eder.
‘‘Hayatımda ilk kez ezici, can yakan bir keder duygusu içimi sardı. (…) kendi kendime düşündüm: Ah, mutluluk ışığı sever, biz de dünyayı şen sanırız; ama sefalet kendini vakurca saklar, biz de sefalet yok sanırız.’’
Belli bir süre sonra avukat yine yetişmesi gereken bazı işler için Kâtip’ten yardım ister ve biraz makul olmaya çalışmasını söyler fakat cevap: ‘‘Şu an biraz makul olmamayı tercih ederim.’’ olur. Bartleby’nin bu durumu giderek, isteksizlikle gelen bir eylemsizlik olarak tezahür eder.
Günler böylece geçip gider. Nihayet avukat Bartleby’ye daireyi terk etmesini söyler. Fakat o gitmez. Avukat yılar. Ve kendisi gider, yazıhaneyi taşır. Fakat Bartleby yerini hiç terk etmez. Yeni sakinler gelir. Onu attırmaya uğraşırlar. Sonunda polis çağrılır ve Bartleby serserilikten hapse atılır. Olayı haber alan avukat onu görmeye gider, bir görevliyi Bartleby ile ilgilenmesi için tembihler. Bartleby kendisine verilen yemekleri yemez. Yaşama karşı bu denli isteksizlik yaşamı sürdürmeye matuf en temel şeylerden biri olan yemek yemekten vazgeçmeye gelip dayanır. Bartleby bu bakımdan yemek yemekten daha çok yaşamaktan caymış gibidir. Hiçbir itiraz etmeden geldiği bu yerde açlıktan ölür. Hikâyenin sonunda ise Bartleby hakkında en somut bilgilerden biri diyebileceğimiz, yazıhaneden önce Ölü Mektupları Dairesi’nde çalıştığı ve yönetim değiştiği için işten atıldığı bilgisi ortaya çıkar.
Anlatıcı, kitabın başından itibaren Bartleby’nin haricinden ve daha çok gözlemci pozisyonundan konuşurken, hikâyenin sonlarında Bartleby yanlısı bir grafik çizer.
Zamanı somutlaştıran, ona vücud verip görünür kılan esas şey çoğunlukla yapıp etmelerimiz, fiillerimizdir. Bartleby’de ise zamanı şekillendiren şey ‘‘yapmamak’’ olur. Bu bakımdan Bartleby‘nin öyküsünde zaman ve eylemsizlik arasında bir uyum bulunur. Bu sebeple zaman ‘‘günler geçtikçe’’, ‘‘birkaç gün daha geçti’’ gibi müphem, kesin olmayan ifadelerle verilir.
Bartleby’nin içinde yer aldığı mekân da yine onun ruh durumunu daha belirgin hale getirir. Yazıhanede boşluğa bakan beyaz duvarın yanına oturur. Bu köşenin özelliği ‘yaşam’ dedikleri manzaradan yoksundur.
Peki Bartleby kimdir? Kitabın arka kapak yazısında ‘‘… bir reddedişin, bir direnişin, nihayet insanın kendisi olarak kalma iradesinin ölümsüz simgesi’’ gibi eserle pek de alakası olmayan çıkarımlar var. Katip Bartleby’i genel ya da kişisel bir tarihin içinden okuma şansımız bulunmazken kime ve neye karşı direndiği ve hangi değişimi reddettiği belirsizken bu değerlendirmeler ancak bir coşkunun mahsulü sayılabilir. Bu açıdan bakıldığında Bartleby için daha çok, varolmaya gönülsüz bir ruhun portresidir diyebiliriz.
- Herman Melville – Katip Bartleby
- Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları – Roman
- 72 Sayfa
- Hamdi Koç
Kaynaklar:
Kâtip Bartleby, Herman Melville, çev. Hamdi Koç, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Kitapla ilgili karşılaştırmalı bir inceleme dosyası: http://www.journals.istanbul.edu.tr/iutiyatro/article/download/1023016174/1023015345