Derslerde, söyleşilerde, tanıtıcı metinlerde hatta makalelerde dahi söz konusu Hasan Ali Toptaş ise öz yaşam öyküsünü, eserlerini, edebi varlığını, üslubunu açıklamaya çalışırken ister istemez yazardan menkul bir hava ile şiirsel dile bürünüyor yazılar. Bu yüzden Toptaş’ın yazılmış biyografik cümlelerini bir kenara koyuyor ve bugüne kadar onu tanıtan en iyi cümlenin -kendi benzetmesiyle-, “Samuel Beckett ile Şehrazat’ın evliliğinden doğmuş bir çocuk.” olduğunu düşünüyorum.
Toptaş’ın Ben Bir Gürgen Dalıyım adlı eseri çocuk romanı kategorisinde değerlendiriliyor. Romanda Beşparmak Dağları’nın ardında küçük bir düzlükte yaşayan gürgen ağacını ana kahraman olarak görüyoruz. Kurgu içerisinde adeta bir gürgen ağacı olup mevsimleri yaşıyor, diğer ağaç arkadaşlarının dertlerini dinliyor, insanın eşya ile kurduğu ünsiyeti empati kurarak kavrıyor ve kimi zaman, ‘eşyanın da ruhu vardır’ fikrine kapılıp gidiyoruz. Gürgen ve diğer ağaç arkadaşlarının kesildikten sonra yanıp kül olmamak için verdikleri mücadele ve hayallerini dinlerken gürgen ağacının bir beşik olma umudunun sonrasına uzanan iç acıtıcı serüvenine şahit oluyoruz.
Çocuk edebiyatında kalıcılığın ve kalitenin en önemli kıstası, metni bir çocukla beraber aynı zevk ve iştahla bir yetişkinin de okuyabilmesidir. Eser bu açıdan düşünüldüğünde, yetişkinler için de sade ve sarsıcı hakikatleri barındıran bir mahiyete sahip. Ben Bir Gürgen Dalıyım romanına bir kaç saat ayırarak Hasan Ali Toptaş’ın şiirsel üslubuna çocuksu bir heyecanla bağlanmak mümkün olabilir; dize niteliğindeki, “Gözlerini gözlerimde unutmuştu ve artık bir türlü geri alamıyordu.”, “Yüzüne bir damla mutluluk düşse, biz avlu duvarının dibinde yemyeşil yapraklanabilirdik.”, “Ormanın güzelliğine güzellik katan yemyeşil bir şiire benziyordum.”, “Ama bir kerecik olsun, balık pullarında yankılanan şarkıyı görmüyorlardı o sırada.” gibi cümlelerle karşılaşabilinir. Sonra rüzgârla haber alıp göndermek, rüzgârı okumak öğrenilir ve tabiatla ahbaplık ilerletilebilinir.
“Korku Dağları Bekler” ile başlayıp “Utanç Dağları” isimli bölümüyle biten bu 13 bölümlü romanı okuduğumuz zaman diliminde hiç değilse bir kerecik olsa ‘durup ince şeyleri anlamaya’ vakit bulabiliriz diye düşünüyorum. Bahsettiğim o çocuksu üslup sayesinde eşyanın ruhuna, farkındalığa, merhamet nazarına erişebilme imkânına sahip olunuyor. Yıpranmış insan kimliğinden sıyrılıp bambaşka bir suretin içinden insanlığa şu satırlar ile bakmak idrakimize dokunuyor:
“Ak sakallı meşenin dediği gibi, insanın zalimliğine ağaçlarla kuşlar, böceklerle otlar, hayvanlarla taşlar değil ancak insan karşı koyabilirdi.
…Adına savaş denen şey, yeryüzünün herhangi bir noktasında başlayıp herhangi bir noktasında bitmezdi. Her şey gibi o da insanda başlayıp insanda biterdi. Bu yüzden, cepheler falanca dağda ya da ovada değildi. Cepheler, bütün acımasızlıklarıyla insanoğlunun içindeydi.
…Yani, insan bir savaş alanıydı. Öpen hatta okşayan, konuşan, susan, çiçekler veren bir savaş alanı.”
- Hasan Ali Toptaş – Ben Bir Gürgen Dalıyım
- İletişim Yayınları